TÜGİS Başkanı Necdet Buzbaş: Kişi başına 93 kiloyla dünya üçüncüsüyüz
Kanaat Önderi'nde Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar'ın konuğu TÜGİS Başkanı Necdet Buzbaş, FAO araştırmasına atıfla, “Türkiye’de yılda yaklaşık 26 milyar ton gıda israf ediliyor. Bunun finansal karşılığı 224 milyar lira.” diyor ve ekliyor: “Tarım alanlarının daraldığı, nüfusun her yıl 85 milyon arttığı dünyamızda gıda israfını ve kaybını önlemek, çok daha önem kazanmış durumda.”
Şeref OĞUZ - Hakan GÜLDAĞ - Vahap MUNYAR
Türkiye Gıda İşverenleri Sendikası (TÜGİS) Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Buzbaş, “Gündem Özel” sorularımızı yanıtlarken, “BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) raporuna göre dünyada yılda 1.3 milyar ton gıda çöpe gidiyor, israf oluyor. Bunun parasal bedeli 1 trilyon doları buluyor. 4’te biri kurtarılabilse dünyadaki 821 milyon aç insan doyurulabilir” dedi. Buzbaş, FAO’nun araştırmasından Türkiye’deki durumu da ortaya koydu: “Türkiye’de yılda yaklaşık 26 milyar ton gıda israf ediliyor, bunun finansal karşılığı 224 milyar lirayı buluyor. Türkiye, kişi başına 93 kg/yıl ile en çok gıda israfının yapıldığı 10 ülke arasında 3’üncü sırada yer alıyor.”
TÜGİS Başkanı Necdet Buzbaş’a sorularımız ve yanıtları şöyle:
GIDA İSRAFI 1 TRİLYON DOLAR
● Dünyada ve Türkiye’de gıda-yiyecek israfı ne durumda? Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’deki israf, ortalamaların çok üstünde midir? Örneğin 10-15 yıl önce israf konusunda nerelerdeydik? Şimdi israfın azalmaya başlaması konusunda umut verici durum var mı?
İki deyişimizle söze başlamak isterim. “Yaşamak için yiyin, yemek için yaşamayın”, peki bunun ölçüsü ne olmalı?
“Yiyiniz içiniz israf etmeyiniz.” Bunları yaşatır ve yaşarsak birazdan aktaracağım tablonun vahametinden kurtuluruz.
Tarım alanlarının daraldığı ve insan nüfusunun her yıl 85 milyon arttığı dünyamızda gıda israfı ve kaybı her zamandan daha çok önem kazanmış durumda. Gelişmekte olan ülkelerde gıda kayıpları daha çok tarladan başlayıp üretim, hasat, saklama, işleme, dağıtım ve pazarlama süreçlerindeki alt yapı eksikliklerinden kaynaklanırken, gelişmiş ülkelerde ise perakende ve tüketim aşamalarında oluşmaktadır. Gıda kayıp ve israflarının yüzde 56’sı gelişmiş ülkelerde, yüzde 44’ü gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) raporuna göre, dünyada üretilen yıllık 4 milyar ton gıdanın sadece 2.7 milyar tonu tüketime gidiyor. Çöpe giden ve israf olan gıda miktarı 1.3 milyar ton. Bunun finansal değeri yaklaşık 1 trilyon doları buluyor. Bu gıdanın 4’te biri kurtarılabilse, dünyadaki 821 milyon aç insan doyurulabilir. FAO raporundan bazı ilgi çekici bilgileri paylaşmak isterim:
Gelişmiş ülkelerdeki israfın maliyeti 680 milyar dolar iken gelişmekte olan ülkelerde bu rakam 310 milyar dolar.
Meyve ve sebzeler en yüksek oranda israf edilen gıda ürünleri.
Zengin ülkelerin gıda israfı 222 milyar ton, Sahra Altı Afrika’da bir yılda üretilen gıdanın neredeyse toplamına eşit (230 milyar ton).
Birkaç istatistiki değer ile ülkelerin gıda israfı boyutlarına bakmakta yarar var:
Çin: Yıllık toplam israf 91.6 milyon ton, kişi başına yıllık israf 64 kilogram.
