Yeşil fonlara erişim için termikten çıkılmalı

Türkiye’nin Paris İklim Değişikliği Anlaşmasına taraf olmasına ilişkin yasal düzenlemeyi onaylamakta geç kalmadığını belirten İklim Değişikliği ve Politika Araştırma Derneği Başkanı Dr. Baran Bozoğlu, Yeşil Mutabakat konusunda AB’nin de henüz daha ne yapacağını bilmediğini söyledi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Yeşil fonlara erişim için termikten çıkılmalı

Hüseyin GÖKÇE / Maruf BUZCUGİL

Türkiye’nin Paris İklim Değişikliği Anlaşmasına taraf olmasına ilişkin yasal düzenlemeyi onaylamakta geç kalmadığını belirten İklim Değişikliği ve Politika Araştırma Derneği Başkanı Dr. Baran Bozoğlu, Yeşil Mutabakat konusunda AB’nin de henüz daha ne yapacağını bilmediğini söyledi. Bozoğlu anlaşmanın zaten 2020 sonunda yürürlüğe girdiğini aktardı.

Türkiye’nin bu konuda oluşturulan fondan yararlanabilmek için termik santrallerin devreden çıkarılmasına yönelik planı olması gerektiğini söyleyen Bozoğlu, hâlen 13 termik santralin eski teknolojiyi kullandığını bildirdi. Ankara Sohbetlerine konuk olan Baran Bozoğlu, Ankara Temsilcimiz Maruf Buzcugil ve Ankara Haber Müdürümüz Hüseyin Gökçe’nin sorularını cevaplandırdı.

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını onaylamakta geç kaldığı yönündeki eleştirilere katılıyor musunuz?

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını onaylamakta geç kaldığını söylemek çok doğru olmaz. Çünkü BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ilk kez 1992 yılında Rio’da çıktı. Yani bizim Anayasamız. Müzakerelerin ilk uluslararası anayasası 1994 yılında yürürlüğe girdi ve Türkiye onun 8 yıl sonra parçası oldu. Kyoto Protokolüne de yine yıllar sonra katılım sağladık.

Paris İklim Anlaşması ise 2015 yılında ortaya çıktı. 2016’da BM New York’ta imzaya açıldı, Türkiye orada onayladı ve zaten 2020 yılından sonra devreye girecek bir anlaşmaydı. Sera gazının yüzde 55’ine sebep olan 55 ülke taraf olunca yürürlüğe girecek diye de bir şart vardı zaten. O tarihte de onaylasaydık bile 2020 sonrası yürürlüğe girecekti. Ancak daha erken onaylayıp hazırlıkları daha hızlı yapılabilirdi ama diğer anlaşmaların onay sürecine baktığımızda gecikmiş bir karar olarak ifade etmek haksızlık olacaktır.

Türkiye’nin bu konudaki süreci nasıl geçirdiğini değerlendirebilir misiniz?

Türkiye’nin burada eleştirilecek noktaları da var iyi yaptıkları da var. Paris Anlaşması’na taraf olmamamıza rağmen yenilenebilir enerji kaynaklarında ciddi bir ivme kazanıldı zaten. Şu anda yenilenebilir enerjinin payı yüzde 50’yi geçti. Zaten sera gazının yüzde 72’si sanayi kaynaklı. Yani önce buraya neşter vurmak gerekiyor.

Eleştiri konusu da burası galiba?

Türkiye’de hâlen kömürlü santrallere yönelik planlamalar var. Belki inşaat aşamasına geçmedi ama bunları yapmayacağız deklarasyonunu duymadık. Avrupa İklim Ağı’nın üyesiyiz. Oradaki toplantılarda Türkiye’nin fosil odaklı yaklaşımında olduğu görülüyor. Bunların, yani planlananların yapılmayacağının ifade edilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Çünkü fon kaynaklarına ulaşmak için bu önemli.

Yanı sıra, bir kısmı 1970’lerde yapılmış, eski teknolojili 13 tane özelleştirilmiş termik santralimiz var. Üstelik bunlar özelleştirilirken, çeşitli imtiyazlar ve kirletme hakkı tanınmış, “çevresel yatırım yapmanıza zaman tanıyoruz” denilmiş.

Bunların bir kısmı 2020 yılı başında durdurulmuştu ama yatırım yapılmamış olmasına rağmen, mevzuatta düzenleme yapılarak faaliyete geçtiler. Bu herkesin gözünün önünde oldu. Çevresel emisyon azaltmayan, atık sahasını düzenlemeyenler izin aldılar. Bu büyük haksızlık ve uluslararası alanda da görülen bir durum.

