Türkiye, “kaliteli yabancı sermayeyi” nasıl çekebilir?
“Yabancı sermaye her zaman kalkınma getirmez” diyen Mehmet Öğütçü, Türkiye'nin yatırım çekme stratejisini yeniden kurgulaması gerektiğini söyledi. Dünyada yeni oluşan dengeleri ve neler olabileceğini de açıklayan Öğütçü'ye göre, mesele sadece para değil, uzun vadeli refah yaratacak kaliteli yatırımları seçmek ve yönlendirmek.
ÖZDER ŞEYDA UYANIK
OECD Küresel Yatırımlar Eski Baş Yöneticisi ve Global Resources Partners UK Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Öğütçü, Türkiye’nin yeni jeopolitik dinamikler ışığında “kaliteli yabancı sermaye”yi nasıl çekilebileceğini yorumladı.
Öğütçü, yabancı sermaye dendiğinde akla sadece yurt dışından para akışı, teknoloji transferi veya yabancıların kendi çıkarlarına uygun yatırımların geldiğini hatırlatırken, bu kanının genelde olumlu çağrışım yapmasına karşın bundan çok daha derin ve karmaşık olduğunu söyledi.
Mehmet Öğütçü, yabancı sermayenin her zaman kalkınma ve refah getirmediğini belirtirken; bazen mevcut kaynakları tüketerek, heba ettiğini ve kısa vadeli kârlar peşinde koştuğunu vurguladı.
Bazı çevrelerin uzun yıllar boyunca yabancı sermayeyi “emperyalizmin bir aracı” olarak gördüğünü belirten Öğütçü, değişimler olsa da bu bakış açısının hâlâ etkisini sürdürdüğünü de belirtti.
Paris’te OECD Küresel Yatırım Programı Başkanı olarak görev yaptığı dönemden bu yana “samimiyetle” inandığı gerçeği Öğütçü şu şekilde açıkladı:
“Türkiye gibi ağır dış borç yükü altında ezilen ve sermaye fakiri olan ülkelerin ekonomik geleceği, kapsamlı bir yeni kalkınma stratejisi çerçevesinde hem yüksek düzeylerde hem de “kaliteli” yabancı yatırım çekmeye bağlı.”
Ancak yabancı sermayenin asli motivasyonunun gittiği ülkeye kalkınma ve refah kazandırmak olmadığını söyleyen ünlü uzman, bu durumun “beklenmedik” bir sonuç olduğunu “hiçbir sakıncası olmadığını” söylerken, şunları ifade etti:
“Ama çok iyi biliyoruz ki yabancı yatırımcının birinci önceliği o ülkenin kaynaklarını, pazarını kullanıp üretmek, iç piyasaya satmak, başka şekilde giremediği pazarlara ihracat yapmak, kazançlarını da mümkün olduğu kadar az vergi ödeyerek kendi merkezi neredeyse oraya transfer etmektir.”
“Mevlâna gibi kapıyı herkese açamayız”
Yabancı yatırımcılara Mevlâna gibi “Kim olursan ol, yine gel” denilemeyeceğini belirten Mehmet Öğütçü, sermayenin kalitesinin ve nasıl yönlendirileceğinin uzun vadeli ülkenin faydasında kritik önemde olduğunu söyledi.
Meselenin, sadece sermaye çekmek olmadığını; “doğru türde sermayeyi çekip, doğru alanlara, doğru teşvik ve politikalarla yönlendirmek” olduğunu belirten Öğütçü, “Eğer yabancı sermaye ülkeye gerçekten katkı sağlayacaksa, mutlaka “kaliteli” olmalı” dedi ve ekledi:
“Yabancı sermaye; finans, teknoloji, yönetim becerisi ve uluslararası ağlar gibi konularda eksikliği olan ekonomiler için önemli bir kaldıraç. Borçlanmadan daha iyidir, riski paylaşır, dünya pazarlarına entegre olmayı sağlar.
