Perili Köşk’te bir İngiliz: Mat Collishaw
Güncel sanata yön veren sanatçılardan Mat Collishaw, Aritmi sergisinde gelmekte olan çevre felaketine dikkat çekiyor, doğanın düzensizleşen kalp ritmine kulak veriyor. Sanatçının Borusan Contemporary’nin siparişiyle ürettiği Çınlayan Sirenler Marmara Denizi’ni istila eden deniz analarına atıfta bulunuyor.
GİLA BENMAYOR
Bu hafta Borusan Contemporary’de yeni açılan iki sergi ‘Aritmi’ ve ‘Dijital Mitoloji’lerden söz edecektim. Ancak Rumelihisarı’nda bulunan Perili Köşkte’teki sergileri ziyaret ettikten birkaç saat sonra kendine has ‘tombul ve “şehvetli’ kadınları, fil boyundaki kedileriyle bilinen 91 yaşındaki Kolombiyalı ressam ve heykeltraş Botero aramızdan ayrılınca editörümden rica ettim. “Botero’yu da yazsam?”. Dolayısıyla “Aritmi”nin sanatçısı İngiliz Mat Collishaw ile Jack Nicholson, Sylvester Stallone gibi Hollywood oyuncularının sanat koleksiyonlarında yer alan Botero bu yazıda buluştu. Güncel sanata yön veren sanatçılar arasında olan, yapay zekâ teknolojilerini kullanan Mat Collishaw ile sanat dünyasına “Boterismo” kavramını hediye eden Botero’nun tanışıp tanışmadıklarını bilmiyorum.
Dürer ortak noktaları
Ama okumalarımda ikisi arasında müthiş bir ortak nokta keşfettim.Rönesans’ın Alman sanatçısı Albrecht Dürer. Mat Collishaw, “Aritmi” sergisinde yer alan “Hasekiküpesi” ve “Fısıldayan Çalılar” eserlerinde Dürer’den ilham alıyor. Her iki eseri, Dürer’in suluboya çizimlerinin sanal ve üç boyutlu simülasyonlarını oluşturarak yaratıyor. Botero’ya gelirsem, 1967 yılından itibaren Kolombiya, New York ve Avrupa arasında düzenli olarak seyahat eden sanatçı Almanya ziyaretinde Dürer’in eserlerini keşfediyor, büyüleniyor. Alman ustanın resimlerinden büyük boy karakalem “pastiş” bir seri üretiyor.
Seriye de “Durerobotero” adını veriyor. Günümüz teknolojileriyle üreten Collishaw ile Kolombiya Başkanı Gustavo Petro tarafından “geleneklerimizin, erdem ve kusurlarımızın ressamı” diye tarif ettiği Botero’nun Rönesans’ın ustasında buluşması ilginç değil mi? Konudan uzaklaştığımın farkındayım ama bir diğer ilginç nokta Collishaw gibi çağdaş sanatçıların Rönesans’tan ilham almaları. Örneğin, Ordu’da Fata Morgana Sergisi’nin sanatçısı Aydın Alper’in Rönesans’ın kuzeydeki temsilcisi Hollandalı Hieronymus Bosch’tan esinlenmişti. Bu tespitimi Perili Köşk’te “Dijital Mitolojiler” sergisinin küratör Necsi Sönmez ile paylaştığımda, bu isimlerin güçlü referanslar olduğunu, eserlere değer kattıklarını söylüyor.
Pandora ve çınlayan sirenler
“Aritmi” Sergisi’ne dönersem Collishaw’un referans aldığı bir diğer isim 19. yüzyıl bilim insanı ve botanik sanatçısı Ernest Haeckel. Mat Collishaw, karakalem Pandora çizimini, Dürer’in “Mahşerin Dört Atlısı” ahşap baskısının görseliyle birlikte Haeckel’in deniz organizmalarına ait metnini kullanarak yapay zekâyla üretmiş. Sanatçı, bu teknolojiyi neden kullandığını serginin küratörü Alice Sharp ile söyleşisinde şöyle açıklıyor: “Tarihsel fikirlerden beslenerek, geçmişte yaşanmış olayları aktarmak için kullanıyorum dijital üretim tekniklerini. Böylelikle sanat eserinin, geçmişte olanlarla günümüzde olanlar arasında köprü kurması mümkün oluyor.” Serginin en canlı eseri kanımca Borusan Contemporary’nin siparişi olan Çınlayan Sirenler enstalasyonu. Üç boyutlu bir zoetrop (durağan resimleri hareketli gibi gösteren bir aygıt) olan enstalasyonda denizanalarından oluşan bir sarmal, çelik bir kafes içerisinde hapsedilmiş gibi duran bir ahtapotun etrafında dolanıyor. Enstalasyon deniz kirliliği nedeniyle ekosistemi etkileyen deniz analarının çoğaldığına, korunması gereken ahtapot türlerinin ise aşırı avlanma nedeniyle tehlikede olduğuna dikkat çekiyor. Sergiyi birlikte gezdiğimiz küratör Alice Sharp ise çevre sorunlarına sanat yoluyla dikkat çekmeyi başarmış bir isim. Collishaw’un Aritmi Sergi’nde bunu başardığını rahatlıkla söyleyebilirim. Sharp bu arada 2026 Avrupa Kültür Başkenti seçilen Finlandiya’nın Oulu’da “İklim Saati” etkinliğinin küratörlüğünü yapıyor.
