Doğunun incisi Semerkant
M.Ö 329 yılında Semerkant’ı fetheden Büyük İskender “Semerkant ile ilgili duyduğum her şey doğruymuş, tek fark hayal ettiğimden daha güzel olması” demiş. Ben de ilk kez gittiğim Semerkant’ta benzer duygular yaşadım…
Cuma günkü Odak köşesinde yer alan yazımda, Semerkant’a Air Samarkand’ın ilk tarifeli seferiyle yolculuğumu yazmıştım. https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/semerkanti-yasamak/736307 Bugün, Özbekistan’ın başkentinin kültürel ve tarihi mekânlarından söz etmek istiyorum…
M.Ö 329 yılında Semerkant’ı fetheden Büyük İskender “Semerkant ile ilgili duyduğum her şey doğruymuş, tek fark hayal ettiğimden daha güzel olması” demiş. Ben de ilk kez gittiğim Semerkant’ta benzer duygular yaşadım…
Mavi kubbelerle kaplı, tarih boyunca İpek Yolu’nun en önemli güzergâhlarından olmuş Semerkant turuna Registan Meydanı ile başladım. Aynı bölgede Uluğ Bey, Tilla Kari (Telkari, altınla kaplanmış anlamında) ve Şirdar (Aslan) Medreseleri ve hemen yakınında Gur-i Emir ile karşısında Rukhabad mezarı bulunuyordu.
Gur-i Emir, “Bey'in Türbesi” anlamına geliyor, her yeri mavi ve yeşil çinilerle kaplanmış. İçinde Timur ve aile bireylerinin mezarları var. Timur’u tarihimizde Ankara Savaşı’nda (1402) 1. Bayezid’i esir alan ve arkasından Osmanlı’da 11 yıl boyunca sürecek taht kavgalarına neden olan isim olarak hatırlıyoruz. 71 yaşında Çin'e karşı düzenlediği seferde hasta düşerek 1405’te hayata veda ediyor ve Gur-i Emir’e defnediliyor.
Timur’un mezarının ilginç hikâyesi
Timur'un vefatından yüzyıllar sonra Sovyetler Birliği (1922) kuruluyor. 1941’de Timur'un türbesini restore etmeye başlayan araştırmacılar, mezarını açma girişiminde bulunuyorlar. Ancak, inanışa göre Timur'un mezarının açılması birçok felaketi beraberinde getirecek. Timur'un mezar taşında “Ölümden dirildiğimde dünya titreyecek” yazıyor, bir diğeri ise mezarının içinde: “Mezarımı rahatsız eden benden daha korkunç bir istilacı salacaktır” deniliyor.
Bu konudan rahatsız olan Özbeklere göre mezar açıldığı için er ya da geç Timur'un laneti gerçekleşecektir. Bir tesadüf müdür bilmek mümkün değil, mezarın açılmasından tam bir gün sonra II. Dünya Savaşı’nın doğu cephesi açılacak, 22 Haziran’da Alman tankları Sovyet sınırını geçecektir!
Timur, 19-20 Kasım 1942'de yeniden bir cenaze töreni düzenlenerek bu kez türbenin altına açılan bir odaya defnedilince lanet (!) sona erer! Aynı gün Sovyet birlikleri savaşın seyrini değiştiren karşı saldırı başlatırlar, her şey yoluna girmeye başlamıştır…
Gur-i Emir’de Timur'un, oğullarının, torunların ve Timur'un hocasının kabirlerinin yanı sıra bitişikte medrese ve cami yer alıyor. Türbenin hemen yanında basamaklarla inilen minik bir çarşı bulunuyor, burada yerel ürünleri ve Sovyetler Birliği’nden kalan madalya vb. eşyaları bulmak mümkün…
En eski yapılardan Ruhabad
Timur’un türbesinden çıktığınızda tam karşınızda Ruhabad mezarı bulunuyor. Semerkant'taki en eski yapılardan biri. Bina, 1380 yılında Emir Timur'un emriyle inşa edilmiş. "Ruhabad" kelimesi "ruhların meskeni" anlamına geliyor. Efsaneye göre türbenin kubbesinde Hz. Muhammed'in yedi saçı varmış. İnşaatın ardından Ruhabad türbesi hacılar arasında çok popüler hale gelmiş. Avluda minyatürler, mücevher kutuları, ahşap bardak altlıkları, deve tüyünden şallar vb. satan küçük dükkânlar bulunuyor. Ruhabad külliyesine bağlı 16. yüzyıldan kalma küçük bir minare ve cami de aynı yerde…
Registan Meydanı
Registan Meydanı’nda farklı üç yapı yer alıyor. "Kumlu Yer" anlamına gelen Registan Meydanı; Tilla Kari Medresesi, Uluğbey Medresesi ve Şirdar Medresesi'ne ev sahipliği yapıyor. 15. yüzyılda dünyanın en iyi eğitim merkezlerinden biri olarak tanınan bu medreselerde, temel eğitim dalları matematik ve gök bilimi.