Bu tür yatırımlar mevcut kaynakları tüketmek yerine yeni üretim tesisleri kurar, iş sahaları yaratır, beceri kazandırır, savunma sanayi, yenilenebilir enerji, ileri tarım teknolojileri, turizm, kritik madenler, havacılık, yapay zeka ve biyoteknoloji gibi stratejik sektörlere en yeni teknolojileri transfer eder ve etkili yönetim tarzını öğretir. Ayrıca küresel piyasalardaki şebeke ve rekabet avantajlarını ev sahibi ülkeye taşır. Aynı zamanda yüksek teknolojili ihracat kapasitesini artırır, çevre koruma standartlarını yükseltir, insan sermayesini zenginleştirir, kısacası uzun vadeli kalkınmanın motoru olur.
Ancak bu yatırımların birçok ülkede gördüğümüz gibi yerli sermayeyi büyük sermaye gücü ve siyasi etkisi ile ezmemesi, cılızlaştırmaması, haksız rekabet yaratmaması da aynı ölçüde önemli. Yabancı yatırımcıların, yerli yatırımcıların yapamayacağı büyüklükte ve ölçekte projeler üstlenmeye sevk edilmesi gerekir ki gerçek anlamda işe yarasın.”
Yeni jeopolitik gelişmeler ve yatırımlar
Enerji uzmanı Mehmet Öğütçü, yatırımlar, jeopolitik gelişmeler, dünya ekonomisi üzerine görüşlerini açıklamayı şu sözlerle sürdürdü:
“Jeopolitika, yeniden tüm risk ve yabancı yatırım yönelimini eskisinden daha kapsamlı ve çok yönlü şekilde etkilemeye başladı; önümüzdeki dönemde de yatırımcıların stratejilerini, tercihlerini ve risk iştahlarını şekillendirmeye devam edecek gibi görünüyor. Özellikle son yıllarda yaşadığımız savaşlar, gerginlikler, siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik belirsizlikler, yabancı sermayenin geleceğini, istikametini ve risklerini şekillendiren en önemli faktörler haline geldi.
2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası dünya genelinde yabancı yatırımlar yüzde 12 oranında azaldı ($1.4 trilyon), birçok yatırımcı yeni riskler karşısında güvenli liman arayışına girdi. Yatırımcılar, uzun vadeli planlamalarını ve fırsat değerlendirmelerini yaparken, yalnızca mali getirileri değil, aynı zamanda siyasi, güvenlik ve sosyal istikrarı da göz önünde bulunduruyor, ortaya çıkmakta olan yeni jeopolitik kaymaları, denklem oynamalarını da hesaba katıyor.
Dünyada kutuplaşma artacak
Önümüzdeki dönemde, bana soracak olursanız, dünyanın iki ekonomik süper gücü olan ABD ve Çin merkezli iki büyük ticari ve jeopolitik blok oluşması muhtemel; Avrupa Birliği, Hindistan, Rusya, Japonya, Kore, Türkiye, Brezilya gibi başlıca güçler, ülkeler ise kendi ekonomik menfaat algıları ve gelecek 25 yılı belirleyeceği anlaşılan jeopolitik kaymalar ışığında hangi merkeze daha yakın duracaklarına karar verecekler. Benim tahminim, jeopolitik sadakat, ülkeleri Soğuk Savaş dönemindeki kadar keskin bir seçim yapmaya zorlamayacak; “al-gülüm-ver-gülüm” pazarlıkları eksik olmayacak yaşamımızda.
Doğrudan yabancı yatırımların, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından önemli ölçüde azaldığını görüyoruz. Birçok uluslararası firma, Rusya’da ciddi zarara uğradı, varlık, kazanç ve gelecek yatırımları kaybetti; verilen sözlere rağmen bunlar hala telafi edilemedi.
Nitekim, bazıları işi şansa bırakmamak için tedarik zincirlerini simdiden Çin dışındaki Endonezya, Vietnam, Hindistan gibi Batı’ya yakın duran ülkelere kaydırmaya başladılar bile.
Aynı şekilde uzun bir zamandır Türkiye’ye yönelik yabancı sermaye akışında yaşanan yavaşlama, duraklamanın, hatta geri çekilmenin sadece yatırım ikliminin elverişli olmaması ile ilgili olmadığının da farkındayız.
Küresel ticaret, teknoloji ve kur savaşları
2008 krizi sonrası küresel ticaret politikaları köklü şekilde değişmeye başladı. Küreselleşme geriye doğru sararken, serbest ticaret, sermaye liberalizasyonu yerini korumacı ticaret anlayışına bıraktı; teknoloji ve kur savaşları başladı.