Buraların kapatılması nasıl gerçekleşebilir sizce, çünkü özellikle bazı şehirlerde bunu yapmak çok zor olur?

Bunların da artık planlama dahilinde kapatılmasını kurgulamak lazım. Zaten Paris Anlaşması, Yeşil Mutabakat enerji sektöründe dönüşümü öngörüyor. Kuşkusuz kapatmak çok kolay olmaz. Yani hem yatırım yapmış şirketler, hem de binlerce emekçi var. Emekçilerin ve sektörün zarar görmeyeceği şekilde yıllara bağlı olarak kapatma şeklinde bir formül uygulanmalıdır. Örneğin Zonguldak ekonomisi tamamen buna bağlı. Sosyologlarla birlikte bir araştırma yaptık, burada kapatılabileceğine ilişkin bir algı ve alternatifin olduğu düşünülmüyor.

Kirliliğin tek kaynağı buralar mı?

Tabii ki değil ama öncelikle hızlı şekilde sera gazı emisyonunu düşüreceksek, buradan başlamamız gerekiyor ve buradan çabuk sonuç alırız. Ne kadar filtre sistemi kurarsanız kurun, sera gazı tamamı tutulamıyor. Bu bir kirlilik kaynağı.

“Tişörtü üretecek işçiyi fabrikaya taşıyan servisin yakıtı bile önemli”

Burada yapılacak çalışmalar, sanayide üretim yöntemini de doğrudan etkileyecek zaten…. Yeşil Mutabakat bize ne diyor? İhraç ettiğimiz ürünlerin karbon nötre doğru inmesi isteniyor. Ürettiğimiz her ürün daha az sera gazına sebep olmalı. Eğer üretimi yapan fabrika enerjisini termik santralden alıyorsa bu da hesaba katılıyor.

Örneğin tekstil firması, tişört üretirken ortaya çıkan sera gazı emisyonu hesaplanıyor. İşçilerin oraya ulaşırken kullandığı dizel araçlar ile kullandıkları elektrik türüne kadar her şey bu hesaba katılabiliyor. Alüminyum, çelik, çimento gibi sektörlere öncelik verdik ama onları besleyen diğer sektörlerin de dönüşmesi gerekiyor. Öncelikle enerjiden başlamak bir avantaj.

Avrupa da Yeşil Mutabakat’la ilgili, metodları, ölçüm araçlarını, denetleme mekanizmasını tam olarak kurmuş değil.

Daha net olmadığını söylediniz ama ihracatta bu karbon hesabı nasıl olacak?

Burada bir belgelendirme/sertifikalandırma süreci olacak. Avrupa’ya mal satarken, sertifika ile göndereceksiniz onlar da ‘bana güvenilir hesaplama ver’ diyecek. Yani tişörtte 10 birim karbon varsa, bunu ispatlamanı isteyecek. Konuyla ilgili uluslararası standartlar var ama bunların hangilerinin kullanılacağı henüz belli değil. Şu anda çok kötümser olacağımız bir durum yok ama hazırlıklı olmamızda yarar var. AB, bir ürün üretirken, “Benim maliyetlerim çok yüksek. Kendi sanayicimi yönlendiriyorum fakat, yurt dışından daha ucuza geliyor. Orada çevre/sağlık etki analizi yapılmadığı için maliyet oluşmuyor” diyor.

Burada bir limit belirliyor. Onun üzerindeki karbon için ithalatta ek vergi alacak, yani isteyen hiç yatırım yapmayacak ama ürününden de ona göre vergi alınacak. Bu durumda ise rekabetçi fiyatlandırma mümkün olmaz zaten.

“Şirketler arasında karbon ticareti”

Bu noktada karbon ticaretinden bahsediliyor, biraz açabilir misiniz?