Hindistan: Yıllık toplam israf 68.7 milyon ton, kişi başına israf 50 kilogram.
ABD: Yıllık toplam israf 19.3 milyon ton, kişi başına israf 59 kilogram.
Japonya: Yıllık toplam israf 8.1 milyon ton, kişi başına israf 64 kilogram.
Almanya: Yıllık toplam israf 6.2 milyon ton, kişi başına israf 75 kilogram.
Fransa: Yıllık toplam israf 5.5 milyon ton, kişi başına israf 85 kilogram.
İngiltere: Yıllık toplam israf 5.2 milyon ton, kişi başına israf 77 kilogram.
Türkiye’de meyve ve sebzenin yaklaşık yüzde 25-30’u tüketiciye varmadan çöpe gidiyor. Gıda israfının yüzde 39’u üreticilerde, yüzde 5’i perakendecilerde, yüzde 14’ü yemek sektöründe ve yüzde 42’si evlerde gerçekleşiyor.
FAO’nun araştırmasına göre, Türkiye’ de yılda yaklaşık 26 milyar ton gıda israf ediliyor, bunun finansal karşılığı 224 milyar lirayı buluyor. Türkiye’nin dünya genelinde kişi başına 93 kg/yıl gıda israfı ile en çok gıda israfının yapıldığı 10 ülke arasında 3’üncü sırada yer alması maalesef çok üzücü.
Boston Consulting Group (BCG) tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre; gıda atığı miktarı bugünkü gibi artmaya devam ederse, gıda atığı miktarının 2030 yılında 2.1 milyar tona ve 1.5 trilyon dolar seviyesine ulaşacağı tahmin ediliyor. Yapılacak iyileştirici çalışmalarla; farkındalık 260 milyar dolar, tedarik zinciri alt yapısı 150 milyar dolar, tedarik zinciri verimliliği 120 milyar dolar, işbirliği ve çevresel politikalar ile 170 milyar dolar olmak üzere 700 milyar dolarlık bir kazanım fırsatı yakalanabileceği hesaplanıyor.
Kamuoyu ve karar alıcılar ağırlıkla gıda israfına yoğunlaşıyor. Bana göre su israfı birincil öncelikli. Çünkü su olmadan gıda üretimi söz konusu değil.
Ülkemiz su fakiridir. Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.347 m³’dür, bunun 5.000 m³ üzerinde olması tercih edilir. Ayrıca uzun yıllar yağış ortalamamız da 547 mm olup, elverişli tarım üretimi için yetersizdir.
En öncelikli gündemimiz su tasarrufu olmalıdır. Bir insanın biyolojik ve yaşamsal ihtiyaçları için asgari su tüketimi 25 litre civarındadır. Ancak çağdaş yaşam gereklilikleri dikkate alınarak bir günlük ortalama su tüketimi standardı 150 litre olarak kabul ediliyor. Ülkemizde, kişi başı günlük su kullanım miktarı 217 litre.
BİR KİLO DOMATESE 184 LİTRE SU
● Özellikle sebze-meyvede tarladan sofraya uzanan zincirde israf ve fiyat konusunda aksayan yönlerden, doğru yürümeyen yanlardan söz edilir. İsraf tarafında aksayan, yanlış yönetilen neler var? Tarladan sofraya uzanan zincirdeki aksaklıklar, yanlış yönetim fiyatları nasıl etkiliyor? Çok konuşulmasına rağmen bu konuda neden hayal edilen yol alınamıyor?
Ülkemizde, geleneksel tarım üretimi su kaynaklarının yüzde 73’ünü harcarken sanayide yüzde 11’i, evsel tüketimde ise yüzde 16’sı kullanılıyor. Avrupa’da tarım sulamada yüzde 22, sanayide yüzde 57 ve evlerde yüzde 22’si kullanıyor.
Gıda üretiminde su tüketimine bazı örnekler şöyle:
1 kilo sığır eti üretmek için 15 bin 500 litre su tüketiliyor.
