İstanbul-Londra-Singapur’dan geçen bir yaratıcı yolculuk
Haftanın konuğu uluslararası marka tasarım ajansı holmes&marchant’ın Singapur ofisinin başarılı Yaratıcı Yönetmeni Gökçe Şahbaz...
Bu haftaki konuğum uluslararası marka tasarım ajansı holmes&- marchant’ın Singapur ofisinin başarılı Yaratıcı Yönetmeni Gökçe Şahbaz. Kendisiyle reklamcılık ve tasarım alanında uluslararası kariyer yapmak üzerine sohbet ettik.
- Gökçe Bey, 20 yılı aşkın süredir farklı ülkelerde uluslararası reklam ve tasarım alanında çalışıyorsunuz. Bize kısaca profesyonel yolculuğunuzdan bahsedir misiniz?
Ben Antalya’da ressam olan annem ile büyüdüm. Lise eğitimi ardından yetenek sınavlarıyla Türkiye’nin en iyisi olduğunu düşündüğüm Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin seçmelerine Çizgi Film Animasyon okumak üzere katıldım. Kazanamadım! Annem çok ısrar etti başka okulların sınavlarını da denemem için fakat ben sadece Eskişehir istiyordum. Ertesi yıl hayatımda hiç yapmadığım kadar çizim yaparak yetenek sınavına yeniden hazırlandım fakat bu sefer fikrim değişmişti, Grafik Tasarım Bölümüne girmek istiyordum ve de ikinci denememde başarılı oldum. O zaman Fikret Uçar bölüm başkanıydı ve bizi sürekli farklı düşünmeye zorluyordu. Fikret hocadan öğrendiklerimi hala kullanıyorum. 1999’da mezun olduktan sonra İstanbul’da Ajans Ultra’da Hakkı Mısırlıoğlu’nun çırağı Sanat Yönetmeni olarak reklam ve tasarım sektörüne adım attım. Amerika’da yaşanan ikiz kuleler saldırısı tüm sektörü ve de yeni mezun olan beni epey etkiledi, daha büyük bir ajansa geçip iş güvenliği arayışına girdim. O zamanlar Leo Burnett’in yaratıcı ekibiyle iş çıkışlarında bilgisayar oyunu oynuyorduk, bu sayede de yaptığım işleri Yaratıcı Yönetmeni Yaşar Akbaş’a gösterme şansım oldu. Sonrasında bir fırsat doğdu, daha düşük pozisyon ve maaşa rağmen kariyer fırsatı olarak görüp işi kabul ettim. Gerçekten de kısa zaman içerisinde Leo Burnett tarihinin en genç Yaratıcı Grup Direktörlüğüne kadar yükseldim, 23 yaşındaydım. O dönemin Leo Burnett’i ikinci okul gibiydi, orada çalışan ekip sonrasında sektörde en iyi yerlere geldiler. Bu ekipten ağabeylerimden Tuğbay Bilbay 2005’te Grey Worldwide’ın Yaratıcı Yönetmeni olduğunda beni yanına Yaratıcı Grup Direktörü olarak aldı. Onun liderliğinde çok güzel işler yaptık, uluslararası sektör ödülleri aldık. Son olarak Türkiye’de 2009 yılına kadar çalıştığım en iyi adamlardan biri Cevdet Kızılay ile Publicis Yorum ajansında çalıştım.
- Uluslararası kariyeriniz nasıl başladı? Hep hayaliniz miydi, yoksa tesadüfen karşınıza çıkan bir fırsat mı?
Hayatımın hiçbir aşamasında yurtdışı kariyeri hedefim olmadı, ta ki yurtdışına çıkana kadar. Grey’de çalışırken İngiliz Vodafone markasının Türkiye lansmanından sorumlu yaratıcı ekibi yönetiyordum. İngiltere Grey’den üst düzey yönetici göndermişlerdi ve onun stratejik liderliğinde yürüyordu işler. Bu tecrübe sayesinde aslında Türkiye’deyken uluslararası çalışma ahlakını deneyimleme şansım oldu. ‘Çok da korkutucu değilmiş, onlardan çok da farkımız yokmuş’ dediğimi hatırlıyorum. Publicis Yorum’a geçtiğimde ise, Renault markasının yeni bir aracının lansmanı için grup uluslararası bir yarışma açtı kendi içerisinde. Ben ve ekip partnerim Şölen ile çalışmamız birinciliği aldı. O zaman anladım ki yurtdışında da başarabilirim.
Eşim Şebnem 2007 yılında Londra’da pazarlama yüksek lisansı yapmaya gitmişti ve pek de geri dönmeye niyeti yoktu. Haliyle ben de git-gel yapmaya başlamıştım. Sonra 2009 yılında okulda çalıştığı İngiliz profesör kendisine iş teklifinde bulununca, Publicis’te çok mutlu olmama rağmen, İngiltere’de yaşamayı denemeye karar verdik.
