'Urfa’da sistemsiz firmalar, kurumsallaşan firmalara set etkisi yapıyor'
Şanlıurfa’da aktif faaliyet gösteren firma sayısı 12.800’e ulaşırken, aile şirketlerindeki kurumsallaşma adımlarının yetersiz kalması, kentte marka değeri oluşturmak isteyen ihracatçı firmaları olumsuz etkiliyor. Kent sanayicisi bu alanda ortak akıl çerçevesinde girişimcilere yol gösterecek, sektörel iletişimi kuvvetlendirecek çok katmanlı bir yapının kurulmasını talep ediyor.
Mehmet Nabi Batuk / Şanlıurfa
Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası’nın 2022 yılı verilerine göre kayıtlı 16.700 firmanın faaliyet gösterdiği Şanlıurfa’da aile şirketlerindeki kurumsallaşma problemleri hem iş birliği projelerini hem de hem de yenilikçi entegre yatırımları olumsuz etkiliyor. Kentte ŞUTSO’ya kayıtlı aktif faaliyet gösteren firma sayısı yaklaşık 12.800 olarak kabul edilirken, bu firmaların sadece yüzde 14’ü imalat sektöründe, kalan yüzde 86’lık kısım ise hizmet, ticaret, tarım, inşaat ve madencilik gibi diğer sektörlerde konumlanıyor. Aktif firmaların yaklaşık %72’si Limited Şirket, %8,7’si Anonim Şirket, %18’i Gerçek Şahıs İşletmeleri ve %1,3’ü Kooperatif gibi diğer hukuki statülerde faaliyet gösterirken, özellikle imalat sektöründeki aile şirketlerinin kurumsallaşmaması kentin ekonomik gelişmişlik hızına olumsuz yansırken büyüme yatırımlarını tehlikeye sokuyor.
“Bireysellikten çıkıp bir bütün olarak ilerlemeliyiz”
Meksan Transformatör Yönetim Kurulu Üyesi Nusret Mend Tavas, kentte kurumsallaşamayan şirketlerden dolayı iş süreçlerinde profesyonel yaklaşımların eksikliğini yaşadıklarını aktardı. Sistemsiz hareket eden şirketlerin kentte kurumsallaşmaya çalışan şirketlere set etkisi yaptığına dikkat çeken Nusret Mend Tavas, “Sistemsiz firmalar nedeniyle kentteki sanayicilerimiz kurumsallaşma ve profesyonelleşme atılımlarında yeterli düzeyde yol kat edemiyorlar. Bu alanda bireysellikten çıkıp bir bütün halinde ilerlemeliyiz. Aile şirketlerinin birçok avantajlı yönü var. Ancak siz şirketini kurumsallaştırmadığınız zaman bu avantajlar bir dezavantaja dönüşerek sizi ve işbirliği yaptığınız diğer işletmeleri de uçuruma sürüklüyor. Biz sektörümüzde faaliyet gösteren şirketleri birer rakip olarak görmüyoruz. Bizim rakibimiz ülkemizin ve bölgemizin dışındaki şirketlerdir. Birbirimizi birlikte başarıya odaklanan, birbirimizi geliştirip, yenileyen iş ortakları olarak görmeliyiz” dedi.
“Yatırım enerjisi ihtiyaç olan alanlarda değerlendirilmeli”
Şuanda devlet tarafından sanayiciye sağlanan 6. Bölge Teşvik programının da kontrolsüz bir şekilde kullanıldığını belirten Nusret Mend Tavas, şöyle devam etti: “Önemli olan bu desteklerin sistemli, stratejik, planlı, profesyonel şekilde kullanılmasıdır. Eğer şuanda olduğu gibi kontrolsüz yatırımlara, yeni yapılanmalara izin vermeye devam edersek hem yeni firmalar hem de eski firmalarımızın geleceği uzun ömürlü olmayacak. Yatırım enerjimizi ve sistemlerimizi gerçek ihtiyaç duyulan alanlarda değerlendirmeliyiz. Bu alanda hem aile şirketlerinin kurumsallaşıp, profesyonel hareket etmeleri adına hem de yatırımların planlanması adına kentimizin tüm erklerine görev düşüyor. Şirketlerin ve kentimizin gelişmesi adına ortak akıl çerçevesinde birlikte hareket eden erkler olmalı. Üniversitelerin, ekonomiden sorumlu kamu kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin ve meslek örgütlerinin yer aldığı yeni bir yapıya ihtiyacımız var. Bu kurum hızlıca kurularak kentimizde belirli bir seviyeye gelmiş ve gelişmekte olan şirketlere güç birliği çerçevesinde ortaklık kurmaları açısından bire bir ilgilenip, onlara gerçek verilerle yol göstermelidir.”