1 kilo peynir üretimi için 5 bin 300 litre su kullanılıyor.
1 kilo pirinç üretimi için 3 bin 400 litre su tüketiliyor.
1 kilo şeker üretimi için 1500 litre su kullanılıyor.
1 kilo domates üretimi için 184 litre su tüketiliyor.
Bu durumda, beslenmede bitkisel ürünleri tercih etmemiz ve dengeli beslenmemiz su tasarrufunu destekleyecektir.
TARIMDA KİŞİ BAŞI ÜRETİM 10.922 DOLAR
Ülkemizin tarımsal üretiminin yüzde 85’i bitkisel üretimden oluşuyor. Bunun 68.5 milyon tonu tahıl, 31.5 milyon tonu sebze ve 23.5 milyon tonu meyvedir. Dünyada tarımda çalışan kişi başına üretimin yıllık ortalaması 16 bin 730 dolar iken Türkiye’de bu değer 10 bin 922 dolardır.
Yani ülkemizdeki tarımsal verimlilik dünya ortalamasının yüzde 34 altındadır.
Tarladaki verimsizlik üzerine süreçlerdeki kayıpların eklenmesi fiyat oluşumunu olumsuz etkilemekte fiyatı yukarı çekmektedir.
Konu çok konuşuluyor ama çözüm odaklı tartışılmıyor. Süreç yönetilmiyor.
ORGANİK TARIMIN MALİYETİ DAHA YÜKSEK
● Son dönemde organik tarım çok konuşuluyor. “Türkiye’nin geleceği organik tarımda” deniliyor. Gerçek organik gıda ürünü nedir? Türkiye’nin bu alanda dünyada avantajları ve dezavantajları nedir?
Organik tarım, üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı bir tarımsal üretim metodudur. Ülkemizde organik tarım 1986 yılında ithalatçı firmaların ısrarı ve talepleri doğrultusunda başlatılmıştır.
Gerçek organik ürün için tüketicinin; ürün ambalajında Bakanlığın Organik Tarım Logosu ile yetkilendirilmiş sertifika ve belgelendirme kuruluşunun adı, logosu, kod numarası ve ürün sertifika numarasını araştırması ve bulması gerekir.
AB’nin 11 Aralık 2019 tarihinde dünya kamuoyu ile paylaştığı “Yeşil Mutabakat”ta organik tarıma özel yer verilmiş, tarım topraklarının yüzde 25’inin 2030 yılına kadar organik tarıma tahsis edilmesi planlanmıştır. Organik tarım konvansiyonel tarıma kıyasla maliyeti daha yüksek ve kalifiye insan gücü isteyen bir uğraş.
AVRUPA'YA ORGANİK ÜRÜNÜN YÜZDE 7'Sİ TÜRKİYE'DEN GİDİYOR
Bu özelliği ile zengin ve sanayide gelişmiş ülkelerdeki talebi daha yoğundur.
Organik tarımla ilgili bazı verilere birlikte bakalım:
Tarım Alanları: Organik tarım alanı dünyada 70 milyon, Türkiye’de 500 bin hektar.
Pazar Büyüklüğü: Dünyada 100 milyar, ülkemizde 180 milyon dolar.
Üretici Sayısı: Dünyada 3 milyar, Türkiye’de 75 bin.
Kişi Başına Tüketim: Dünyada yıllık 13 dolar, ülkemizde 2.5 dolar.
Organik tarım ürünlerinin en büyük tüketicileri ABD’den sonra Almanya ve Fransa’dır. Avrupa’nın ithal ettiği organik ürünlerin yüzde 7’si Türkiye’den gitmekte, 1986 yılında 8 ürünle başlayan ihracat bugün 235 ürünle devam ediyor. Avrupa ülkelerine yaptığı 211 ton organik ürünle en çok organik ürün ihracatı yapan 6’ncı ülke konumundayız.
Tarımda 'müdahaleci' tavır doğru değil
● Süt ve süt ürünlerinin fiyatları neden bu kadar arttı? Dengeleri bozan bu tür hızlı fiyat artışlarını engelleyecek mekanizmalar neler olabilir? Kamuya bu konuda görev düşer mi? Yoksa bunlara hiç müdahale etmemek daha mı doğru?