Donald Trump, 2018’de birçok ülkeye karşı yürüttüğü ticaret savaşlarını ikinci döneminde de sürdürüyor, genişletiyor. Sadece başlıca hasmı olarak gördüğü Çin değil, aynı zamanda müttefikleri, ortakları olan AB, Kanada, Meksika, Japonya ve Avustralya’nın karşı misilleme hamleleri ile ticaret savaşları yoğunlaşıyor.
Dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 50’si ticarete bağlı olduğundan, artan korumacı politikalar yüzünden küresel ticaret ve ekonomi daralıyor, enflasyonist baskıları yükseltiyor.
2019'dan bu yana ticaret kısıtlamaları ve yaptırımları neredeyse üç katına çıktı, finansal yaptırımlar da uygulanıyor. Jeopolitik kavgalardan kaynaklı enerji fiyatlarındaki artış, ülkelerin küresel ligdeki rekabet gücünü de aşındırıyor. AB’de enerji maliyetleri ABD’ye kıyasla neredeyse altı kat fazla. Rusya’dan tedarik kesilen boru hattı doğalgazının yerine daha pahalı ABD LNG akışı geliyor.
Bu süreç içinde jeopolitik nedenlere bağlı olarak yatırımlar yön değiştiriyor, ülkeler, uluslararası işlemlerinde ve rezervlerinde dolara aşırı bağımlılıklarını sorguluyor. Jeopolitik gerilimlerin ve değişen ticaret kalıplarının döviz rezervleri üzerindeki etkileri de önemli.
Etik yatırımlar, demokrasi ve özgürlükler
Son yıllarda yükselişte olan etik yatırımlar, demokrasi ve bireysel özgürlükler gibi kavramlar, yatırımcıların karar alma süreçlerinde daha fazla önem kazanıyordu. Yatırımcılar, yalnızca finansal getirileri değil, aynı zamanda projelerin sosyal ve çevresel etkilerini de göz önünde bulundurarak hareket etmek zorunda olduklarını anlamaya başlamışlardı.
Yeşil enerji ve iklim değişikliği gibi konular, artık sadece çevresel kaygılar değil, aynı zamanda stratejik öncelikler haline gelmişti. Yatırımcılar, sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğiyle mücadele eden projeleri desteklemek istemekte, bu da finansal kaynakların yönlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktaydı.
Trump ortalığı karıştırıyor
Kötü bir haberim var. Trump yönetimi, bu öncelikleri alt üst edecek adımlar atıyor. Kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlara yeniden kredi açıyor, hidrokarbon üretimini destekliyor; sadece ABD’de değil, dünyanın her köşesinde.
Otoriter rejimlerin etkinlik kazandığı bir dünyada insan hakları ve özgürlükler gündemin birinci önceliği olmayacağı da öngörülüyor.
İşte böyle bir dünyada hiç kuşkusuz yatırımcıların odakları ve kararlarına esas teşkil eden kriterleri de değişecektir. Daha kısa vadeli ve risk yönetimi odaklı stratejilere yönelme eğiliminin artması, karmaşık ve belirsiz bir ortam yüzünden daha temkinli davranarak riskleri azaltmaya çalışmaları bizleri şaşırtmayacak.
Türkiye’ye neden kaliteli sermaye gelmiyor?
Türkiye, bu değişmekte olan dünyada hem stratejik konumu hem Avrupa hem de Asya pazarlarına erişim sunması, hem jeopolitik fay hatlarındaki etkili rolü ile daha fazla yatırım çekme potansiyeline sahip. Ancak, bugün geldiğimiz noktada, uzun süredir kaliteli sermaye göremiyoruz. Hatta geçmişe kıyasla doğru dürüst yabancı sermaye bile gelmez oldu. Gelenlerin de niyeti çoğu zaman kısa vadeli, “vur-kac” taktiği ile hareket ediyor. Faiz getirisi veya borsa manipülasyonu için geliyorlar; uzun vadeli ve kalıcı yatırımların eksikliği ciddi bir sorun.