“Olumsuz tablonun nedeni kurumsallaşmama”
Harran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nihat Küçük, Urfa’daki firmaların ortaklık yapılarının yakın aile bireylerinden teşekkül etmesi itibariyle ulusal ve küresel düzeydeki istatistiklere yakın olduğuna dikkat çekti. Kentteki şirketlerin yüzde 96’sının aile şirketi olduğunu vurgulayan Doç Dr. Nihat Küçük, şunları söyledi: “ABD’deki şirketlerin %90’ı, Türkiye’deki şirketlerin ise %90’dan fazlası aile şirketidir. Aile şirketlerin yakın aile bireylerinin ortaklığıyla kurulmaları kendi başına bir olumsuzluk olarak değerlendirilmeli. Bu şirketlerin küresel ölçekte lokomotif fonksiyonu icra ettiğini, dünyadaki en büyük 500 firmanın yaklaşık %40’ının da aile şirketi olduğunu unutmamalıyız. Küresel ekonomilerin başında gelen ABD’de yapılan akademik araştırmalarda aile şirketlerinin 2’nci nesle ulaşamama oranı yüzde 70 oranında seyrediyor. Yani kurulan 100 aile şirketinin 70’i 2’nci nesli göremeden kapanıyor. 4’üncü nesle devreden aile şirketi oranı ise yüzde 3 seviyesinde yer alıyor. Türkiye’de yapılan araştırmalarda ise ikinci nesli göremeyen aile şirketlerinin oranı yüzde 80’lerda seyrediyor. 4’üncü nesli gören firma oranı da maalesef yüzde 2’den daha az bir seviyede. Bu olumsuz tablonun en önemli nedeni kurumsallaşma ve kurum kültürüne adaptasyonda yaşadığımız sorunlardır” diye konuştu.
“Şirket yöneticileri yenilikçi, paylaşımcı yaklaşıma açık olmalı”
Türkiye’de ve Urfa’da sanayicilik serüveninin yeni başlamadığını Cumhuriyet kurulmadan önce başladığını ifade eden Doç. Dr. Nihat Küçük, “Cumhuriyetle birlikte sanayicilik faaliyetlerimiz daha da hızlandı. Ancak kapitalist dünyanın ekonomik rekabetine ve girişimcilik kültürüne adaptasyonun kaçınılmaz sosyal maliyetleri de ortaya çıkarıyor. En çok da bu alanda sıkıntılarımız var. Bizim topraklarımızda aile bireylerinin sahip olduğu kişisel değerleri ve inançları işletmelerin karar süreçlerine de sirayet ediyor. Eğer aile bireyleri stratejik yönetim ilkelerini önemsemeyen, yetki ve sorumluluk paylaşımını benimsemeyen, işletme fonksiyonlarının icrasında yenilikçi yaklaşımlara açık olmayan üyelerden oluşuyorsa maalesef gelişim süreci kısa sürüyor ve belirli bir süre sonra işletmeler kapanıyor” şeklinde konuştu.