Registan Meydanı'ndaki tüm medreseler, çeşitli dönemlerde yapılmalarına karşın aynı plan üzerinde inşa edilmişler: Dört köşeli bir bahçe, dört teras ve çevre boyunca sıralanmış odalar... Oda kapıları, ülkemizde pek çok medresede gördüğümüz gibi saygı ve alçak gönüllülüğü simgeleyen bir biçimde alçak yapılmış. Girerken ve çıkarken mutlaka başınızı eğmeniz gerekiyor…
Uluğ Bey Medresesi
Külliyenin ilk yapısı olan Uluğ Bey Medresesi, Timur İmparatorluğunun 4. sultanı gök bilimci Uluğ Bey tarafından 1417-1420 yıllarında yaptırılmış. Matematikçi ve astronomi bilgini olan Uluğ Bey’le birlikte 1449'da öldürülmesinden sonra yıktırılan rasathanesini de anımsatmak gerekiyor. Rasathanede yapılan gözlem ve hesaplamalar, günümüz astronomi değerlerine oldukça yakın. Uluğ Bey, örneğin bir yılın uzunluğunu 365 gün 6 saat 10 dakika 8 saniye olarak belirlemiş. Bir sekstant sayesinde yıldızların ufuktan yükseklikleri ölçülür ve bu sayede gökyüzü ve yıldızlar ile ilgili hesaplamalar yapılırmış. Avluda o zamanları temsilen bir güneş saati yer alıyor. Ünlü gökbilimci Ali Kuşçu'nun da bu rasathanede çalıştığı biliniyor.
Şîrdâr Medresesi
Uluğ Bey'in ölümünden 200 yıl sonra, Semerkand'ın yöneticisi olan Yalangtuş Bahadır'ın emriyle birinci medresenin bir kopyası olarak ikinci medrese inşa edilmiş. Şîrdâr Medresesi’nin taçkapısında Aral kaplanı, güneş ve geyik motifleri işlenmiş. Kaplanların yüzü insan yüzü! Avluda bir zamanlar talebelerin kullandıkları odaların çoğu el işi atölyelerine ve hediyelik eşyaların satıldığı dükkânlara dönüşmüş. Akşamları medresenin avlusunda yerel motifli gösteriler yapılıyor. Ben de millî çalgıları karnay’la yapılan bir gösteriyi izleme fırsatı buldum.
Tillakari (Altın İşlemeli) Medrese
Şîrdâr Medresesi’nin yapımından birkaç yıl sonra yine Yalangtuş Bahadır tarafından iki medresenin ortasında meydana bakacak şekilde üçüncü medrese yaptırılmış, iç bezeme süslemelerinde saf altın kullanıldığı için Tillakari (Altın İşlemeli) Medrese denilmiş.
Registan Meydanı, 2001 yılında, Semerkant'taki diğer tarihi yapıtlarla beraber Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiş.
Bibî Hatun Camii
Semerkant’ı gittiğim bütün şehirlerdeki gibi yürüyerek dolaşıyorum. Sırada 15 dakika mesafedeki Timur’un en sevdiği eşi Bibî Hatun adına yaptırdığı cami var. O dönemde dünyanın en büyük ve en önemli camii konumundaymış. Bîbî Hatun’un türbesi de caminin karşısında. Yapılışından kısa süre sonra depremler ve diğer tabiat şartlarından epey etkilenmiş; meydana gelen tahribata dayanamayan, harabeye dönüşen bina, yine de âbidevî özelliklerini ve azametini sürdürmüş. Caminin restorasyonu sürüyor. Bu haliyle bile çok etkileyici gözüküyor.
Siyob halk pazarı
Caminin yanında yerli halkın da turistlerin de çok ilgisini çeken Siyob halk pazarı bulunuyor. Burada satıcıların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Ürettikleri el emeği ürünlerin satışını yaptıkları pazarda bunların yanı sıra kuruyemişler, ev yapımı tatlılar, fırından yeni çıkmış ekmekler, peynirler, turşular yani bir pazarda bulabileceğimiz her şey gayet makul fiyatlarla satılıyor.
Diğer yerler
İmam Buhari Türbesi, Afrasiyab (Semerkant’ın eski adı) Müzesi, İmam Maturidi'nin pek çok eser gibi mavilere bürünmüş türbesi de mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Bir de bin yıllık tarihi geçmişe sahip nekropol Şâh-ı Zinde (Yaşayan Sultan)… Burada çok sayıda türbe yan yana dizilmiş. En önemlisi de Zinde Şah’a ait. Bir rivayete göre Hz. Muhammed’in yeğeninin oğlu olan Kusem b. Abbas’ın başını kesmişler, kellesini koltuğunun altına alıp, koşarak kaybolmuş. Yaşıyor anlamında Zinde demişler…
Semerkant’taki sayılı günler çabuk geçiyor… Bu kadim şehirden bin 300 yıl önceki yöntemlerle kâğıt yapan bir atölyeye gidip prosedürü görememenin üzüntüsüyle ayrılıyorum. Semerkant kâğıdı bütün dünyanın bildiği çok özel bir kâğıt. Semerkantlı ustalar, 10. yüzyılda dünyadaki en ince, pürüzsüz, dayanıklı ve mürekkebi fazla emmeyen kâğıt çeşitlerini üretmeyi başarmışlar. İpek Yolu’ndan giden kervanların muhakkak aldıkları ve dünyanın başka köşelerine satmak için develerine yükledikleri bir malzemeymiş. Semerkant kâğıdı sallandığında kendine özgü bir ses çıkarır, insanlar onu bu sesinden de tanırlarmış. Son bir bilgi, Semerkant kâğıdı 300 yıldan fazla saklanabiliyormuş…
Ne diyeyim o da bir başka Semerkant yolculuğuna…