(Management of success) Başarının sürdürülmesi siyasal ve sosyal hayatta olduğu gibi iş dünyasında da zordur. Amerikan iş dünyasında “Başarı kadar başarısızlığa götüren bir şey yoktur” (Nothing fails like success) sözü yaygındır. Başarıyı devam ettirme zorunluluğu ve beklentisi yeni bir meydan okuma olarak şirket yönetiminde gerilim ve huzursuzluk doğurur. Çalışanlar, başarının yarattığı ferahlığı yaşarken, yönetim yeni ve daha iddialı hedeflerin peşine düşmek zorundadır. Çünkü eldekini korumak için alınacak önlemler zirvede kalmaya yetmez. Sürdürülebilir başarı için yönetim, pazar payını büyütmek ve uzun vadeli bir dinamizm oluşturmak üzere şirketi yeniden örgütler. Bu aşamada israftan ve hesapsız açılma girişimlerinden de kaçınmak gerekir. Küreselleşme dönemi öncesinde, bir şirketin kendi alanında Türkiye’nin hatta Balkanlar ve Ortadoğu’nun büyük şirketlerinden biri olması, pazar payının korunması açısından bir güvence sağlamaktaydı. Gümrük duvarlarının alçaldığı, ülkeler arası mal ve hizmet hareketlerinin serbestleştiği bir dönemde, başarının da Avrupa ve dünya çapında yeniden tanımlanması gerekmektedir. Aksi takdirde ulusal planda başarılı olan şirketler, artan ithalat ve yabancı sermayenin doğrudan yatırımları nedeniyle pazar payını kaybedebilir.
Başarı yönetiminin üç önemli unsuru şöyle özetlenebilir:
Yeni strateji: Şirket yöneticileri, kendilerine başarıya ulaştıran reçeteyi, yeni dönemde de uygulama eğilimindedir. Oysa kuruluş ve büyüme dönemindeki strateji, başarının konsolide edileceği, yeni ve iddialı hedeflere göz dikildiği dönemlerde iyi sonuç vermeyebilir. Başarı yönetiminin stratejisi, hem eldekini korumayı hem de daha iddialı hedeflere yönelmeyi sağlamalıdır. Yeni strateji, hedefleri, kuralları ve ilkeleri yeniden belirleyerek şirketi gençleştirir ve onun ömrünü uzatır.
Zamanlama: Şirket, başarının doruğuna henüz ulaşmadan, yeni büyüme dönemi için hazırlıklara başlamalıdır. Aksi takdirde geç kalınmış olur ve başarının verdiği rahatlık, yeniden yapılanma ve örgütlenme çalışmalarının ertelenmesine yol açar. Vites yükseltmek için atılacak reform adımları, başarıdan sonraki döneme bırakılırsa zirve, başarı grafiğindeki düşüşün başlangıç noktası olur.
Eğitim: Yönetim kadroları ve çalışanlar, daha üst düzey hedefler için eğitilmezse, başarının sürdürülmesi kolay olmaz. Ancak bu eğitim ve uyum çalışmalarında, başarı yorgunluğunu dikkate almak ve çalışanları aşırı ölçüde germekten kaçınmak gerekir. Yeni hedefler için yeni elemanlar istihdam etmek çoğu kez daha akılcı bir yol olabilir.
Başarısızlığın yönetimi: En başarılı kurum veya şirket bile arada bir başarısız bir dönem yaşar. Esasında bu olumsuz dönemler şirket yönetimlerine rotayı düzeltme fırsatı verir. İnsanlar, başarı kadar başarısızlıktan da bir şeyler öğrenebilir. Yönetim, hayatın akışı içinde ortaya çıkabilecek aksilikler ve yol kazalarına karşı başarısızlığı yönetecek ve kurumu tekrar düze çıkaracak bir plana sahip olmalıdır. Başarı yönetiminde sosyal-psikolojik ortamı da dikkate almak şarttır. Çaresizlik duygusunun ve edilgenliğin henüz ortadan kaldırılamadığı, vasatlığın hâlâ “standart performans” olarak kabul edildiği bir ortamda “başarı” bazıları tarafından neredeyse bir “kusur” gibi görülür. Başarısızların çoğunlukta olduğu ülkede “başarılı olma cüretini gösteren” kişi, ilk sendelemesinde anasından doğduğuna pişman edilir.
