'Kağıdın üstünde dans' sanatının elçisi

Senur Akın Biçer, ‘kâğıt üstünde dans’ olarak da tarif edilen, tek fırça darbesiyle resim sanatının Türkiye’deki en yetenekli isimlerinden. Bir iş seyahatinde tanıştığı ve ardından aldığı eğitimlerle master derecesine kadar geliştirdiği sumi-e sanatına ilişkin eserleri sergilenen Biçer, “Sumi-e, tek fırça hareketi ile yapılan bir resim. Sumi-e yapmak var olan ruh halini ortaya çıkarıyor” diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
'Kağıdın üstünde dans' sanatının elçisi

MUSTAFA KEMAL ÇOLAK

UZAK Doğu’ya özgü bir sanat dalı sumi-e. Uygulama biçimi, özel bir kâğıdın üstüne, en az fırça vuruşuyla istenilen düşüncenin anlatabilmesi olarak tarif edilebilir. Tüm Uzak Doğu ülkelerinde yaygın ilgi alanı var. En çok da Japonya’da yer edinmiş kendisine. İlgilisi için sumi-e, Japon resminin temeli, meditasyon aracı, dengeli ruhun kaynağı. Hatta ünlü Samurayların konsantrasyon ve becerilerinin gelişimine de katkı sunan bir sanat dalı. ‘Kâğıt üstünde dans’ ifadesiyle de tarif edilen sumi-e sanatında, eskiz çizmeden resmi yapmak kuralı işliyor. Öğretisinde, kâğıt karşılaşılan durumu, fırça vuruşu da sözü ifade ediyor. Nasıl ki bir söz söylendiğinde geri alınamıyorsa, fırça vuruşu da aynı şekilde kapatılamıyor. Bu açıdan bakıldığında temelinde; planlama ve resmi yapmadan önce kâğıt üzerinde görebilme, günlük hayatta ise sözün söylenmeden önce sonuçlarının hesap edilmesi prensibi işliyor… Her ne kadar KİTAP dergisinin içerik yapısını kültür, sanat ve yaşam oluştursa da izinden daha çok Uzak Doğu ülkelerinde gidilen sumi-e sanatını ayrıntılı tarif etmemizin nedeni, Türkiye’den bir ismin ‘kâğıt üzerinde dans’ sanatına gönül vermesi. Sektörünün öncü kuruluşu SENUR A.Ş ve Arnica'nın Yönetim Kurulu Başkanı Senur Akın Biçer de sayıları ülkemizde hızla artan sumi-e sanatçılarından. Bu köklü sanat dalında çok uzun süre boyunca aldığı eğitimi tamamlayarak ileri derecede beceriye ulaşan ve master derecesinde diploma almaya hak kazanan bir sanatçı. Geleneksel Japon mürekkep sanatında ürettiği eserleriyle kişisel sergileri ve yurt içinde, yurt dışında pek çok karma sergiye katılmışlığı var. Çin Halk Cumhuriyeti’nin yanı sıra Japonya, Hollanda, Bulgaristan ve İngiltere’de de sergilere iştirak etmiş. Sumi-e sanatına dönük ilgisi iş seyahatlerinden birinde oluşuyor. ABD, İspanya, İtalya, Almanya, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Güney Afrika, Çin ve Japonya başta olmak üzere çok sayıda ülkeye seyahat eden Senur Akın Biçer, aynı zamanda bu ülkelerin sanatsal faaliyetlerini de yakından tanıma fırsatı yaratıyor kendisine. Bunlardan biri olarak Japonya’da katıldığı bir atölye, “ruhuma en yakın sanat” dediği Japon fırça sanatı sumi-e ile tanışmasına vesile oluyor.

EBRU SANATI İLE DE YAKINDAN İLGİLENİYOR

Özel olarak davet edildiği Japonya’daki Kaligrafi Cemiyeti’nin sumi-e bölümünü tamamlayan Senur Akın Biçer, “master” seviyesinde diploma almaya hak kazanmış. "Ayın Konuğu" sayfalarındaki söyleşisinde dost ülke Japonya’nın bu köklü sanat dalına olan ilgisini ve bilgisini aktaran Senur Akın Biçer’in geleneksel Türk sanatlarına ilgisi de yüksek düzeyde. “Ebru sanatının yaşayan insan hazinesi” olarak bilinen Hikmet Barutçugil’den iki yıl ebru dersi almış, yanı sıra Sabahat Palabıyık’ın verdiği kısa dönem tezhip derslerine de devam etmiş. Topkapı Sarayı Nakkaşhanesi’nde tezhip bölümünü tamamlamış. 2013 yılında İngiltere’de London Art College’da bitki illüstrasyonu eğitimini onur derecesi ile bitirdiğini ifade edelim.