2024 itibarıyla Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların (10 milyar doların altında) yaklaşık yüzde 60’ı gayrimenkul ve finans sektörüne yönelmiş durumda. Bu tür yatırımlar ne üretim kapasitesini artırıyor ne de teknoloji transferi sağlıyor. Türkiye’nin ihtiyacı olan, üretim ve yüksek katma değerli ihracat odaklı yatırımlar.
Tanıtım yetmez, güven şart
Türkiye’nin doğru türde yatırımları çekmek için dünya gerçeklerini, gelecek öngörülerini de hesaba katacak kapsamlı bir yeni stratejiye ihtiyacı var. Elbette ki, “Invest in Türkiye” markası altında küresel tanıtım kampanyaları farkındalık yaratıyor, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan büyük yatırımcılar ile ikili görüşmeleri de etkili oluyor ancak deneyimlerim gösteriyor ki, yabancı sermaye pırıltılı reklamlara ve siyasi vaatlere değil, daha temel kıstaslara bakar: Pazar büyüklüğü, altyapı kalitesi, insan sermayesinin seviyesi, siyasi istikrar, hukukun üstünlüğü, öngörülebilir kurallar, güvenlik, döviz riskleri ve kârlılık beklentisi.
Bu denklemde dış politika ve güvenlik tercihlerinin de kaynak ülkeden yatırımı hızlandırma ya da durdurma bakımından belirleyici olduğunu yaşayarak deneyimliyoruz. Alman, Amerikalı, İsrailli, Fransız yatırımcılar uzak dururken siyasi bağların nispeten güçlü olduğu İngiliz, Kore, Çin, Rus ve Körfez sermayesi daha olumlu bir yaklaşım içinde.
“Bıyıklı sermaye”: Yabancı maskesi takmış yerli para
Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin önemli bir kısmı aslında tam anlamıyla “yabancı” değil. “Bıyıklı sermaye” de var giriş yapanlar arasında önemli ölçüde. Yani, yurtdışına kaçan Türk sermayesinin, yabancı etiketiyle geri dönüşü.
İsviçre, Malezya, Katar veya Hong Kong menşeli gibi görünen bu yatırımlar, aslında çoğu zaman ülkesine pek güvenmediği, yabancılara tanınan teşvik ve sübvansiyonlardan yararlanmak istediği ya da para aklamak için Türk iş insanlarının ülkeye dolaylı geri dönüşleri.
Bu yöntemi Çin’de de görmüştüm. Neden böyle yapıyorlar? Çünkü “yabancı yatırımcı” etiketiyle yerli yatırımcılara kıyasla uluslararası tahkim fırsatlarından, teşviklerden ve sübvansiyonlardan daha cömertçe yararlanabiliyorlar.
Yatırımcıyı güvenle çekersiniz
Günümüzde yatırım yapmak zorlu bir iş. İstikrar, teknoloji, finansman, hukuk düzeni, bürokrasi, siyasi müdahaleler, dış politika tercihleri, enerji maliyetleri adeta caydırıyor yatırımcıyı. O yüzden Türkiye’nin hem yerli hem de yabancı sermaye politikalarında köklü bir reform yapması gerekiyor. Aksi takdirde kaliteli sermayeyi ülkeye çekmek pek kolay olmayacak.
Öncelikle, yerli sermayeye güven kazandırılmalı. Kendi vatandaşının parasını yurtdışına kaçırmasını önleyemeyen bir ülke, yabancı sermaye çekemez.
İkinci olarak, kısa vadeli sıcak paraya değil, sıfırdan tesis kuran, istihdam yaratan, teknoloji transfer eden yatırımlara öncelik verilmelidir. Bu tür “greenfield” yatırımlar, uzun vadeli kalkınmanın temel taşıdır.
Üçüncü olarak, yatırım ortamı öngörülebilir, şeffaf ve güvenilir hale getirilmelidir. Kurallar keyfi değil, stratejik olmalı; rüşvet ve yolsuzlukla kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir.
Dördüncüsü, her gelen yatırımcıya kapı açılmamalı. Özelleştirmelerde yerli kaynakları üç kuruşa kapatan, kısa vadeli spekülasyon peşinde koşan yatırımcılar ayıklanmalı, stratejik sektörlere sağlam kıstaslar temelinde ve kontrolü kaybetmeden girişe izin verilmelidir.