Alternatif olarak burada emisyon ticaret sistemi kurulabilir. Ya da sera gazı emisyonu azaltılmasına yönelik yatırım yaparsınız, kendi sanayicinizin daha düşük sera gazı, emisyon oluşturacağı teşvikler yaparsınız, üretim bantlarını değiştirirsiniz, termik santralleri dönüştürürsünüz, elektrikli ulaşımı güçlendirirsiniz, bir çok yöntemde oluşacak emisyon miktarını düşürüp, onu da doğru yöntemle vergilendirdiğiniz zaman bütün para kendi ülkenizde yatırımlara gider. Veya Avrupa’nın uyguladığı karbon ticareti yöntemi uygulanabilir. Yani Türkiye 100 birim sera gazı oluşturuyor ve karbon nötre ulaşmak istiyor diyelim. Bunu öncelikle 50 birime düşürüp, bu 50 birimi de emisyon oluşturma özelliklerine göre sektörlere dağıtırsınız. Yani çok emisyon oluşturana az, az emisyon oluşturana ise fazla verirsiniz. Her bir birimin de fiyatı olur. Demir çelik’in payına 3 birim düşmüş ama ihtiyacı 10 birim ise ihtiyacından fazla birimi olan sektörden bunu satın alır. Yani ihtiyacı olan sektör buna para vererek ihtiyacı olmayandan karbon satın almış olacak. Burada ticaret sektörlerdeki işletmeler bazında olacak. Benim tahminim, bugün karbon satın alan firma, karbon fiyatı arttıkça kendi yatırımını yaparak buna olan ihtiyacını azaltacak. Yani sonuç olarak, ürünlerin gümrüksüz olarak AB’ye girme şansı artacak.

Paris İklim Anlaşması ve Türkiye’nin bulunduğu liste ile ilgili biraz kafalar karıştı gibi…..

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinde Türkiye 1 sayılı listedeydi. 1992 Rio toplantısında bu anlaşma çıkıyor. Bu sözleşme görüşülürken, gelişmiş ülkeler yanı sıra Ek -2 liste gelişmekte olan ülkelere yardım edenlerin listesi vardı. Aslında o dönemde Türkiye doğru müzakere yapmamış. Ardından Türkiye para veren ülkelerden çıkarılıyor ancak destek alanlar içinde de yok. Paris Anlaşması ekinde ise herhangi bir liste yok. Yani sadece gelişmiş ve gelişmekte olan ülke olarak ifade kullanıyor. Burada çok fazla konuşulmayan, Yeşil İklim Fonu kuruluyor. Bunun da kendisine ait internet sitesi, yönetim kurulu var. 100 milyar dolarlık bir bütçe oluşturma zorunluluğu getiriliyor. Şu ana kadar 20 milyar dolar toplandı diye biliyoruz. Türkiye, Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanabilmek için de girişimlerini sürdürüyor. Gelişmekte olan ülkeler sera gazı emisyonunu azaltma ve iklim değişikliğine uyum için çalışacaklar. Kayıp kaçakların azaltılması, yağmur hasadı, orman yangını erken uyarı sistemlerinin kurulması gibi yatırımlar var. Bunlara para ayrılması için fon oluşturuluyor. İnternet sitesinde ülkelerin odak noktaları yazılmış. Buraya girdiğinizde Türkiye’yi göremiyorsunuz. İlk başta koyuyorlar, sonra yanlışlıkla koyduk deyip çıkarıyorlar. Bu da Ek 1 listesinde olan ülkeler yok geri kalanı var. Yani mesela Çin var, Güney Kore, Rusya, Brezilya var, Türkiye’nin olmaması abesle iştigal. Türkiye’nin Paris Anlaşması tartışmalarında bunu müzakere ediyor olması çok meşru bir durum.

“Türkiye müzakerelerde yalnız kalıyor, bir grubun içine girmeli”

Peki çok konuşulan tarafl ar konferansına katılma hakkı elde etmek bize ne kazandırdı?

Ben daha önce de tarafl ar konferansına katıldım 2018-2019’da. Burada gerçekten çevre ve seragazı emisyonunun azaltılması konuşuluyor. Ancak herkes kendi ulusal çıkarlarını hedefl iyor, nasıl daha az zarar göreceğini düşünüyor. Suudi Arabistan nasıl daha fazla petrol satacağını düşünüyor. Norveç göze çok hoş görünen bir ülke ama petrol ve kömür kullanan bir ülke. Kanada benzer, Avustralya benzer şekilde. Rusya, Çin başka bir kaygı içinde. Farklı müzakere grupları var, Türkiye bunların birisinde yer almıyor. Toplam 90’a yakın ülke var, AB, Güney Amerika birlikleri var. Türkiye tek başına, hiçbir müzakere grubunda yer almıyor. Doğalgaz, kömür ve petrole bağımlı ülkeyiz. Burada işbirliği mekanizması kurmak gerekiyor. Bu iyi bir yalnızlık değil. Ortak çıkarlarda buluşabileceğimiz ülkelerle bir araya gelmek gerekiyor. Asıl tarihsel sorumluluğa sahip olan AB, ABD, Çin, Rusya, Güney Kore, Brezilya gibi ülkelerdir. Yani benim su kaynaklarım kuruyorsa, daha az kar yağışı alıyorsam, bunu da onların sübvanse etmesi gerekiyor.

