Heykeltıraş, seramik sanatçısı ve yazar Neşe Koçak’ın kalıpları yıkan öyküsü

Evli ve üç çocuk annesiyken 33 yaşında başladığı üniversite hayatıyla birlikte sanat dünyasına da adım atan Neşe Koçak, “Bu yaştan sonra evli barklı kadın okur mu?” kalıbını üreterek yıktı. Koçak, “Üretin ki gözleriniz parlasın, yaşamaya başlayın” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Heykeltıraş, seramik sanatçısı ve yazar Neşe Koçak’ın kalıpları yıkan öyküsü

HİLAL SÖNMEZ

Heykeltıraş, seramik sanatçısı ve yazar Neşe Koçak’ı yakından tanımak için atölyesine gittim. Koçak, Kayseri’deki evinin alt katında, heykel çalışmalarını sürdürdüğü atölyesiyle birlikte iç dünyasının da kapılarını açtı.

Evli ve üç çocuk annesiyken 33 yaşında başladığı üniversite hayatıyla birlikte sanat dünyasına da ilk adımlarını atan Koçak, “Aslında olağan dışı bir şey başarmadım. Çevresel etkenleri düşündüğümüzde her kadın için evlilik ve çocuklardan sonra üniversiteye başlamak ve üretmek çok zor. Ancak, tutkuyla isterseniz tüm kalıpları yıkabiliyorsunuz” sözleriyle başlıyor öyküsünü anlatmaya.

Neşe Koçak, üretme tutkusunu ve kendi hikâyesini anlatırken adeta gözlerinin içi parlıyor. Kendisine bunu ifade ettiğimde, şu cevabı verdi bana: “Ama eskiden parlamıyordu gözlerimin içi. Ben sonradan böyle oldum. Kendim için bir şeyler yaptıkça ve zincirleri kırdıkça gözlerime ışıltı yerleşti.”

Yaşadığımız toplumda kadınlara yüklenen, genel kabul görmüş normları yıkan ve üniversite eğitimine büyük oğlu lise, küçük çocukları ise ortaokul çağındayken başlayan Neşe Koçak, üretme zevkinin tadına varmasıyla yaşadığı süreci içtenlikle paylaşıyor. Üniversiteye başladıktan sonra çevresinden aldığı “Bu yaştan sonra evli barklı kadın okur mu?” tepkilerini hiçe sayıp, çıktığı yoldan dönmeyen Koçak, onu bugün heykeltıraş, seramik sanatçısı ve yazar unvanlarıyla anılmasını sağlayan yolculuğunu anlatırken, kadın okuyucularımız için de, “Üretin ki gözleriniz parlasın, yaşamaya başlayın” mesajı veriyor.

Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde (2006) ve Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde (2016) lisans eğitimi alan Koçak, Heykel Bölümü’nden mezun olduğu sene yine Erciyes Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakültesi’nde açılan Seramik Bölümü Yüksek Lisansına başlayıp mezun oldu.

Eğitimlerini tamamladıktan sonra heykel ve yazarlığı kol kola yürütmeye başlayan Koçak. Çok sayıda karma sergiye katılarak ve on kişisel sergiye de imza attı. Heykelin yanı sıra çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde öyküler ve gezi yazıları yazmaya başladı.

2014’te Müzikli Semtler isimli biyografi kitabıyla Kayseri'nin müzik hayatını şekillendiren İsmail Ediz’i sayfalara döken Koçak, “Yazmak benim için bir tutku. Heykel ve seramik yapmayı da yazmaktan ayrı düşünemiyorum. İkisi de birbirinden besleniyor. Heykeldeki bir kahraman öyküde, öyküdeki bir kahraman da heykelde bana ilham veriyor. Güzel sanatlar eğitimi aldığım için ayrıntıları, görebiliyorum. Böylece ortaya çıkan ürünler arasında bir bütünlük oluşuyor” diyor.

Müzikli Semtler’den sonra Uygunsuzlar isimli öykü kitabıyla okuyucusunun karşısına çıkıyor Neşe Koçak. 2019 yılında, 16 kısa öyküyle okuyucusuna kavuşan Uygunsuzlar, satır aralarında Neşe Koçak’ın sanat yolculuğuna dair ipuçları da taşıyor. Kitabında, sanatı, felsefeyi, psikolojiyi harmanlıyor.