Son 40 yılda ülke hayvancılığında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Küçükbaş hayvancılık terk edilmiş, kapalı sistem büyük baş hayvan varlığı 15 kat artarken bu süre içinde yem bitkisi ekim alanları sadece 2.5 kat artmıştır. Hayvancılık için ilk darboğaz yetersiz yem hammaddesinin ithalat yoluyla karşılanması olmuştur. Diğer önemli bir parametre ise verimliliktir. Süt ve büyükbaş hayvan karkas verimleri açısından dünya ortalamalarının üzerinde, AB ortalamasının ise oldukça gerisindeyiz.
Çiğ süt referans fiyatları ilk başlarda Ulusal Süt Konseyi tarafından belirleniyordu. Ancak son 3.5 yıldır enflasyona etkisini kontrol altında tutabilmek amacı ile kamu yönetimindeki gıda komitesinde belirlenir oldu. İş tekrar aslına rücu etti, bu kez çiğ süt referans fiyatını Ulusal Süt Konseyi belirledi. Gıda komitesinde son belirlenen referans fiyatı ve prim desteği ile 3.20 TL/et olan çiğ süt fiyatı bu kez 1 Temmuz 2021 – 31 Aralık 2021 tarihleri arasında 3.40 TL olarak Ulusal Süt Konseyince belirlendi. Çiğ süte yapılan fiyat artışı yüzde 9.6 iken son altı ayda yemde fiyat artışı yüzde 35. Ertelenen, geciktirilen çiğ süt referans fiyat artışları bir yandan yetiştiriciyi mağdur ediyor, raflardaki süt ürünlerindeki fiyat dalgalanmaları ile tüketici de hoşnutsuzluk yaşıyor. Genel olarak kamunun tarım piyasalarında düzenleyici kurum ve kuruluşları ile rol alması olağan sayılsa da, müdahaleci tavırları ile serbest piyasa ekonomisi kurallarını ihlal etmeleri doğru değildir.
Gıda katkı maddeleri yaşam tarzının gereği
● Zaman zaman TV kanallarına yansıyan şimdilerde sosyal medyada sıklıkla gündeme gelen gıda ürünlerinde koruyucu kimyasalların çok aşırı biçimde kullanıldığına ve/veya GDO’lu ürünlerin kullanıldığı ya da doğrudan olmasa bile GDO’lu yemleri yiyen hayvanların insan sağlığı için tehlike yarattığına ilişkin iddialara ne diyorsunuz?
Öncelikle gıda katkı maddelerinin yaşam tarzımızın gerekliliği olduğunun altını çizmeliyim. Kentleşme, sanayi toplumu gereği yoğun iş hayatı, ülkeler arası seyahatlerin kolaylaşması, bulunduğunuz coğrafyanın yeterli zenginlikte besin maddelerini sunmaktan yoksun olması gibi birçok nedenle satın alınan gıda ürünlerinin belirli sürelerde tüketime elverişli halde kalması zorunluluk gösteriyor. Bu süreye genel adıyla biz raf ömrü diyoruz. Gıda katkı maddeleri; gıdanın besleyici değerini korumak, lezzet ve rengini muhafaza etmek, lezzet kayıplarını önlemek ve besin değerini korumak, gıdada hastalık yapıcı mikroorganizmaların gelişmesini önlemek amacıyla kullanılırlar. Gıda katkı maddelerinin kullanım miktarları kodeks adı verilen mevzuatla belirlenmiş, Kodeks Alimentarius adı verilen uluslararası organizasyonca yapılan bilimsel ve saha çalışmaları kesinlik kazanmaktadır. Gıda katkı maddelerinin veya koruyucu kimyasalların kodekste belirlenen miktarları dışında kullanılmaları ağır bir yasal suçtur.