Başarının riskleri: Zirveye yaklaşan yöneticinin tek bir amacı vardır. Bu amaç için tüm güçlerin seferber edilmesi, büyük bir dinamizm ve enerji yaratır. Zirve noktasına ulaşıldığında ise işler birden karışır. Başarının getirdiği olumlu duyguların tadı çıkarılırken, zirvede kalmanın ve daha yükseklere tırmanmanın sorunlarına kafa yorulmaz. Başarıdaki kırılma noktası çoğu kez en parlak zaferlerin kazanıldığı günlerde ortaya çıkar. Ağır bir çalışma dönemi sayesinde kazanç rekorları kırıldığında üst yönetim kademeleri rahatlar. Yönetici, koltuğuna yaslanıp “Zaferin keyfini çıkarma günü geldi...” diye düşünür. Yönetim kadrolarına da yayılan bu ferahlama ile birlikte bazı şeyler aksamaya başlar. Başarı sarhoşluğu döneminde ihmal edilen aksaklıklar zamanla büyüyüp şirketin pazar payını düşürür. Şirkette art arda önemli başarılar kazanan yönetici, bir süre sonra tüm ka- zanımların kendi kişisel yetenek ve becerisi sayesinde gerçekleştiğine inanır. Herkesin peşinde olduğu başarı formülünü ele geçirdiğini düşünen yönetici, sistemli ve bilimsel çalışmaya eskisi kadar önem vermez. Kendine hayranlığı nedeniyle kadrosunu vasat yeteneğe sahip elemanlarla doldurur ve sonunda başarısızlık kapıyı çalar.
“İkarus sendromu”: Belirli başarı dönemlerinden sonra yönetici kadrolarda, işlerin hep yolunda gideceğine ve ufukta yeni başarıların olduğuna dair bir inanç yaygınlaşır. Gemicilerdeki engin denize açılma tutkusuna benzer bir duygu yöneticinin tüm benliğini sarar. Yönetici daha büyük hedeflere ulaşmak için bilinmeyen riskleri göze alıp güvenceli limanlardan iyice uzaklaşır. İşini kontrol edemeyeceği kadar büyütür, bilmediği sektörlere girer. İş hayatının beklenmedik fırtınaları koptuğunda ise enginlere açılan yönetici tek başına ve çaresizdir. Bu yöneticinin kaderi mitolojideki İkarus’un öyküsüne benzer. İkarus, bir hapishaneden kaçmak için babasının yaptığı ve vücuduna balmumu ile yapıştırdığı kanatları ile uçmaya başlar. Yere inmek yerine içinden gelen sesi dinleyerek uçsuz bucaksız göklere doğru yükselir. Güneşe yaklaştığında balmumundan kanatları eriyince yükseklerden denize düşer. Yüreğindeki yükselme hırsını denetleyemeyen yöneticinin kaçınılmaz sonu da düşüştür.
Şatafat ve şaşaa merakı: Büyük şirketlerde, gösteriş ve debdebenin işin bir parçası ve mülkiyetin tatlı bir meyvesi olduğu düşünülür. Başarı ve yüksek kazanç dönemlerinde patron veya genel müdür, helikopteri, yatı ve özel uçakları ile şaşaalı bir hayat tarzı sürmeye başlar. Bu tarz giderek diğer üst düzey yöneticilerce de benimsenir. Amerikalı yönetimbilim profesörü Andrew Ward, aşırı israfın şirkete verdiği zararı şöyle anlatmaktadır: “Aslına bakılırsa bu lüks harcamaların şirket kazancına oranı pek yüksek değildir. Ancak esas zararı ‘aşırılık’ verir. Patronun veya genel müdürün hayat tarzı diğer yöneticilerin de dikkatini dağıtır. Müdürler de, primlerin, ek gelirlerin ve statü sembollerinin peşine düşer. Masaların, sekreter odalarının büyüklüğü, hatta koltuğun lüksü ve odadaki pencere sayısı bile önemli olur. Saray entrikalarını aratmayacak kadar artan kıskançlık ve iç çekişmeler, yöneticileri gerçek hayattan, çalışanların sorunlarından ve tüketicilerin taleplerinden koparır. Aşırılığın pençesine düşmüş bir şirket en başarılı ve ihtişamlı döneminde düşüşe geçebilir.”