"Rasyonel verilerle stratejik planlar ve şirket anayasası hazırlanmalı"
İmalat endüstrisinde katma değeri yüksek rekabetçi ürünler geliştirmeye, yenilikçi üretim teknolojilerine, Ar-Ge ve inovasyona, uluslararası piyasaların analizine önem veren tüm işletmelerin emin adımlarla büyüdüğünü vurgulayan Doç. Dr. Nihat Küçük, şunları söyledi: “Girişimcilerimiz konfor alanından ne kadar çıkarsa ürünlerinin katma değerini artıracak girişimlere o denli ağırlık veriyor. Bu noktada ortaya konulan rekabetçi stratejiler şirketlerimizi başarıdan başarıya taşıyor. Rasyonel piyasa analizlerinden elde edilen veriye dayalı planları, vizyona taşıyacak anayasa niteliğindeki yol haritalarını, uzmanlaşma ve teknolojiyi önemsemeliyiz. Kurumsallaşma için ilk etapta rasyonel verilerle şirketlerin check up’ı yapılmalarak güçlü ve zayıf yönlerimiz belirlenmeli. Daha sonra bu verilerle kısa, orta ve uzun ölçekli ve kapsamlı stratejik planlar oluşturulmalı. Bu planlar hazırlanırken eş zamanlı olarak şirket anayasası hazırlanmalı ve şirket içinde hem yönetim kademesinde hem de üretim kademesindeki görev ve sorumluluklar yazılı olarak tanımlanmalı. Ancak şuanda Urfa’da özel sektör içerisinde gerçek stratejik planı olan bir aile şirketimiz maalesef bulunmuyor.”
“Kurumsallaşma çıkar çatışmalarının önüne geçer”
Kurumsallaşmanın şirketler için bir sistemin kurulması ve kurallarının yazılı hale getirilmesi olarak özetlendiğini ifade eden Doç. Dr. Nihat Küçük, “Kurumsallaşma olmazsa şirket yönetiminde ve karar alma süreçlerinde aile bireyleri arasında kişisel rekabetle birlikte çıkar çatışmaları başlıyor ve nihayetinde sermaye bölünerek işletmeler başarısız oluyor. Başarısız her bir işletme yol açtığı kaynak israfının yanı sıra, olumsuz örnekler olarak da toplumdaki potansiyel girişimcilik ruhunu zedeliyor. Endüstri 4.0’ın dünyaya hâkim olduğu, nesnelerin interneti vasıtasıyla makineler arasında iletişimin kurulduğu bir dönemde aile şirketlerinin kurumsallaşma konusunu gündemimizden çıkarmalı daha önemli hedeflere odaklanmalıyız” diye konuştu.
"Kurumsallaşma olmadan devlet te sağlıklı bir destek geliştiremez"
Türkiye’nin ihracatı ithalatını karşılayamayan ülkeler arasında yer aldığını anımsatan Doç. Dr. Nihat Küçük, “Ülkemizin döviz açığının kapatılması için en önemli ihtiyacımız ‘Dördüncü Sanayi Devrimi’ne uyum sağlayan, ürün ve üretim süreçlerinde yenilikçi teknolojileri benimsemiş, nitelikli personel istihdamına önem veren uluslararası rekabete hazır marka firmalardır. Endüstrilerde üretimin her bir aşamasında ürünlerin katma değeri artıyor. Bu nedenle önümüzdeki süreçte daha çok nihai tüketiciye yönelik ürünlerin geliştirilmesine odaklanmalıyız. Ancak bu şartlarda üretim zincirinde oluşan katma değerin kent ve ülke içinde kalmasını sağlayabiliriz. Yani sanayicilikte optimal geri dönüşü olan üretim alanlarına yönelmeliyiz. Ülkemizde sınırlı olan mevcut kaynaklarımızı maksimum ekonomik getiri sağlayacak alanlara tahsis etmeliyiz. Kaynakları doğru yatırımlara yöneltebilmemiz için şirket düzeyinde planlama, kurumsallaşma ve fizibilite çalışmaları açısından belirli bir seviyeye ulaşmamız gerekiyor. Eğer biz önümüzdeki süreçte kontrolsüz faaliyet gösteren işletme yapılarıyla devam edersek burada sürdürülebilir büyüme sağlayamayız. Ekonomilerin milli gelir artışı, fiyat istikrarı, istihdam ve kamu açıkları gibi makro hedeflerine ulaşmada, mikro düzeyde işletmelerin kaynakları optimum etkinlikte kullanması belirleyici olmaktadır. Şayet işletmelerimiz bir plan ve strateji çerçevesinde faaliyetlerini yürütürse devletin destekleme aygıtları da bu süreçte daha rasyonel programlarla sanayicinin yanında yer alır” şeklinde konuştu.