GDO’lu yemleri yiyen hayvanların insan sağlığı için tehlike yarattığı iddiaları bilimsel olmadığı kadar gen transferiyle de uyumlu değildir. Ülkemizde 2010 yılında yayımlanan 5677 sayılı Biyogüvenlik Kanunu; GDO’lu bitkilerin üretimini, GDO’lu ürünlerin gıda maddelerinde kullanımını yasaklamış, ağır hapis cezaları getirmiştir. Hayvan yemi olarak kullanımı ise son derece sıkı mevzuat ile düzenlenmiştir. Türkiye bugün sahip olduğu teknolojik alt yapısı ile en ufak bir GDO bulaşmasını tespit ve izleyebilecek imkanlara sahiptir.
Gıda sanayi şirketlerinin el değiştirmesi ağırlık kazandı
● COVID-19 krizi dünyada ve ülkemizde gıda üretimini, tedarikini nasıl etkiledi? COVID-19 krizi, dünyaya ve ülkemize gıda konusunda hangi dersleri verdi? Alınan derslere uygun adımlar atılıyor mu?
COVID-19 salgını, Türkiye ekonomisi 2018 yılında yaşanan kur türbülansının yarattığı dengesizliklerin giderilemediği bir dönemde yakaladı. Salgın ile birlikte tüm dünya ülkelerini alarma geçiren krizin, sadece sağlık krizi olmadığı aynı zamanda ekonomik kriz (küresel durgunluk), ekolojik kriz (yaşanan iklim değişikliği) ve sosyal kriz (belirginleşen gelir eşitsizliği, ırk ayrımcılığı, sosyal devlet yetersizliği vb.) olduğu da ortaya çıktı. Yani salgın baskılanmış krizleri de tetikledi. Tarım ve gıda sektörü salgın sürecinin şartlarından etkilendi. İlk aylarda yaşanan arz/talep şoklarıyla mücadele edildi, birçok ülkede marketlere hücum edilerek yağmalanan gıda maddeleri görüntüleri tarım ve gıda çalışanlarımızın gayretiyle bizim ülkemizde yaşanmadı. Salgının ilerleyen aylarında (ilk yılın ikinci yarısından sonra) ülkelerin kendi gıda güvenliklerini sağlamak adına stratejik temel gıda ürünlerinde stoklamaya yönelmesi, ihracat yasağı veya kısıtlamaları getirmesi, küresel lojistik sistemdeki dar boğazlar (konteyner yokluğu, yetersiz gemi taşımacılığı) dünya gıda fiyatlarını zıplattı. Bu yılın başlarında aşıların bulunması ve aşılamanın hız kazanması, bir yandan sosyal yaşamın önceye dönme özlemini kısıtlı ölçüde karşılarken ekonominin çarklarının hızlanması ümitlerini artırdı. Dünya artan gıda fiyatları dışında ülkemizin kendi özgün ekonomik sorunları nedeniyle (enflasyon, kur artışları, faizler vb.) yurtiçi gıda fiyatlarındaki artışlar misli ile hissedilir oldu. Sonuçta gıda sanayinde cirolar düştü, kârlılıklar asgariye indi, yeni yatırımlar yerine şirket el değiştirmeleri ağırlık kazandı. Dünya politika ve siyasi arenasının gündemine baktığımızda yazık ki gerekli derslerin alındığını söylemek mümkün olmuyor.
Gıda güvenliğinde 70.1 puan ile 48'inci sıradayız
● Temel gıda ürünleri bakımından durumumuz nedir? Gelir düzeyi açısından bakılınca Türkiye, vatandaşların gıdaya erişiminde nasıl bir tabloya sahip? Gelir düzeyimize göre iyi beslenebiliyor muyuz? Bu konuda dünya ile karşılaştırma yapar mısınız?
İnsanların istedikleri zaman, istedikleri kadar sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişebilmeleri olarak tanımlanan Gıda Güvenliği (Food Security) bütün toplumlar ve devletler için son derece önemli bir konudur. Dünyada üretilen yaklaşık 4 milyar ton gıda ve bunun üçte birinin israf olmasına karşın kişi başına ortalama 2.940 Kcal/gün enerji değerinde besin tüketiliyor. Ancak satın alma gücünün azalması ve gıda fiyatlarının artması gıdaya erişimi zorlaştırıyor.
