(Motivation) 20. yüzyılın ikinci yarısında sosyal bilimciler ve yöneticiler işçilerin motivasyonu ile verimliliğin yükseltilmesi konularına öncelik verdi. Bu arada motivasyon konusu her yönüyle tartışıldı ve bu konuda farklı teoriler geliştirildi. Geçen yüzyılın ilk yarısında Frederick Winslow Taylor motivasyonu gereksiz görmekteydi. Taylor işçinin yalnız para için çalıştığını, bu nedenle şirket yönetimlerinin işin psikolojik ve sosyal yönleri ile ilgilenmemesi gerektiğini ileri sürdü. Daha sonra motivasyonun X teorisi gündeme geldi.
Bu teoriyi ortaya atanlara göre insanlar esasında aylaklığa ve kaytarmaya meyilli, tembel yaratıklardı. Bu nedenle yönetici, bir elinde havuç diğer elinde sopa ile katırını yürütmeye çalışan bir köylü gibi davranmalıydı. Başarı durumunda çalışan ödüllendirilmeli, başarısızlar ise cezalandırılmalı, gerektiğinde kapının önüne konmalıydı.
İnsancıl olmayan bu motivasyon yöntemi olumlu sonuç vermediği için zamanla terk edildi. Motivasyonun “Y teorisi” öncekine göre daha olumlu görünüyordu. “Y” teorisini geliştiren Doug McGregor, bu teoriyi şöyle özetlemişti: “İnsanların içinde verimliliğe ve üretkenliğe yatkın nitelikler zaten vardır. Etkin bir kontrol ve ödüllendirme sistemi ile bu nitelikler geliştirilebilir.” McGregor’un teorisi yönlendirme ve denetime gerektiğinden fazla ağırlık verdiği için 1970 sonrasında gözden düştü. Bu teorileri kendi kültürlerine uygun bulmayan Japonlar, motivasyonun “Z Teorisi”ni geliştirdi. Bu teori Japonya’da son yıllara kadar uygulanan ve ömür boyu istihdama ve işçinin işyerine sadakatine dayanan motivasyon sistemini ifade etmekteydi. Küreselleşme fırtınası en büyük Japon şirketlerini bile bu sistemi terk etmeye zorladı ve “Z teorisi”de etkinliğini kaybetti. Bir zamanlar “Y” teorisini benimseyen Peter Drucker, sonraları bu düşüncesinin yanlış olduğunu şu gerekçeyle ifade etmişti: “Günümüzde kendi işini şirketteki herkesten daha iyi bilen ‘bilgi işçisi’ artık ‘ast’ sayılamaz. Bu ortamda tek bir motivasyon teorisi ile yönetmek yanlıştır. Hedef, her bireyin kendine özgü gücünü ve bilgisini verimli kılmaktır. Bu nedenle çalışanlar içindeki farklı gruplar, farklı şekilde yönetilmelidir.” Taylor’dan sonra geliştirilen motivasyon teorilerinde öncelik sosyal ve sosyal-psikolojik ortama ve ilişkilere verildi. Elton Mayo, eserlerinde işçilerin işyerinde kurduğu sosyal ilişkilerin önemli olduğunu, sıkıcı ve monoton işlerin verimliliği düşürdüğünü vurguladı. David McClelland işteki tatmin duygusunun motivasyonu güçlendirdiğini, paranın tek başına verimliliği yükseltemeyeceğini savundu. John Stacey Adams’ın motivasyon teorisinde eşitlik başroldeydi. Adams, işçilere eşit davranıldığı ve işçiler arasında ayrım yapılmadığı takdirde verimliliğin artacağına inanıyordu. Motivasyon konusunda 1960 sonrasında Kurt Levin’in “Üç Alan”, Edwin A. Locke’ın “Hedef Belirleme” ve Victor Vroom’un “Beklentiler” teorileri geliştirildi. Bu teorilerde kültürel farklılıkların önemli olduğu, işçilerin motivasyonunun farklı dönemlerde farklı faktörler ile sağlanabileceği görüşleri temel tez oldu.
21. yüzyılda X ve Y teorileri yerine “kendi kendine motivasyon” yöntemi ön plana çıkmaktadır. Drucker, Abraham Maslow, Frederick Herzberg ve Charles Handy gibi “guru”ların görüşlerinden yararlanılarak oluşturulan bu yöntemi şöyle özetlemek mümkündür:Modern şirketler, motivasyonda önce pozitif bir çalışma ortamının oluşturulmasına öncelik vermektedir. Çalışanları yetkilendirme amaçlanırken bu adımın etkili olması için bağımsız düşünce alışkanlığı teşvik edilmekte ve çalışanlara eğitim verilmektedir. Çalışanlardan geri bildirim alınması, onların görüşlerinin dinlenmesi ve ekiplerin oluşumu ve ödüllendirilmesi de motivasyonun önemli bir unsuru olarak kabul edilmektedir.
Hatalı motivasyonun sakıncaları: Geçen yüzyılın yıpranmış motivasyon anlayışı, günümüzün değişen koşullarında uygulandığında şu olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir: