(Globalization) Ülkeler arasındaki fikirlerin, işgücünün, sermayenin, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını tanımlayan bir terimdir. Küreselleşmenin yaygınlaşmasında dış ticaretin serbestleşmesi ve kitle iletişim teknolojilerinin ilerlemesi önemli bir rol oynamıştır. Gelişmiş ülkeler dış ticaretin ve sermayenin ülkeler arasındaki serbest dolaşımındaki kısıtlamaları kaldırmayı amaçlarken, işgücünün serbest dolaşımını sınırlayan yeni önlemler almıştır.
80’li yılların başında küreselleşmenin ve dünya ekonomisiyle bütünleşmenin tüm ülkelerde ekonomileri kalkındıracağı ve gelir dağılımını düzelteceği görüşü egemendi. Neoliberal ekonomistlerin savunduğu görüşler özet olarak şöyleydi: “Ticaretin serbestleşmesi, kaynakların en iyi şekilde kullanımını sağlayarak gelişen ülkelerin ihracatını arttırır. Sağlanan döviz geliri de hızlı büyüme için gerekli yatırım mallarının ithalatı için kullanılır. Finans alanındaki serbestleşme sayesinde zengin ülkelerdeki kaynaklar, yüksek getiri beklentisi ile sermayenin kıt olduğu gelişmekte olan ülkelere akar. Bu akım sayesinde bu ülkeler ödemeler dengesinde sorunlarla karşılaşmadan toplam tasarrufundan daha fazla yatırım yapma imkânını bulur. Sanayi ve hizmetler alanındaki tesislere yönelecek doğrudan yabancı sermaye akışı ise sermaye birikimine katkıda bulunur, ayrıca teknoloji ve yönetim becerilerinin transferi sayesinde büyümeye hız kazandırır. İhracat ve yabancı sermaye yatırımları ile gelişmekte olan ülkelerde reel ücretler artar, emeğin gelir dağılımındaki payı yükselir. Gelişen ülkeler sermaye yoğun malları ithal edip, emek yoğun malları ihraç eder, böylece işgücü talebi artar ve büyüme sürdürülebilir bir ivme kazanır. Emek yoğun sanayi dallarındaki vasıfsız işçi istihdamının yükselmesi ise ülke içindeki gelir dağılımını iyileştirir. Tüm bu iyileşmeler hükümetlerin ekonomiye ve piyasaya giderek daha az müdahale ettiği bir ortamda gerçekleşebilir.” Neoliberal ekonomistlerin bu olumlu beklentileri son 1990 sonrasında gerçekleşmedi. Çin, Güney Kore, Singapur, Hindistan ve Tayvan dışındaki ülkelerdeki ortalama yıllık büyüme oranları yeterli düzeylerde artırılamadı. Dünya ülkeleri arasında zengin fakir uçurumu büyürken “kutuplaşma eğilimi” güç kazandı. Zengin ülkeler, tarım, gıda ve tekstil sanayileri gibi emek yoğun dallardaki ticarette serbestleşmeyi sınırlı ölçülerde tuttu. Kendi çiftçisini ve işçisini korumak için önlem alan bu ülkeler orta ve yüksek teknoloji ile üretilen ürünlerin ticaretindeki serbestleşme düzeyinin ise yükseltilmesini amaçladı. Bu tutum, gelişmekte olan ülkelerin ihracatını artırmasını zorlaştırdı. Yüksek teknoloji içeren ürün ithalatının artması ise gelişen ülkelerde yerli sanayinin gelişme yollarını tıkadı. Mal ve hizmetler ile sermayenin ülkeler arası dolaşımı serbestleştirildiği halde işgücünün ülkeler arasında serbest dolaşımına imkân verilmedi. Gelişmekte olan ülkeler içindeki gelir dağılımı küreselleşme süreci boyunca daha da bozuldu. Vasıflı ve vasıfsız işçiler arasındaki ücret farklılığı büyüdü. İmalat sanayisi katma değeri içindeki ücretlerin payı gerilemesini sürdürürken kârların payı arttı.
Gelişmiş ülkelerde ise yeni koşullara intibak etmekte zorlanan kesimlerin hayat standardı geriledi. Finans alanındaki serbestleşme devletin ve özel sektörün borçlarında hızlı bir artışayol açarak, faiz yükünü tırmandırdı. 2008-2009 Krizi’nden sonra ABD’de ve İngiltere’de dış ticarette yerli üretimin korunmasını öngören görüşlerin yaygınlaşması, küreselleşmenin geleceği hakkında bazı kuşkular uyandırdı. Branko Milanoviç ve Yılmaz Akyüz gibi bazı ekonomistler, küreselleşmenin etkilerinin ülke bazında değil, ülke içindeki sınıflar ve toplumsal kesimler perspektifinden incelenmesini önerdi.