TKYD Anadolu Panellerinin 9.’su Kayseri’de yapıldı
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği’nin (TKYD), Dünya Gazetesi ve Yapı Kredi işbirliği ile düzenlediği Anadolu Panelleri’nin dokuzuncusu Kayseri’de gerçekleştirildi. Panelde, Türkiye ekonomisi içerisinde milli gelirin yaklaşık yüzde 90’ını üreten aile şirketlerinde kurumsallaşmanın önemi konuşuldu.
Hilal SÖNMEZ
KAYSERİ - Türkiye’de kurumsal yönetim ilkelerinin daha iyi anlaşılması amacıyla çeşitli illerde hayata geçirilen Anadolu Panelleri çerçevesinde Kayseri’de gerçekleştirilen toplantının temasını “Neden Kurumsal Yönetim” başlığı oluşturdu. Kayseri Sanayi Odası’nda (KAYSO), Dünya Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ moderatörlüğünde yapılan panele, TKYD Yönetim Kurulu Başkanı Tamer Saka, KAYSO Meclis Başkanı Abidin Özkaya ve Yapı Kredi Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Çimenoğlu panelist olarak katıldı.
Toplantının açılış konuşmasını yapan KAYSO Meclis Başkanı Abidin Özkaya, Türkiye ekonomisi içinde milli gelirin yaklaşık yüzde 90’ınını aile şirketlerinin ürettiğini belirterek, kurumsal kimliği öncelikle aile şirketlerinin oturtması gerektiğini söyledi. Kurumsallığın beraberinde istikrarı, istikrarın da başarıyı getireceğini kaydeden Özkaya, “Başarılı olmak ve bu başarının devamlılığını sağlamak isteyen şirketlerin öncelikle kurumsal bir statü kazanması gerekiyor. Özellikle aile şirketlerinde kurumsallaşma çok daha fazla önem taşıyor. Türkiye ekonomisi içerisinde milli gelirin yaklaşık yüzde 90’ınını aile şirketleri üretiyor. Maalesef ülkemizde aile şirketlerinin ömrü gelişmiş ülkelerdeki kadar uzun değil. Ülkemizdeki aile şirketlerinin yüzde 38’inin birinci, yüzde 47’sinin ikinci, yüzde 13’ünün üçüncü ve sadece yüzde 2’sinin dördüncü ve daha sonraki kuşağa ulaşabildiği ifade ediliyor. Fortune 500’e göre dünyadaki en büyük ve başarılı şirketlerin yüzde40’ı aile şirketleri. Ayrıca dünyadaki en zengin ilk 10 kişinin de 7’si aile şirketi üyeleridir. Buradan hareketle, aile şirketleri, dünya ve Türkiye ekonomisine yön veren, en önemli aktörlerden biri olduğu aşikârdır. Dolayısı ile özellikle aile şirketlerinde kurumsallaşma, hem dünya hem ülkemiz açısından hayati öneme sahiptir” dedi.
“Dünya yeni bir ekonomik ve siyasal dengeye evriliyor”
Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Tamer Saka ise adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkeleri üzerine kurumsal yönetim anlayışının inşa edildiğini, etki ettiği tüm alanlarda da yol gösterici olma misyonuyla hareket ettiklerini söyledi. Saka, “Aslında dün ve bugün yaşadığımız birçok problemin temeline baktığımızda bir sistem sıkıntısı olduğunu üzülerek görüyoruz. Dolayısıyla artık kurumların ön plana çıktığı, hesap verebilir, sorgulanabilir, adil ve şeffaf sistemlerin oluşturulmasını garanti altına alacak anlayışın yerleştiği, bireylerden ziyade kurumların konuşulduğu bir anlayışı odağımıza almak durumundayız. Dünyada ve ülkemizde yaşanan son gelişmeler kurumsal yönetim kavramının ülkelerin ve kurumların rekabetçiliğini devam ettirebilmeleri için ne derece önemli bir araç olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Dünya muazzam bir değişim sürecinin içerisinden geçmektedir. Karşı karşıya olduğumuz problemler hiç olmadığı kadar karmaşık riskler içermektedir. Dünya kapsamlı bir şekilde yeni bir ekonomik ve siyasal dengeye evrilmektedir. Bu değişim sürecini alışagelmiş olduğumuz büyüme modelleri ile geçiştirebilmemiz mümkün olmayacaktır” diye konuştu.
“Şirket kalmış ama aile parçalanmışsa o da bir başarısızlıktır”
En küçük toplumsal sosyal yapı olan ailede dahi adillik, şeffaflık, sorumlulukların net olması ve hesap verebilirlik ilkelerinin olması gerektiğini belirten Saka, “Bu dört ilkenin olmadığı bir evde huzur, mutluluk düşünebilir miyiz? Ailemizde bu dört ilkenin varlığı esas ise bunu şirketlerimiz içinde düşünmeliyiz. En küçük sosyal birim ailede bile bu böyle iken tatbikî şirketimizde bize sağlayacağı daha büyük faydalar var. Kurumsal yönetim yoksa başarıyı sürdürme şansımız çok çok çok azalıyor. Şunu da atlamamalıyız. Kurumsallaşmada ama. Sadece şirketi korumak değil, aileyi de korumaktır. Şirket kalmış ama aile parçalanmışsa o da bir başarısızlıktır” ifadelerini kullandı.
