Empati ile insanların yaşamına dokunanlar
Empati davranışa dönüştüğünde değer yaratmakta ve o değer başkalarının yaşamını iyileştirdiğinde anlam kazanmakta.
Ela Erozan Gürsel - Datassist Bordro Servisi/İnovasyon Araştırmacısı
Geçen hafta kurumsal empati üzerine yazımla ilgili araştırma yaparken, iki güzel empati örneğine rastladım. İkisi de beni harekete geçme konusunda düşündürdü. Empati davranışa dönüştüğünde değer yaratmakta ve o değer başkalarının yaşamını iyileştirdiğinde anlam kazanmakta.
Birinci örnek, 21. Yüzyılın en değerli düşünürleri arasında gösterilen ve Empati adını verdiği kitabıyla bize empatiyi tekrardan tanımlayan Roman Kryznaric’in empatinin insan ilişkilerinde devrim yaratacak gücü üzerine. Kryznaric empatiyi Patricia Moore ile tanımlıyor kitabının ilk bölümünde. Benim doğduğum 1979 yılında Patricia Moore Ürün Tasarımcısı olarak New York’un en prestijli firmalarından birinde çalışmaktaymış. Sözünü ettiğimiz firma Raymond Leowy, Coca Cola şişesini ve Shell logosunu tasarlayan tasarımcıların firması. Moore 26 yaşında, üniversiteyi bitirir bitirmez kendini tek kadın tasarımcı olarak 350 erkek meslektaşının çalıştığı Manhattan ofisinde bulmuş. Yeni bir buzdolabı tasarlamak için, beyin fırtınası yaptıkları bir toplantıda bir tasarım sorusu ortaya atmış: “öyle bir buzdolabı tasarlayamaz mıyız ki, artirit hastası olan biri kolaylıkla kapısını açabilsin?” Bir meslektaşı hemen hiç sorunun üzerinde durmadan, biz o insanlar için tasarım yapmıyoruz, deyip kestirip atmış. Meslektaşının “o insanlar” diyerek ne demek istediğini anlamsız bularak, Moore 20. Yüzyılın en radikal empati deneylerinden biri olacak çalışmaya kendi merakı ve inisiyatifiyle başlamış: 85 yaşında artirit hastası olarak hayatını sürdüren bir insan olmak ne demek ve bu insanın ihtiyaçları neler? Gerçekten bu durumda bir insanın neler yaşadığını anlamak için bir profesyonel makyaj artisti ile anlaşmış ve yüzünde derin kırışıklıkları, görüşünü azaltan gözlükleri, kulaklarının tıkaçlarıyla duyma zorluğu, kambur duruşu, bantların yardımıyla sabitleştirdiği dizleri ve yürümesini daha da zorlaştıracak kendine büyük gelen ayakkabılarıyla yaşlı ve hasta bir bedeni mümkün olduğunca simüle etmeye çalışmış.
1979-1982 arasında bu persona ile yüzün üzerinde Amerikan şehrini ziyaret etmiş, bu kişinin karşılaştığı günlük zorlukları ve insanlar tarafından nasıl davranışlarla karşılaştığına birebir şahit olmuş. Metro merdivenlerinden inmeye, iş çıkışı saatinde kalabalık bir otobüse binmeye, ağır alışveriş merkezi kapılarını açmaya, hızla yeşilden kırmızıya dönen trafik ışıklarına ayak uydurmaya, ve tabii ki buzdolabını açıp kapamayı deneyimlemiş. Bu uzun soluklu çalışmanın sonuçları, uluslararası ürün tasarımını bambaşka bir yöne götürmüş. Yaşlıların kullanmasına uygun bir seri inovatif ürün tasarımı gerçekleşmiş. Patates soyacağından kalın kauçuk eldivenlere kadar birçok basit mutfak aletinin gündelik hayatımıza girmesini sağlamış. Tasarıma kapsayıcılık getirmiş. Bir şeklin veya bedenin herkese uyma zorunluluğu fikrini ortadan kaldırmış. 5 yaşındaki bir küçük çocuk ile 85 yaşındaki bir yaşlının ihtiyaçlarının bambaşka olacağını ve tasarımla birçok ihtiyacın giderilebileceğini kanıtlamış. Amerikan Özürlüler Kanununun çıkarılmasına büyük katkı sağlamış.
Yaşamı boyunca, insanların yaşamını iyileştirmek önceliği olmuş. 60 yaşından sonra bugünlerde zamanını Irak ve Afganistan’dan gazi olarak dönen askerlere rehabilitasyon merkezleri tasarlamakla geçirmekte. Bacağını kaybetmiş veya beyninde hasarlar oluşmuş askerler yaşamlarını nasıl bağımsız olarak sürdürebilirler sorusuna her tasarımıyla cevap aramakta.
Moore’nun tasarımdaki başarısı empati modeline dayanmakta. Özellikle kendine yakın olmayan nesillerin, mesleklerin veya belli özürleri olan kişilerin gözünden ihtiyaç ve isteklere bakabilme çabası ve yetisi onu döneminin erkek egemen meslektaşlarından farklı bir noktaya getirmiş. Kendisinden sonra gelen birçok tasarımcı da, kullanıcının gözünden bakarak tasarım yapmayı prensip edinmiş. Empati uzaktan gözlemle sınırlı kalmamış davranışa bürünmüş, kendini o insanın yerine koymak düşünce bazında değil, fiziksel olarak ve uzun bir döneme yayılarak deneyimlenmiş. Davranışa dönüşen empati daha sonra ürün tasarımına dönüşmüş ve yaşamı iyileştirmiş.
İkinci örnek, hiç unutmadığımız deprem bölgesinden. Nepalli Sudan’ın öyküsü. Hami Nepal STK’sının kurucusu. Geçtiğimiz günlerde deprem bölgesinde Gönüllü Mutfağı’nda depremzedelere yemek yapmaya gelmiş Sudan. 2015 yılında Nepal’de 7.8 büyüklüğünde deprem olduğunda Nepalli depremzedeleri enkaz altından çıkaran ilk ekiplerden biri Türk ekipmiş. Sudan 9000 kişinin öldüğü bu depremi yaşamış ve ona Türkiye’den yardım eli uzatmış insanların başına aynı felaket gelince Türkiye’ye gelip yardım etmek istemiş, küçük de olsa bilfiil kendi elleriyle yardım etmek. Bir ay süresince nasıl yardım edeceğini araştırmış, Türkiye ile bağlantı kurmaya çalışmış. Ta 4600 km yol katedip Türk dostlarının yardımına koşmuş. Gönül borcunu ödemiş, evet, ancak duyduğu empatiyi aksiyona çevirmiş. Teşekkürler Sudan!
7 Mart’ta yayınlanan yazımda yazdığım gibi, deprem bölgesinde sıcak yemek dağıtan yörenin insanı, sosyal girişimci şef Ebru Baybara Demir’in öncülüğündeki dev mutfak gönüllülerin katılımıyla büyüyerek aralıksız bir şekilde devam etmekte. Gönüllü Mutfağı’na gönüllü olarak katılabilir veya maddi desteğinizi topraktantabaga.com sitesinden gerçekleştirebilirsiniz. Ellerine, yüreğine sağlık Ebru Baybara ve yüce gönüllüler ekibi!