İngiltere'de iş bulmanız kolay oldu mu?
Pek kolay olmadı. İlk başlarda sektörle ilgili hiçbir bilgim yoktu ve iş bulma sürecini Türkiye’deki bilgilerimle yönetmeye çalıştım, ilk altı ay görüşmeye bile çağırılmadım. Çünkü hem reklam filmi çekmiş, kampanyalar yapmış, hem de ambalaj tasarımı üzerine çalışmış olduğum inandırıcı gelmedi İngilizlere. Türkiye’de sektörde kalmak isterseniz bunların hepsini aynı anda en iyi şekilde yapmanız beklenir sizden. Londra’daki işverenin gözünde bu bir avantaj olur sanmıştım, ancak yanılmışım. Sonra sektörde kafa avcılığı yapan Valerie adında biriyle tanıştım. Bana önerisi CV ve iş örneklerimi ikiye ayırmak ve iki Gökçe profili yaratmak oldu. Biri reklam ajansları, diğeride tasarım ajansları için. Tasarım Ajansları için olan Gökçe birden iş görüşmeleri yapmaya, teklifler almaya başladı. Sadece kendimi sunum şeklimi değiştirmemle sonuç almam ve İngiltere’nin en saygın, köklü marka tasarım ajanslarından DesignBridge ile çalışmaya başlamam mümkün oldu. 5 yıl orada kaldım ve Tasarım Direktörlüğü pozisyonuna kadar yükseldim.
Path London’ın Yaratıcı Yönetmeniyken aynı kafa avcısı Valerie yaklaşık 10 yıl sonra yeniden bir teklifle geldi, Singapur’da uluslararası marka tasarım ajansı holmes& marchant Yaratıcı Yönetmen arıyor demesiyle kendimi Singapur’da buldum.
İstanbul, Londra, Singapur. Birbirinden oldukça farklı ortamlar, kültürler deneyimlediniz. Nasıl farklar gördünüz?
Zorlukları, kolaylıkları ile bize bir değerlendirme yapabilir misiniz? İş yapış biçimlerinde kültürün ne kadar önemi var? İnanıyorum ki iş yapış biçimleri kültürle direk bağlantılı olgular. Bizim sıcakkanlılığımız ve dolaysız iletişim yöntemimiz İngiltere’de uzun süre yanlış anlaşılmama neden oldu örneğin. Beni kaba buldukları çok oldu, oysa ki ben nazik olup zamanlarını almadan, lafı dolaştırmadan iletişim kurduğumu düşünüyordum. Ne zaman dolaylı yolla iletişim kurmayı öğrendim o zaman benimle ilgili yargıları değişti. Asya’da ise tam tersi, dolaysız anlatım en çok kabul gören yöntem. Bize en çok benzedikleri noktalardan biri de bu.
Bir başka konu da daha önce bahsettiğim odaklanmışlık konusu. İngiltere’de uzmanlık beklentisi oluşuyor, birinin iki ayrı konuda iyi olabileceği inancı ne yazık ki pek yok. Oysa, Türkiye ve Asya’da çok yönlülük değer verilen bir olgu. Örneğin, benim hem reklam hem de tasarım deneyimim olması buradaki işi almamda en büyük etken. Ekibimde çalıştırdığım birçok tasarımcı da çok yönlü; bir yandan ambalaj tasarımı, diğer yandan dijital kullanıcı arayüzü tasarımı yapabiliyorlar. Hem reklam filmi fikri geliştirebiliyor hem de illüstrasyon çizebiliyorlar.
- İstanbul ve Londra’da daha uzun süreler çalıştınız sonra Singapur’a geldiniz. Singapur iş dünyasında “hafif Asya” olarak bilinmekte, bir yandan Asya’dasınız ancak modern bir doğu toplumu içindesiniz, birçok şirketin Asya Pasifik merkezi hatta global merkezi Singapur’da, son derece iş odaklı bir kültür egemen. Sizi neler şaşırttı Singapur’da?
Singapurluların hiç ödün vermeden gelenek ve göreneklerini korumuş olmaları ve üzerine yenilikçiliği, girişimciliği yerleştirmeyi başarmış olmaları beni en çok etkileyen unsur oldu. Kültüre İngilizlerin katkısı yadsınamaz tabi ki de ama onlardan aldıklarını çok daha iyiye götürmüş olmaları tamamen kendi başarıları. Uyruk, din ayrımı yapmaksızın kurmuş oldukları hoşgörü ve birlikteliğe dayanan toplum bence Singapur’u modern dünyanın örnek ülkelerinden biri yapıyor.
- Çalıştığınız müşteriler ve mevcut projelerinizden örnek verebilir misiniz?
