“Diyarbakır’ı sevmek, mukaddes bir vazifedir”
Havalimanına doğru yola çıkıyoruz. Gecenin karanlığı, düşünmek, hayal etmek için epey fırsat veriyor. Diyarbakırlı Cahit Sıtkı Tarancı’nın kardeşi Nihal’e yazdığı bir mektubu anımsıyorum…
Zerzevan Kalesi dönüşü şehirde önce Ulu Cami’yi, arkasından Dört Ayaklı Minare’yi ziyaret ediyoruz. Sur Çarşısı’ndan geçerek öğle yemeği için 1887 yılında Osmanlı Valisi Ahmet Cemil Paşa tarafından yaptırılan Cemil Paşa Konağı’na ulaşıyoruz. Burada, bu kez Diyarbakırlı kadınların hazırladıkları lezzetler bizi bekliyor.
Diyarbakır Valiliği ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin ortak projesi kapsamında restorasyon halinde olan Cemil Paşa Konağı, kent müzesi haline dönüştürülecek. Konağın avlusunda bizi bekleyen yemekler şöyle sıralanıyor:
Ekmek çeşitleri: Diyarbakır çöreği, Diyarbakır ekmeği, tandır ekmeği, bakravaç, patile, bulgur ekmeği, mercimekli ekmek, katmer. Ara ikramlar: Belluh, hurik, bostana, zerefet, menengiç turşusu, kenger turşusu. Yöresel yemekler, çorbalar: Kaburga dolması, duvaklı pilav, Diyarbakır güveci, mehir, ekşili dolma (sumaklı), kabak meftunesi, habenisk, nardan aşı, hazro kebabı. Yöresel tatlılar: Sütlü Nuriye, pestil tatlısı, soğuk baklava, asit (maliz), susam tatlısı (susam ve pekmez ile). Şerbetler: Sumak şerbeti, alıç şerbeti.
5 asırlık Deve Hamamı
Diyarbakır türküleri eşliğindeki yemeğimiz sonrasında gün inerken şehrin sokaklarında bu kez Sülüklü Han’a doğru yürüyoruz. Yolumuzun üzerindeki tarihi 5 asır öncesine kadar giden Deve Hamamı’na uğruyoruz. Rivayet o ki hamam inşaatı sırasında yük taşıyan develerden biri, yapının büyüklüğü nedeniyle kaybolmuş ve bu yüzden Deve Hamamı adını almış. Soyunmalık bölümü, sanıyorum işletenler tarafından biraz derlenip toplanmış; çünkü, içinde bir kafe yer alıyor, ama diğer bölümleri tâbir yerindeyse bakımsızlıktan dökülüyor. Sekizgen hamamın kubbesini de otlar bürümüş…
Sülüklü Han
1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yapılan tarihi Sülüklü Han şanslı. 2010 yılı itibariyle restore edilip ziyaretçilerin hizmetine girmiş. Bir dönem hekimler tarafından burada bulunan kuyudan sülük çıkarıldığı söyleniyor. İçindeki kafede kahvelerimizi ve şerbetlerimizi içtikten sonra havalimanına doğru yola çıkıyoruz. Gecenin karanlığı, düşünmek, hayal etmek için epey fırsat veriyor. Diyarbakırlı Cahit Sıtkı Tarancı’nın kardeşi Nihal’e yazdığı bir mektubu anımsıyorum:
“İstanbul çok güzel Nihal... Fakat içinde doğup büyüdüğümüz Diyarbakır daha güzeldir... Oranın topraklarında bize yakınlık var. Oranın taşları bize karşı hissiz değildir. Oranın havası ciğerlerimizi iftiharla şişirecek ne de olsa temiz, öz havamızdır. Oranın suları ancak bizim hararetimizi söndürebilir. O muhit içinde ancak biz varlığımızı gösterebiliriz. Ancak Diyarbakır denen yerde, yaşamanın ulviyetini kavrayabiliriz... Velhasıl şekerim, Diyarbakır’ı sevmek bir vazife ve hem de ihmal edilmeyecek mukaddes bir vazifedir.”
Bence haklı…