FAO, uluslararası kurumlar ve üniversiteler ile işbirliği yaparak Global Food Security Index (GFSI) adlı bir metodoloji geliştirmiştir. 1996 yılında yapılan dünya gıda zirvesinde belirlenen üç kritere göre, ülkelerin gıda güvenliği seviyesi analiz ediliyor. Bu üç kriter; bulunabilirlik, ekonomiklik ve güvenilirlik (kalite) olarak sıralanıyor. GFSI pandemi öncesi raporuna göre gıda güvenliği açısından en iyi 7 ülke şöyle:
● Singapur,
● İrlanda,
● Birleşik Krallık,
● Hollanda,
● Avusturya,
● İsviçre
● Finlandiya.
En kötüler ise şöyle sıralanıyor:
● Burundi,
● D. Kongo Cumhuriyeti,
● Madagaskar,
● Yemen,
● Sierra Leone,
● Çat,
● Malavi.
● Türkiye ise 70.1 ortalama puanla 48’inci sırada yer alıyor. Türkiye’de 10 milyon civarındaki mutlak yoksul insanın gelir düzeyi açısından, pandemi de dikkate alındığında gıdaya erişimi oldukça zorlaştı. Hanehalkı kazançlarının yarısının gıda harcamalarına tahsis edildiğini gözlemliyoruz.
Enflasyonda gıdayı suçlamak sorumluluktan kaçmak gibi
● Gıda enflasyonu yüzde 30'a dayandı (yüzde 29). Eskiden yaz aylarında gıda enflasyonunda bir gevşeme yaşanırdı. Son dönemlerde bunu göremiyoruz. Önümüzdeki dönemde gıda enflasyonunun nasıl bir seyir izlemesini bekliyorsunuz?
Sepetteki diğer kategoriler maalesef taze sebze ve meyve fiyatlarında Ağustos ayındaki yüzde 10.08’lik artışı frenleyememiş. Aşırı kuraklık, aşırı sel ve yağışlar, orman yangınları nedeniyle yaşanan kayıplardan söz ediliyor ama ben ikna olmuyorum. Gıda enflasyonunun kökten nedenleri masaya yatırılıp radikal ve sürdürülebilir çözümler ortaya konulmalıdır. Üzülerek söyleyeyim enflasyonu aşağılara çekecek uğraşıyı verecek, bir inanmışlık göremiyorum; herkes sanki Sepetteki diğer kategoriler maalesef taze sebze ve meyve fiyatlarında Ağustos ayındaki yüzde 10.08’lik artışı frenleyememiş. Aşırı kuraklık, aşırı sel ve yağışlar, orman yangınları nedeniyle yaşanan kayıplardan söz ediliyor ama ben ikna olmuyorum. Gıda enflasyonunun kökten nedenleri masaya yatırılıp radikal ve sürdürülebilir çözümler ortaya konulmalıdır. Üzülerek söyleyeyim enflasyonu aşağılara çekecek uğraşıyı verecek, bir inanmışlık göremiyorum; herkes sanki enflasyondan memnun, kabullenmiş, vatandaş hayat pahalılığından şikayetçi. Türkiye’de enflasyonu azdıran ana kalemin gıdadaki fiyat artışları olduğu düşünülüyor. Bu değerlendirme doğru mudur? Türkiye’de enflasyonu azdıran ana kalemin gıdadaki fiyat artışları kaynaklı olduğunu söylemek haksızlık olur. Tüketici enflasyonu üzerinde gıda fiyat artışları elbette etkilidir zira enflasyon sepetindeki harcama grupları itibariyle yüzde 25.94 ile en yüksek paya sahip. İlk sırada gıda ve alkolsüz içecekler, ikinci sırada yüzde 15.49 ile ulaştırma ve üçüncü sırada yüzde 15.36 ile konut sıralanıyor. Gıda suçlanarak sanki bir sorumluluktan kaçınma havası var gibi… Halkın temelde derdi hayat pahalılığı, yani kazancının enflasyonun altında kalması.