Uygunsuzlar ile ilgili şunları söylüyor yazar, “Kitap, 16 farklı hikâyeden oluşsa da hepsinin ortak bir noktası var. Bütün öyküler, bizim gibi insanların deli diye nitelendirdiği kahramanlar etrafında dönüyor. Var olduğumuz hayatın kurallarına uyum sağlayamayan, bu dünyaya uygun düşmeyen, kalıplara sığmayan, kendi ruh dünyalarındaki derin yalnızlıkta yaşayan, masum, uçuk kaçık karakterler bu kahramanlar. Onların dünyasında yanılsama ve sanrılar gerçeklerle iç içe geçmiş durumda. Karakterler çocuksu bir hayal âleminde yaşıyorlar.”

Kuşların Günlüğü isimli öyküde; otobüs durağında, insan boyutlarında üç kuşun, çantalarını koluna takmış beklediklerini gördüğünde, “Neden uçmak yerine otobüse biniyorlar acaba?” diyor Koçak. Sohbet derinleştikçe anlıyorsunuz ki, yazarın hayatındaki kırılma anı da bu şekilde gerçekleşmiş. İçindeki sanatsal üretim tutkusu baskılandığı için, otobüs bekleyen kuşlar gibiyken, bir anda bu tutkuyu açığa çıkarmaya karar vermiş ve otobüs beklemek yerine kanatlarını kullanmaya başlamış.

Üniversite sınavına girmeye nasıl karar verdiniz?

“Aslında hiç plan yapmadım. Bir anda bir akış başladı. Hep istediğim şeyler oldu peş peşe. Resim yapıyordum, sınava girip kendimi deneyeyim dedim, girdim ve kazandım. Başlayayım, okuyamazsam bırakırım diye düşündüm. Çünkü evliydim ve üç küçük çocuğum vardı, onları da ihmal etmek istemiyordum. Dereceyle bitirdim. Lisans bittiğinde aynı yıl seramik bölümünde yüksek lisans açıldı ve sadece iki kişi aldılar, biri bendim. Diğeri sonrasında en yakın arkadaşım, can dostum oldu. Ben gayret gösterdikçe önümde kapılar açıldı. Sabırla çalıştım ve başardım. Hiçbir zaman çok uzun vadeli planlar yapmadım, gelecekte bizi ne bekliyor, hayatın planları ne bilmiyoruz. Beni mutlu eden şeyin peşinden gittim sadece.”

Sınavı kazandıktan sonra ailenizin tepkisi ne oldu?

“Toplumun kadına çizdiği belli roller var. Kadın her şeyden önce annedir ve eştir. Özellikle de benim gibi bir baskı ortamında yetişmişseniz bu kalıpları yıkmak devrim gibi. Çevremdeki birçok kişi, akrabalar, komşular, tanıdıklar, annem bile karşı çıktı bana. ‘Bu yaştan sonra evli barklı kadın okur mu?’ dediler. Fakat ben kararımı vermiştim. O zamandan beri doğru olduğuna emin olduğum konularda başkasını dinlemem. Bir yazarın güzel bir sözü var; ‘Sen doğru bildiğinden şaşma, isterse dünya batsın’ diyor. Üniversiteye başlayınca bunun, hayatta verdiğim en doğru karar olduğunu, ihtiyacım olanın bu olduğunu, artık kendim için bir şeyler yapmamın zamanı geldiğini anlamıştım. Heykeltıraş Rodin'in şair Rilke'ye ‘Hayatını değiştirmelisin’ dediği gibi ben de hayatımı değiştirmeliydim. Hayatıma kendim yön vermeliydim, verdim de.”

Hayat küçük mucizelerle dolu

Üniversite eğitimine başladıktan sonra mucize gibi bir şey yaşıyor Neşe Koçak. İlk çocuğuna hamile olduğunda önce bir elinde çıkan sonra diğer elini de saran ve yıllarca hiçbir tedaviye cevap vermeyen bir cilt hastalığı ile mücadele ediyor. Heykel okumaya başladıktan sonra da sürekli su, çamur, alçı gibi malzemelerle haşır neşir olacağı için ellerinin daha kötü olmasından korkuyor. Ancak, tam tersi oluyor. Eğitiminin birinci yılının sonuna geldiğinde elleri tamamen iyileşiyor.

Bu durumu hayatının mucizesi olarak aktarıyor Koçak, “Ellerimde, ilerlemiş alerjik kontakt dermatit ile başladım okula. On dört yıl benimle birlikteydi, benim bir parçam olmuştu. Sürekli iş yapmak zorunda olan biri için ellerin hasta olması gerçekten çok acılı ve zor bir durum. Sonra inanılmaz bir şey oldu. Ellerim zamanla iyileşmeye başladı. Mucize gibi. Üniversiteye başlayarak ilk kez kendim için bir şey yapmıştım. Yıllarca hayalini kurduğum eğitimi alma şansını yakalamıştım, bir şeyler üretiyordum ve toprağa dokunuyordum. Bu benim için muazzam bir şey. Karşılığı da zaten mucize gibi oldu.”

