Neoliberalizm

(Neoliberalism) 70’li yıllardan önce neoliberalizm denince farklı düşünce yapılarına sahip iktisatçıların görüşle­ri akla gelmekteydi. Almanya’da Wal­ter Eucken, Alfred Müller-Armack ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Türki­ye’de öğretim üyeliği yapmış Alexander Rüstow ve Wilhelm Röpke kendilerini neo-liberal olarak nitelemekte ancak sosyal piyasa ekonomisini savunmak­taydılar. Ludwig von Mises ve Friedrich Hayek gibi neoliberal düşüncelere sa­hip iktisatçılar ise karma ekonomi an­layışının egemenliğini sürdürdüğü 50’li ve 60’lı yıllarda etkili olamamıştı. Dünya ülkelerinde karma ekonomi ve planlı kalkınma ilkeleri 70’li yılların or­tasından itibaren güç kaybetmeye baş­layınca neoliberal akım ön plana çıktı. Sosyalist ülke ekonomilerinin, 1950 ile 1965 arasındaki hızlı büyüme hızları­nın sonraki yıllarda düşmeye başlaması, bazı gelişmiş kapitalist ekonomilerde devlet işletmelerinin dinamizmini kay­betmesi ve hükümetlerin siyasi müda­halelerine açık tutulması da bu süreci hızlandırdı. Bu ortamda katıksız serbest piyasa ekonomisini savunan görüşler ilgi gördü. ABD’li iktisatçı Milton Friedman’ın önde gelen savunucusu olduğu monetarizm, gelişmiş ülke ekonomile­rini yönetenlerin üzerinde etkili oldu. 1980 ile 2010 arasında otuz yıl süre ile ekonomistler IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası ekonomik ku­ruluşların yöneticileri ve uzmanları, çoğunlukla neoliberal ilkeleri ve Was­hington Konsensüsü’nü benimsemişti. 90’lı yıllarda kriz reçeteleri monetarist ekonomi ilkelerine göre yazılmakta ve uluslararası derecelendirme (rating) kuruluşları notlarını bu ilkelerin uygu­lanmasına bakarak vermekteydi.

İngiliz Muhafazakâr Parti lideri Mar­garet Thatcher, daha muhalefetteyken, yüksek enflasyon ve düşük büyüme hızı gibi temel sorunlarının çözümünün serbest piyasa ekonomisinde olduğuna inanmıştı. 1979 yılında başbakan olan Thatcher, düşüncelerini hayata geçirdi. Özelleştirme, kapsamlı bir şekilde ilk kez İngiltere’de uygulandı. ABD’de 1980 yılında başkanlığa seçilen Ronald Rea­gan ekonomiyi serbestleştirecek karar ve uygulamalara imza attı. 1980 ve 1981 yıllarında gelişmiş ülkelerin resesyon yaşamaları da ekonomide sağ görüşlere duyulan tepkileri ve direnci azaltan bir rol oynadı.

Neoliberal düşünceler ve politika ön­lemleri, 19. yüzyılda savunulan “laissez faire” (bırakınız yapsınlar) ilkesinin yeni bir yorumuydu. Bu neoliberalist akım, geçmişte olduğu gibi, serbest pi­yasa ekonomisinin ekonomik büyümeyi ve adil bölüşümü otomatik olarak ger­çekleştireceğini varsaymaktaydı. Ser­best piyasacı görüşlerin tek alternatif olarak kabul edilmesi gelişmekte olan ülkeleri de etkilemişti. Dış ödemeler dengesi veya bankacılık sistemindeki tıkanmalar nedeniyle IMF’e başvuran ülke yönetimlerine “Önce ekonominizi serbestleştirin!” önerisi yapılmaktaydı. Dünya Bankası, proje ve program kre­dilerini vermek için, orta vadeli yapısal uyum (structural adjustment) program­larının uygulanmasını şart koşmaktay­dı. Yapısal uyumdan kastedilen ise eko­nominin serbest piyasa kurallarına göre yeniden örgütlenmesiydi. Neoliberalizm 90’lı yıllarda eski gü­cünü kaybetmeye başladı. 2008-2009 Krizi’nden sonra Neoliberalist görüşle­rin doğruluğunu sorgulayan iktisatçıla­rın sayısı artsa da alternatif tezlerin ve ekonomik politikaların geliştirilmesi konusunda yeterli adımlar atılamadı.