Borusan koleksiyonu ve dijital mitolojiler
Perili Köşk’teki ikinci sergi “Dijital Mitolojiler” dijitale ağırlık veren “Aritmi” ile diyalog halinde. Belli ki, üzerinde uzun uzun çalışılarak hayata geçmiş sergiler. Dijital Mitolojiler Sergisi’nin küratörü Necmi Sönmez eşliğinde Perili Köşk’ün tüm katlarına yayılmış serginin ancak bazı bölümlerini gezebildim. Sergide, Ahmet Kocabıyık’ın yeni medya tutkusuyla şekillenen Borusan Koleksiyonu’ndan 61 eser yer alıyor. Necmi Sönmez, sohbetimizde “Dijital Mitoloji aslında terminolojide olmayan bir şey” diyor. Peki o zaman neden “Dijital Mitolojiler”? “Yeni tekniklerle üretilen eserler bireyin ne kadar kuşatıldığını, köşeye sıkıştığını gösteriyor. Ama buna rağmen biz bu dijital dünyanın içine girdiğimizde mutlu oluyoruz. Şöyle düşündüm. Tanrılar, tanrıçalar nasıl ölüm, intikam, aşk hikâyeleriyle kendilerine ait bir dünya, yani mitolojiyi yaratmışlarsa, günümüz sanatçıları da dijital üretim tekniklerini kullanarak bugünün mitolojisini oluşturuyorlar” diyor Sönmez. Eski mitoloji ile yeni mitoloji arasında ilginç paralellikler olduğunu da ilave ediyor. Bu serginin kalbi ise dediğine göre Amerikalı sanatçı Jennifer Steinkamp’ın “Papatya Zinciri” adındaki video yerleştirmesi. İnsanı inanılmaz mutlu eden bir eser.
Kusurların, erdemlerin ve barışın ressamı Botero
Sanatını "İnsanları, hayvanları, manzarayı biçime bir duygusallık katmak kaygısıyla resmediyorum. Zira gerçek fazlasıyla kuru ve katı" diye tanımlıyordu Botero... 91 yaşında yaşama veda eden usta sanatçı 'hacimli' diye tarif ettiği eserleriyle kendince şehveti ifade ediyordu.
91 YAŞINDA aramızdan ayrılan Kolombiyalı ressam ve heykeltraş Fernando Botero dünyaya hacimli ama zarif, insana neşe ve çoşku veren, kimi zaman ironik eserleri hediye etmiş inanılmaz üretken bir sanatçı. Üretken derken abartmıyorum.Zira 4 bin 500 resim, 2 bin 500 çizim ve dünyanın pek çok merkezinde karşınıza çıkabilecek 350 heykelden söz ediyoruz. Sanatını “İnsanları, hayvanları, manzarayı biçime bir duygusallık katmak kaygısıyla resmediyorum. Zira gerçek fazlasıyla kuru ve katı” diye tarif eden sanatçı gökkuşağının tüm renklerine boyadığı kişilerine “şişman” denmesini ise sevmiyor. “Hacimli demeyi tercih ediyorum. Baktığınızda kadınlarımın bilekleri incecik, ayakkabıları küçücük. Hacim hayata coşkuyla sarılmanın, duyuları harekete geçirmenin, şehvetin ifadesi.
Anıtsal bir armut çizdiğimde bile şehveti algılarsınız.” Benzersiz stiliyle sanat dünyasına “Boterismo” kavramının yerleşmesini sağlayan Botero 1932 yılında Kolombiya’nın Medellin şehrinde dünyaya geliyor.