Konu üniversite yıllarına gelince, ev ve okul sorumluluklarıyla nasıl mücadele ettiğini ve zamanı nasıl koordine ettiğine yönelik soruma da cevap veriyor Koçak,

“Çok emek verdim, çok çalıştım ve hızlı olmayı öğrendim. Bir okula bir eve yetişmek için bu alışkanlığı kazanmaya mecburdum. Her zaman iki üç işi bir arada yaparım. Yemek yaparken sesli kitap dinlerim, doktorda sıra beklerken kitap okurum. Çocuklar büyüdükçe bir miktar daha sorumluluklarım azaldı. Ancak, şimdi de bu dünyada geçireceğim zamanın azaldığını düşünerek zamanımı çar çur etmeden yaşamaya gayret ediyorum. Yapmak istediğim, hayata geçirmek istediğim çok şey var, yirmi dört saat yetmiyor. Buna rağmen atölyemin ve evimin kapıları herkese açık. Sık sık misafir ağırlıyorum, Özellikle atölyede. Misafirler atölyede vakit geçirmekten hoşlanıyorlar. Buranın ortamını seviyorlar. Gelen herkesin eline bir parça çamur veriyorum. Terapi oluyor atölye ortamında çalışmak, çamura dokunmak. Bir nevi insanın kendiyle bütünleşmesi diyebiliriz buna. Çünkü insanın ham maddesi çamur.”

Heykel çalışmalarınızda neler var?

“Uzmanlık alanım heykel, uzun zamandır seramikle de uğraşıyorum. Şimdiye kadar ki çalışmalarımda ahşap, metal, seramik malzemeyi birlikte kullandım. Son zamanlarda bronzla figüratif heykeller çalışmaya başladım. Atölyemde dersler veriyorum. Öğrenmek kadar öğretmekten de keyif alıyorum.”

Neşe Koçak okuyucularını hangi kitaplar bekliyor?

“Sanat öykülerinin yer alacağı bir kitap üzerine çalışıyorum. Şubat ayında yayınevine teslim etmeyi hedefliyorum. Öykü gibi kurguya dayanan bir tür bile olsa, bilgilendirici olmalı, okuyucuya bu anlamda da katkı sağlamalı. Sanat öykülerim de sanat tarihinden besleneceği için de bol bol okuma ve araştırma yapıyorum bugünlerde. Üçüncü sırada gezi yazıları kitabım var. Zaten uzun zamandır gezi yazıları yazıyordum. Onları gözden geçireceğim. Pandemiden sonra biraz daha gezip yenilerini ilave edeceğim. Bunun için gitmek, görmek istediğim yerler var. Bu anlamda gezmek, yeni yerler keşfetmek çok heyecan verici, ufuk açıcı deneyimler. Müzeler, ören yerleri, tabiat güzellikleri, o bölgenin, şehrin pazar yerleri, çarşıları, insanları, yazmak için malzeme oluyor. Sonrasında da kadın kadına öyküler gelecek. Taslağı zihnimde hazırlıyorum.”

“Hayata üreterek tutunuyorum”

Öykü yazarken, üretirken duyduğu heyecanı şöyle dile getiriyor Neşe Koçak, “Bir heykele, bir öyküye başlarken ellerim titriyor, kalbim hızla çarpıyor ve her seferinde heyecanlanıyorum. 'Yapamayacağım, yazamayacağım' diyorum. Sanki daha önceki çalışmalarımı, görünmez bir gücün dokunuşuyla üretmişim de şimdi bütün tılsım kaybolmuş gibi hissediyorum. Sonra ortaya çıkan çalışmama bakıp, 'Sanırım bu sondu, bir daha üretemeyeceğim' diyorum. Bu durum, her defasında böyle tekrarlanıyor. Hal böyle olunca da heyecanın varlığından doğan enerji, beni daha iyiye ulaşma yolunda yeni arayışlara teşvik ediyor. İster istemez, hatta bile isteye heykellerim ve öykülerim birbirinden çok etkileniyor. Balmumundan figürler çalışıp yorulduğum bir sergi hazırlığında, balmumundan ince narin kızların ıssız sokaklarda salınıp gezindiği karlı soğuk bir kış gecesini düşlemekten ve yazmaktan kendimi alamıyorum. Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Yazmak benim için, heykel yapmak gibi, kendimi ifade biçimim. Hayata üreterek tutunuyorum, bu şekilde ona kendimce bir anlam kazandırıyorum. Böylece, ben buradayım, ben de varım diyorum.”

 

 

 

 

 

 

 

Şehirler