Son olarak, Türkiye’nin küresel itibarını ve marka değerini güçlendirmesi şarttır. Uluslararası piyasalarda güvenilir ve cazip bir yatırım merkezi haline gelmek için diplomasi ve ticaret politikaları harekete geçirilmelidir.
En iyi yatırımcı çekme yolu: Memnuniyet
Unutmayalım; en güçlü yabancı yatırım tanıtımı, mevcut yatırımcıların memnuniyetidir. Eğer halihazırda ülkenizde faaliyet gösteren yatırımcılar huzursuzsa, geleceğini belirsiz görüyorsa siz ağzınızla kuş tutsanız yenileri gelmez. Üstelik geçmişte gelenler de ilk fırsatta çıkış yolunu ararlar.
Türkiye, güçlü altyapısı, stratejik konumu ve genç nüfusu ile kaliteli yabancı yatırımları çekmek için büyük bir potansiyele sahiptir. Hatta çekilecek yabancı yatırımcıları jeopolitik konumunu ve kozlarını güçlendirmede de ustaca kullanma imkânı vardır. Doğru adımlar atıldığında, mevcut potansiyelin gerçeğe dönüşmesi işten bile değildir. Yeter ki neyi, neden istediğimizi bilelim, ortamı elverişli hale getirelim ve kalitelisini seçelim.
Mevcut ve gelecekteki jeopolitik kaymalarda, özellikle Donald Trump faktörünü dikkate alarak, ABD-Rusya-AB-Çin denkleminde iki arada bir derede kalmadan doğru seçimleri yapalım.”
Değerli ekonomim.com okurları,
ekonomim.com ekibi olarak Türkiye'de ve dünyada yaşanan, haber değeri taşıyan gelişmeleri sizlere en hızlı, tarafsız ve kapsamlı şekilde sunmak için çalışıyoruz. Bu süreçte sunduğumuz haberlerle ilgili eleştiri, görüş ve yorumlarınız bizim için çok değerli. Ancak, karşılıklı saygı ve hukuka uygunluk çerçevesinde, daha sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturmak adına yorum platformumuzda uyguladığımız bazı kurallarımız bulunmaktadır.
Sayfamızda Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına ve evrensel insan haklarına aykırı yorumlar onaylanmaz ve silinir. Okurlarımız tarafından yapılan yorumların, (diğer okurlara yönelik olanlar da dahil) kişilere, ülkelere, topluluklara, sosyal sınıflara ırk, cinsiyet, din, dil başta olmak üzere ayrımcılık içermesi durumunda, yorum editörlerimiz bu yorumları onaylamayacak ve silecektir. Onaylanmayacak ve silinecek yorumlar arasında aşağılama, nefret söylemi, küfür, hakaret, kadın ve çocuk istismarı, hayvanlara yönelik şiddet söylemleri de yer almaktadır. Suçu ve suçluyu övmek, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre suçtur, bu nedenle bu tür yorumlar da ekonomim.com sayfalarında yer almayacaktır.
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde doğruluğu kanıtlanamayan iddia, itham ve karalama içeren, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden, provokatif yorumlar da yapılamaz.
Markaların ticari itibarını zedeleyici, karalayıcı ve ticari zarara yol açabilecek yorumlar onaylanmaz ve silinir. Aynı şekilde, bir markaya yönelik promosyon veya reklam amaçlı yorumlar da onaylanmaz ve silinecek yorumlar kategorisindedir. Diğer web sitelerinden alınan bağlantılar ekonomim.com yorum alanında paylaşılamaz.
ekonomim.com yorum alanında paylaşılan tüm yorumların yasal sorumluluğu yorumu yapan kullanıcıya aittir, ekonomim.com bu sorumluluğu üstlenmez.
ekonomim.com'de yorum yapan her okur, yukarıda belirtilen kuralları, sitemizde yer alan Kullanım Koşulları'nı ve Gizlilik Sözleşmesi'ni okumuş ve kabul etmiş sayılır.
Kurallarımıza uygun şekilde saygı, nezaket, birlikte yaşama kuralları ve insan haklarına uygun yorumlarınız için teşekkür ederiz.