Boğa güreşcisi yerine ressam
Medellin uyuşturucu kartellerinin beşiği olarak ünlü. At sırtında satıcılık yapan babasını dört yaşında iken kaybediyor. Terzilik yapan annesi aileyi geçindirirken amca eğitimini üstleniyor. 12 yaşında boğa güreşçisi okuluna yazdırıyor ama Botero’nun resim tutkusu baskın çıkıyor. Medellin’in en önemli gazetesinde bir illüstrasyonu yayınlandığında 16 yaşındaydı. İllüstrasyon, galeri derken film setlerinde tasarımcı olarak da çalışıyor. Dünyası, vizyonu eserleri gibi hacimli, renkli. 20 yaşlarında kazandığı parayla resim okumak için Avrupa’ya yelken açıyor. Madrid’de San Fernando Sanat Akademisi’nde okuyor. Bu arada Fransa, İtalya’da rönesans ustalarını çalışıyor, eserlerini kopyalıyor. ‘Boterismo’ ya yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Akademide okurken Meksikalı Diego Rivera (Frida Kahlo’nun kocası) gibi duvarlarda kocaman freskler çizen ressamlardan etkilendim. Siyasi mesajları da vardı. 1952 yılında Avrupa’ya gittiğimde eserlerin küçük boyutları beni hayal kırıklığına uğrattı. İşte o andan itibaren sanat tarihine daldım. Rönesans öncesi sanatçıları inceledim. Toskana’da Giotto’nun hacim illüzyonu veren fresklerini görünce kafamda bir kıvılcım çaktı.”
Her şey mandolin ile başladı
Yuvarlık, hacimli hatlara eğilimi ise 1956 yılında Meksika’da bir mandolin resmederken ortaya çıkıyor. “Her şey bu mandolini resmederken başladı. Şimdi özel bir koleksiyonda olan müzik aletini kocaman yaptım, ortasındaki deliği ise küçük. Güzel bir kontrast yakaladığımı fark ettim. Bu orantısızlık ilginç bir şeydi. Aradığım anıtsallığı ve estetiği bir arada yakalamayı başarmıştım.” Buna Kolombiya gibi uyuşturucu baronlarının ve teröristlerin cirit attığı bir ülkeyi sanatla dünyaya lanse etmek başarısını da katın. Tabii bu başarıda Botero’dan 5 yaş büyük, yine Kolombiyalı yazar, “büyülü gerçeklik” akımının öncülerinden Gabriel Garcia Marquez’in de payı büyük. Latin Amerika’nın bu iki dev isminin 1960’larda iş birlikleri de var. Marquez’in El Tiempo Gazetesi’nde yayınlanan hikayesinin illüstrasyonunu Botero çizmiş.
Bu arada Botero’nun sevdiği Meksikalı duvar ressamları gibi siyasi mesajları olan eserleri hayli fazla. Uyuşturucu kartellerinin savaşları, Latin Amerikalı cunta liderleri, Amerikalıların Abu Ghraib’de tutuklulara uyguladıkları işkenceler tablolarında yer alıyor. Yani eserleri bazılarının tanımladığı gibi asla “naif” değil.
Kafamdaki kokteyl
Bir söyleşisinde “Sanatım pek çok şeyden etkileniyor. Etrüsk sanatı, geleneksel sanat, Kolomb öncesi sanat. Büyük bir karışımdan söz ediyorum. Kafamda dönüp dolaşan büyük bir kokteyl var” diyen Botero’nun ilk başarısı 1961 yılında MoMa’nın “Mona Lisa 12 yaşında” tablosunu satın alması denebilir. Çağımızın en çok para kazanan ressamlarından biri olan Botero, Medellin ile başkent Bogota’ya eserlerini ve koleksiyonunun bir bölümünü bağışladığı 2 müze armağan etti. “Picasso gibi resim yaparken ölmek istiyorum” diyen sanatçıyı 2010 yılında İstanbul’da Pera Müzesi ağırlamıştı. Pera Müzesi Direktörü Özalp Birol’un sözleriyle “Botero’nun eserleri, zevk, sevinç, eğlence, kutlama halleriyle duyusallık ağırlıklı (sensuality). Resimlerinde insana özgü hüzün, mesafeli olma hali gibi unsurlar da var elbette. Özellikle Latin Amerikalı halklarını çok iyi yansıtan bir sanatçıydı.” Bu dünyadan bir Botero geldi, geçti.