Paris Anlaşması’nın onay süreci de hızlı gerçekleşti….

Paris Anlaşması TBMM’den oy birliği ile çıktı. Bu basit görülebilir ama Ek-1 listesinden çıkma talebimizin oy birliğiyle geçmesi iyi oldu. Türkiye burada, “Biz gelişmiş ülke değiliz, Ek-1’den çıkmak ve kaynaklara erişebilmek istiyoruz ulusal çıkarlarımız için” diyor. Her ne kadar tartışma olsa da farklı ideolojiye sahip partiler oy birliğiyle bu kararı alıyorlar. Zaten biz de Glasgow’da bu yöndeki görüşlerimizi dile getireceğiz.

Yeşil İklim Fonu’ndan yararlanamayacağımızı söylediniz. Peki biz nasıl fon alacağız?

Almanya Çevre Bakanı, müzakereci olarak Türkiye’ye gelmişti. Burada STK’lar ile de görüştü. Ben de katıldım. Net bir şekilde fon kaynaklarına ulaşmamız gerektiğini, STK ve kamuoyunun beklediğini ifade ettik, meşru talep olduğunu söyledik. Almanya Kalkınma Bankası, Fransa ve Dünya Bankası bir araya geldiler.

Türkiye’ye 3 milyar dolarlık kaynağın ayrılmasını kararlaştırdılar. Bu henüz imzalanmadı ama TBMM’de yapılan görüşmelerde deklare edildi. Bu şunu da gösteriyor. Yeşil İklim Fonu’na bağlı değiliz. Taraf olalım bir an önce, başka fon kaynakları yaratılabilir. Aslında, uluslararası kamuoyu ve kendi ülkemizdeki bankalar, hükümetin bu konudaki iradesini görmek istiyor. Türkiye diyor ki Paris Anlaşması’na tarafım, bana destek verin diyor.

“Destek siyasi ayrım yapılmadan yerel yönetimlere de kullandırılmalı”

Bu destek nasıl kullandırılacak?

Bir kısmı hibe, bir kısmı kredi şeklinde olacak. Bu kamudan ziyade özel sektörün finansman ihtiyacı için kullanılacak, sanayimizin dönüşmesi lazım. Yeşil Mutabakat’a tabi olacak 6 sektöre öncelik verilmesi gerekecek. Yerel yönetimlere destek vermek lazım. Su politikanızı doğru yöneteceksiniz, bunların yeniden yapılandırılması gerekecek. Siyasi ayrım yapmadan ülkenin tamamına verilmesi gerekiyor. Ben Çevre Komisyonu toplantısında yaptığım konuşmada, bütün milletvekillerinin tarafl ar konferansına katılmasını önermiştim. Kabul edildi ve tüm komisyon orada olacak. İklim Değişikliği ve Politika Araştırma Derneği olarak Sektörel Bakış başlıklı bir önerimiz olacak. Ayrıca Ankara 2. OSB Başkanı Seyit Ardıç, ATO Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz ve Akademi Çevre A.Ş’nin katılacacğı benim yöneteceğim bir forum yapılacak. Üstelik böyle bir etkinlikte sivil toplum kuruluşlarının anlattıkları çok etkili oluyor.

ASO’nun toplantısında karbon nötrlendi

Ankara Sanayi Odası’nın, Antalya’da düzenlediği meslek komiteleri toplantısında sıfır karbon kullanıldığı söylendi. Bu nasıl hesaplandı?

Bu aslında ilk kez oldu Türkiye’de. ASO 2. OSB ile sözleşme imzaladık. İngiltere’de kullanılan bir standart kullandık. Hatta bir arkadaşımızın düğününde de benzer yöntem kullandık. Öncelikle etkinlikte sera gazı emisyonunu azaltıyorsunuz. Örneğin et tüketimi daha az, yeşillik tüketimi daha fazla. Ulaşım konusunda daha merkezi ve toplu ulaşımın kullanılması önemli. Bütün bunları bir araya getirerek oluşturulan ve önlenen karbon hesabı yapılıyor. Aradaki farkı karbon borsasından satın alarak nötrlüyorsunuz.

Sürdürülebilir Ekonomi