Biz bir tam hizmet marka ajansıyız; yani marka kimliklerinden tutun da ambalaj tasarımlarına kadar çalışıp, markanın dünyasını inşaa ediyoruz. Sonrasında bunu geleneksel medya ve/veya dijital platformlara kampanyalaştırıyoruz. Nestle, Mondelez, Danone gibi pek çok global şirketin markalarına hizmet veriyoruz ama en yoğun olarak Unilever markaları ile çalışıyoruz. Türkiye’de de bilinen Clear, Dove, Vaseline gibi kişisel bakım ürünleri markalarının global projelerini yürütüyoruz. Yaptığımız projeler böyle global olunca da dünyanın pek çok yerinden marka ekipleriyle iletişime geçiyoruz. Örneğin, Dove global marka ekibinin büyük kısmı Singapur’dayken raporladıkları direktör New York’da. Singapur ofisi olarak sadece Güney Doğu Asya değil, Avrupa ve Amerika dahil pek çok pazara iş yapıyoruz.
- Türkiye ile bağlantılı markalarla çalışıyor musunuz?
Evet Türkiye ile direk çalışmaktayız ve gün geçtikçe de büyümekteyiz pazarda. Yine Unilever markaları ile başladık çalışmaya. Yumoş markasının yeni geliştirdiği deterjanın ürün ambalaj tasarımı ve iletişim görsellerini tasarladık. Şimdileri ise yine aynı ev bakım marka ekibiyle yürüttüğümüz Cif, Domestos ve Rinso markalarıyla çalışmalarımız devam ediyor.
- Globalleşme, internet, sosyal medya, dijital dönüşüm derken, küresel ölçekte baktığınızda reklamcılık ve tasarım ilk işinizden bugüne nasıl değişti?
Temelleri aynı kaldı aslında; iyi fikir geliştirme hala en önemli etken pazarlama iletişimi alanında. Elbette bu fikrin yaşayacağı medya da önemli, fakat iyi ve ayrıştırıcı fikriniz yok ise, tüketiciye ulaşsanız bile inandırıcılığınız olmayacaktır. O kadar kirlilik ve gürültü var ki iletişim alanında, ürün ve markanızı bütünsel düşünmediğinizde tüketiciyi kazanmanız çok olası değil. İnsan karar veriş davranış biçimi değişmedi, hala her seferinde duygularımızla harekete geçip, aklımızla kararımızı rasyonelize ediyoruz.
- Pandemi reklamcılık ve tasarım dünyasını nasıl değiştirmekte? Yakın geleceğe dair radikal değişiklikler öngörüyor musunuz?
Tüketicinin öncelikleri kökten değişikliğe uğradı. Maksadı olan markalara yöneldiler ve yönelmeye devam edecekler. Kendi markalarımızdan örnek vermek gerekirse Unilever içersinde Lifebuoy adlı marka hijyenik el ve vücut sabunları üreten köklü bir marka. 700 milyon Euro değerden tam 1 milyar Euroyu geçkin büyüdü 6 ay içerisinde ve büyümeye hızla devam ediyor. Tüketici herhangi bir sabun almak istemiyor, onlara temel fayda -Lifebuoy örneğinde hayatta kalma- amacıyla yaklaşan ürünleri almayı tercih ediyor.
Bunun yanı sıra satın alma biçimimiz değişti. Marketlere gidip fiziksel ürün satın almamız azaldı ve daha da azalacak. E-ticaret önümüzdeki 5 yılda beklenen büyümesini 1 yıl içerisinde gerçekleştirdi. Dijital korkusu olan tüketici bile alışkanlık ve güven geliştirdi bu dönemde. Markaların ve ajansların bu dönüşüme hızlıca uyum sağlaması gerekiyor. Amacı net olmayan, kendini dijital pazarlamaya hazırlayamayan ve tutarlı iletişim stratejisi benimsemeyen her marka ne yazık ki yok olmaya mahkum.
- Yaratıcı alanda uluslararası kariyer yapma hedefi olan genç arkadaşlara neler önerirsiniz?
Şunu bilsinler ki bir çok başka uyruğa göre biz Türkler avantajlı başlıyoruz yarışa. Hem çalışkanız, hem de pratik zekalıyız. Üzerine katmaları gereken uluslararası düşünce biçimi ve değer yargılarını öğrenmek olacaktır.
Yaratıcılığın besini öncelikle etrafınızdaki her yaşananı gözlemlemek, haberdar olmak, sıkılmadan araştırmak ve öğrenmek. Ve hatta bunu en iyi -eğer imkanlarınız uygunsa- eğitiminiz sonrası iş hayatına başlamadan dünyanın bir bölgesini belirleyerek, sırtınıza çantanızı alarak, gezerek, tozarak, ucuz hostellerde kalarak, yeni insanlar tanıyarak yapabilirler. İnanılmaz faydasının göreceklerdir. Ben yapamadım, şansım olmadı, onlar yapsın.