Sektörlerin Teknolojik Yoğunluğu

(Technological intensity of industries) Sanayi dallarının teknolojik yoğunluk­larına göre sınıflandırılması 2001 yı­lında başlamıştır. Dijital teknolojilerin gelişmesi, nanoteknoloji ve biyoteknoloji gibi yeni araştırma ve üretim alanla­rının ortaya çıkması sonrasında ağır ve hafif sanayi ayrımı anlamını kaybetmiş­tir. Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü’nün (UNİDO) sınıflamasında üç ayrı grup vardır. OECD ve AB’nin sınıf­lamasında ise dört ayrı grup bulunmak­tadır. Bunlar ileri teknoloji, ortanın üstü teknoloji, ortanın altı teknoloji ve düşük teknolojidir. Sınıflamada sektörlerin Ar-Ge harcamaları ve inovasyon potan­siyeli esas alınmaktadır.

Bir ülkenin sanayi üretiminde tekno­lojik yoğunluk düzeyi yükseldikçe dış ticaret dengesinde açık azalır veya faz­la ortaya çıkar. Çünkü düşük ve orta teknoloji ile yapılan üretimde rekabet yoğun olduğu için fiyatlar ve kazanç oranları da düşüktür. Az sayıda ülke­nin uzmanlaşabildiği ortanın üstü ve yüksek teknolojili ürünlerde, fiyatlar ve kazanç oranları ise yüksektir. Esa­sında teknolojik düzey yükseltilmedik­çe, açık sorununu çözmek çok zordur. Ham maddesi kum (silisyum) ve bazı nadir metaller olan bir harici diskin it­halatı için örneğin 75 dolar ödeyen ve bunun karşılığında 15 tişört ihraç eden bir ülkenin kalıcı olarak dış ticaret faz­lası vermesi imkânsızdır. Cari açık so­rununun kalıcı çözümü için yüksek ve ortanın üstü teknoloji ile üretim yapan sektörlerin toplam içindeki payının yükseltilmesi şarttır. Ortanın altı ve dü­şük teknolojili sektörlerde katma değe­rin artırılması cari açığın azaltılmasına katkıda bulunur. Cari açık için politika üretiminde sektörlerin içerdiği tekno­loji düzeyine göre sınıflandırıldığı aşa­ğıdaki listeyi dikkate almak gerekir:

Yüksek teknoloji sektörleri: Türki­ye’de ileri teknoloji sektörlerinin payı üretim ve ihracat içinde yüzde 5’i aşamamaktadır. AB ortalamasının yüzde 20 dolayında olduğu dikkate alındığın­da bu konuda acil önlemler alınması ge­rektiği ortaya çıkmaktadır. Bu grup, yarıiletken materyal, bilgisa­yar, ilaç, tıbbi ve optik enstrümanlar, havacılık ve uzay araçları ve telekom cihazları üretimini kapsamaktadır. Kısaca “high tech” diye adlandırılan yüksek teknolojili sanayi dallarında zayıf kalan bir ülkenin ekonomisi ge­lişse de dış ticaret açığı artmaktadır. Çünkü yarıiletken “chip”lerden oluşan birleşik devreler artık buzdolabından cep telefonuna kadar her üründe kul­lanılmaktadır. Otomobillerdeki çeşitli sensörler ve benzeri elektronik parça­ların kullanımı artmaktadır. Bir otomo­bilin maliyetinin en az yüzde 20’si bu tür parçalardan kaynaklanmakta, ileri elektronik teknolojisi artık makine teç­hizat sektöründe de yaygın olarak kul­lanılmaktadır. CNC (bilgisayar sayısal denetim) sistemi ile çalışan takım tez­gâhlarının satışı giderek artmaktadır. Tezgâhların “beyin” bölümü çoğunluk­la ithal edildiği için, makine sektöründe üretim artsa da sektörün ithalat ihtiya­cı yükselmektedir.

Ortanın üstü teknoloji sektörleri: Otomotiv ve diğer taşıt araçları, kimya, çeşitli türden makine-teçhizat ve elekt­rikli makineler üreten sektörleri içeren bu grubun Türkiye’nin sanayi üretimi ve ihracatı içindeki payı son 15 yılda sürekli olarak artmaktadır. Ancak bu sektörlerin ithalat ihtiyacında henüz önemli bir gerileme ortaya çıkmamış­tır. Bu sektörlerin ithalatının ekonomik verimlilik ilkesi de dikkate alınarak ika­me edilmesini öngören ekonomik poli­tikaların uygulanması ithalat ihtiyacını azaltabilecektir.

Ortanın altı teknoloji sektörleri: Bu grupta yer alan rafineriler ile demir-çelik, metal eşya çimento, cam ve seramik fabrikaları, 60’lı yıllarda “ağır sanayi” diye adlandırılmakta ve sanayi liginin ilk sıralarında yer almaktaydı. Bu sektörler, günümüzde ortanın altı grubunda yer alsa da sürdürülebilir büyüme açısından önemini korumaktadır. Reel ekonomi­nin bu temel sektörlerinin zayıf olduğu ülkeler, durgunluk ve kriz dönemlerinde daha fazla sıkıntı çekmektedir.

Düşük teknoloji sektörleri: Ekono­milerin gıda, alkollü içkiler ve tütün, tekstil-konfeksiyon, deri-ayakkabı, kâ­ğıt, ağaç ürünleri ve basın-yayın gibi bu en eski sektörleri, istihdam potansiyeli ve tarımsal üretimin artırılması açısın­dan büyük önem taşımaktadır. Ancak bu sektörlerin üretim ve ihracat içinde­ki paylarının yüksek olması dış ticaret açığının artışına yol açmaktadır.

AB’de bu sektörlerin toplam ihracat içindeki payı yüzde 15 ile 20 arasında kalmaktadır. Türkiye’de ise bu pay üre­timde yüzde 35 ile yüzde 40 arasında değişmektedir. Bu oranlara rağmen in­sanların temel ihtiyaçlarını karşılayan bu sektörler işsizliğin artışını frenle­mekte, sosyal huzursuzlukların ekono­miyi rayından çıkarmasını önlemekte­dir. Bu sektörleri ihmal etmek ve kendi haline bırakmak yerine modernleştir­mek ve verimliliklerini artırmayı amaç­lamak daha doğru ve gerçekçi bir yol gibi görünmektedir. Örneğin tekstil sektörü üretimi içinde teknik tekstilin payını artırmak ve konfeksiyonda markalaşmaya öncelik vermek, hem istihdam, hem de ekonomik büyüme konusunda olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.