Tarım ve gıda ülkelerin bekası için stratejik öneme sahiptir
● Bütün yetki sizde olsa gıda enflasyonunu engelleyecek, Türkiye’nin olabildiğince ucuz, sağlıklı ve kaliteli beslenmesi için atacağınız ilk adımlar, alacağınız ilk kararlar ne olur?
“Yaşanan hayat pahalılığının en öncü sorumlusu gıda enflasyonudur” yargısı tutarsız olup doğru da değildir. Gıda enflasyonunun manşet enflasyon üzerindeki etkisini minimize etmek ve bunun sürekliliğini sağlamak için adı geçen sorunların çözüme kavuşturulması bile yeterli olmayabilir. Tüketicilere güvenilir gıda temini için tüm sürecin birlikte değerlendirilmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi gerekir. İlaç kalıntısı içeren bir bitkiden sağlıklı bir gıda ürünü elde edilemeyeceği gibi, iyi bir yem de elde edilemez. Sağlıksız ve içerik açısından zayıf bir yemle beslenen hayvanlardan da sağlıklı bir hayvansal gıda elde edilemez.
Endüstriyel tarımın getirdiği bolluk, gıda için muhafaza ve nakil şartlarının yetersizliği, aşırı kentleşme, küresel iklim değişikliği, yeterince tedbir alınamayan rekabet bozucu unsurlar ve adil dağıtımla yaygınlaştırılamadığı için açlığı önleyemedi (bugün dünyada 800 milyon açlıkla mücadele eden insan var). Endüstriyel tarımın doğaya ve insanlığa sağlık açısından çok önemli olumsuz bir bedeli de oldu, olmaya devam ediyor. Mevcut sistem sürdürülebilir değil. Tarım ve gıda üretimi, doğrudan halk sağlığı ile ilgili olması nedeniyle ülkelerin bekası için stratejik öneme sahip bir sektördür. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğu bu gerçeği ıskalamakta, sanayiyi seçerken tarımı ihmal etmekte. Bugün dünyadaki gıda üretiminin yüzde 80’ininin sanayileşmiş 8 ülke tarafından gerçekleştiriliyor olması, dikkat çekici bir olgu… Güçlü devlet, gıdada bağımlı olmamak demektir. 21’nci yüzyıl başlangıcı yeni bir tarım devriminin işaretlerini veriyor. Tarımda çalışan nüfus azalıyor, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilişim teknolojileri tarımda yoğun ve etkin kullanıma sunuluyor. Endüstri 4.0 terimi tarım için de kullanılıyor. Teknoloji yoğun ama doğayla barışık, yeşil enerji kullanan yeşil ekonomiye yöneliş hızlanıyor. Ülkemiz sanayi devrimi dahil, köktencil değişimlerde hep katarın son vagonuna yetişebiliyor. Mevcut zengin entelektüel sermaye varlığımızla sahip olduğumuz bu zengin coğrafyanın hakkını verecek sistemi kurmalıyız. Yeni sistemin dört temel hedefini şöyle sıralayabilirim:
Sürdürülebilirlik: Doğal kaynakları korumalı, olumsuz çevresel etkileri minimize etmeli, şoklara dayanıklılığı güçlü olmalı.
Verimlilik: Doğa dostu teknolojilerle yüksek verim, yeterli üretim, atık ve artıkların en aza indirgenmesi.
Besleyici ve Sağlıklı Ürüne Erişim: Besleyici değeri yüksek, kaliteli ürün öncelik ve çeşitliliği, güvenilirlilik, yerelden tedarik (150 km çapında bir bölge) kolaylığı
Kapsayıcılık: Ekonomik ve sosyal korumada kapsayıcılık, dezavantajlı grupları dikkate alan, kimseyi geride bırakmayan. Kamunun önderliğinde, sadece bu konuda görevlendirilmiş yetkin bir Bakan Yardımcısı atanmasıyla bu başlangıç sağlanabilir, katarın ön vagonunun ilk yolcularından olabiliriz, olmalıyız.