“Finansalları iyi olan şirketler arasında kurumsal ilkelerle yönetilenler öne çıkıyor”
Yapı Kredi Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ahmet Çimenoğlu da panelde yaptığı konuşmada, finansal kurumların işletmelerin yürütmekte olduğu kurumsal yönetim ilkeleri seviyesini yakından ve dikkatle izlediklerine dikkat çekti. Şirketlerle çalışacakları zaman finansal istikrar kadar şirketin kurumsallıklarını da göz önünde bulundurarak karar verdiklerini aktaran Çimenoğlu, şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyum aşamalarının finans kurumları için önemli bir girdi olduğunu belirtti. Çimenoğlu, “Finansalları iyi olan şirketler arasında kurumsal ilkelerle yönetilen şirketler öne çıkıyor. Şirketlerin kurumsal yönetime doğru dönüşmeleri noktasında bankaların dönüştürücü gücü var. Bir şirketi nasıl sürdürebiliriz? Bunu teknoloji açısından ele aldığımızda dijital dönüşümü gerçekleştirebilen şirketler sürdürülebilir oluyor” şeklinde konuştu.
“Banka yöneticilerimize çok ciddi sorumluluk yüklendi”
Dünya Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ’ın “Maliyetler çok arttı belki ama öte yandan bunu karşılayacak bir finansmana erişim konusunda da ülke çapında bir takım sorunlar yaşandığını biliyoruz. İş dünyasından finansmana ve krediye erişim konusunda sıkıntılar yaşadıkları yönünde görüşler alıyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Önümüzdeki altı ay - bir sene diye baktığınızda baz senaryonuz nedir? Nasıl ilerleyecek ekonomi size göre? Ne gibi fırsatlar ya da riskler önümüzde olabilir?” sorusunu yanıtlayarak, ekonomik gelişmelerle ilgili de bilgiler paylaşan Ahmet Çimenoğlu şunları söyledi:
“Bankacılık çok regüle bir sektör. Çok ağır düzenlemelere tabi bir sektör. Topladığımız mevduatla kredi veriyoruz ve dolayısıyla banka yöneticilerimizin omuzlarına çok ciddi bir sorumluluk yüklenmiş durumda. Regülasyon çoğaldıkça da bankaların hareket alanları zaman zaman kısıtlanabiliyor. Şu anda piyasalarda çok konuşulan krediye erişimin zorluğu aslında daha çok bu son dönemde merkez bankasının, kısmen de BDDK’nın bazı düzenlemelerinin bazı düzenlemelerinin sonucu olarak, biraz bizim de mecburiyetten uymak zorunda olduğumuz durumlar. Normal koşullarda şöyle düşünmek lazım; biz netice de para satarak para kazanan kurumlarız. Sizleri güven duygusu içinde paranızı bankamıza getirmeye ikna etmemiz lazım, arkasından da bizim bu parayı doğru yerele, doğru şirketlere, doğru kişilere aktarmamız, değerlendirmemiz lazım. Bu bizim zaten birincil görevimiz. Bu olmadığı zamanda bizim yönetici arkadaşlara sorduğumuz ilk soru bu, neden büyümüyoruz? Dolayısıyla bizim temel içgüdümüz büyümek. Ama bir noktada bize dur diyen regülasyonlar olabiliyor dönem dönem. Bize regülatörün beyan ettiği irade, kredilerde çok da hızlı bir büyümenin olmaması yönünde. Bankalarda ona göre kendilerini ayarlıyorlar. Regülasyonun belirlediği o sınır içerisinde de yapılabilecek ne varsa onu yapmaya çalışıyorlar. Bir kredi olarak, o anlamda müşterilerimizi üzmeden mümkün olduğu kadar işlerini görmeye çalışıyoruz. Ancak şu anda ne yazık ki vadeler kısaldı. Vadeler kısalınca, uzun vadeli yatırım finansmanı imkânları çok ortada bulunmuyor ve müşterilerimizin talebini karşılayamadığımız durumlar oluyor. Bireyler içinde geçerli bu durum. Bunu iyi ayırmak lazım diye düşünüyorum. Bize kalsa, bizim sahadaki arkadaşlarımıza kalsa daha fazla kredi vermek isteyecekler. Ama şu andaki mevcut düzenlemeler itibariyle ne kadar mümkünse o kadarını yapabiliyoruz.
Diğer sorunuzla ilgili olarak da, önümüzde bir seçim var. Seçime kadar mevcut politikaların, hükümetin yeni ekonomik programı adı altındaki uygulamalarının devam edeceğini anlıyoruz. Dünya şu anda kötü bir konjonktürden geçiyor. Dünyada para yok, olan para da çok pahalı ve gelişmekte olan ülkelere gitmiyor. Emtia fiyatları, enerji fiyatları çok yüksek. Bu konjonktür hem dünyayı hem de biraz daha fazla Türkiye’yi etkiliyor. Bununla beraber dünyada büyüme hızı da yavaşlamaya başladı. Özellikle Avrupa’dan gelen talepte de bir yavaşlama görüyoruz. Türkiye eğer ihracat gelirlerinde çok önemli bir artış sağlayamıyorsa, daha da önemlisi Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarında bir artış olmuyorsa o zaman kısa vadede, dünyadaki konjonktür değişmeden TL’nin değer kazanmasını beklemek çok gerçekçi değil. Ancak çok büyük bir devalüasyon da beklememek lazım çünkü hükümetin o konuda çok güçlü bir iradesi var. Büyümede yine bence seçime kadar makul bir seviyede kalacak. Avrupa’daki yavaşlama nedeniyle de ihracatta bir miktar tempo kaybı oluyor. Ama diğer ülkelere göre de yine daha iyi bir büyüme olacağını tahmin ediyorum. Dengede tutulmaya çalışılan bir ortam var. Çok büyümeye yönelik değil, daha çok mevcudu korumaya çalışan bir ortam olacak.”