“Sumi-e yapmak var olan ruh halini, siz fark etmeseniz bile içinizdekini ortaya koyuyor”

Senur Akın Biçer’in sumi-e sanatına ilişkin eğitmenlerinden aldığı bir nevi başarı ölçütü ve uzun sürecin ardından verilen bir nevi karne olarak tarifi yapılabilen mührü de bulunuyor. Aynı zamanda öğrenci yetiştirebilecek master derecesine de sahip olan Biçer, sorularımıza şu yanıtları verdi:

Sumi-e sanatına yönelik ilginiz nasıl oluştu?

1990’lı yılların başında bir iş seyahati için Tayvan’daydık. Kalıp ve makine alımına gittiğimizde, bir yandan da o ülkenin sanatını öğrenmek için sergileri geziyordum. Bir sergide sumi-e eseri görmüştüm. Görür görmez ilgimi çekti, çünkü çok basit görünen, etkileyici bir resimdi ve fiyatı çok yüksekti. Bu kadar basit görünen bir resmin fiyatının yüksek olması dikkatimi çekmişti. Değerinin nereden geldiğini, bu resmin nasıl yapıldığını merak etmiştim. Ayrıca kompozisyonu çok etkileyiciydi.

Sizi etkileyen yönleri neler oldu, süreç nasıl ilerledi?

Tayvan’daki o ilk temasım, sanırım 1992 ya da 1993 yılıydı. Sonra Tayvan’a yine gittiğimde, sumi-e atölyelerinin düzenlendiğini gördüm. Baktım siyah mürekkep kullanıyorlar, incecik bir kâğıt üzerine resim yapıyorlar. Bu kâğıda bu resim nasıl oluyor diye merak ettim. O atölyenin ücretini ödedim, atölyeye katıldım ama sumi-e yapmaya cesaret edemedim; oturdum, uzaktan yapanları izledim. Çünkü benim o güne kadarki resim pratiğim bir şeyi çizerek ilerlemek, planlamak ve ondan sonra hareket etmek üzerineydi. Oysa orada insanlar hiçbir şey çizmeden fırçayı mürekkebe batırıp kâğıdın üzerinde dans ediyorlardı. Yazı şekilleri zaten resim olduğu için Tayvanlılar, Çinliler bu resmi çok rahat yapıyor. Ben o atölyeyi izleyip çıktım. Henüz 23-24 yaşındaydım. Aklımda birçok soru vardı ama iş için gittiğimiz bir ülkede sanatla ilgili sorularımı soramamıştım. Sonraki seyahatlerimde Tayvan’da sumi-e atölyesine gitmek için çok araştırma yaptım ancak tarih aralığı olarak hiç denk gelmedi. O fırsatı Hong Kong’da yakaladım. Orada bir atölyeye katıldım, kâğıdın üzerine noktalar yapmıştım. O gün çok büyük bir şey yapıyormuşum gibi hissetmiştim kendimi.

 Kâğıdı farklı sanırım…

Evet, incecik bir kâğıt ve özel dükkânlarda satılıyor. Her markanın kâğıdı kendine özel; bin senelik aile geleneğiyle, kuşaktan kuşağa geçen bilgilerle yapıyorlar. Kâğıt üretimine halen eski usül devam ediyorlar. Modern teknoloji ile üretilen kağıtlar olsa bile aynı etkide değiller. Ben ilk başta mürekkebin de farklı olduğunu bilmiyordum. Normal kalem mürekkebi değil, is mürekkebi kullanılıyor. Bütün bunları sonradan öğrendim. Hong Kong’dan sonra Japonya’ya gittiğimde daha disiplinli bir atölyeye katıldım. Sumi-e resminin tam olarak nasıl yapıldığını o atölyede gördüm. Hocalar İngilizce bilmiyordu, el kol hareketleriyle, bir şeyleri göstere göstere anlatmaya çalıştılar. Ben bu resim türünden ne kadar etkilendiğimi Tayvan’da iş ortağımıza anlatınca o beni kurtaran bir cevap verdi.

“Ben bu kâğıtlardan da gönderirim sana, malzemelerini de kitaplarını da” dedi. İngilizce bir kitaptı gönderdiği ve benim başucu kitabım oldu. 1998’de yollamıştı, hâlâ saklıyorum. Kitapta da “kâğıdın üstünde dans eder gibi” resim yapmaktan bahsediliyordu. Ben tam olarak onu anlamaya çalışıyordum. Kâğıdın üstünde nasıl dans edilir? Acaba bunu mu demek istiyor, şunu mu demek istiyor diye.

Hiç bilmediğiniz bir resim tarzı, tanımadığınız malzemeler…

Bizim iş ortağımız bana resmi anlatırken “Bizim resmimiz Batı resminden farklıdır. Birebir objeyi çizmeyiz. Önemli olan ruhunu yansıtmanızdır” demişti. Ruhunu yansıtmak, kâğıdın üstünde dans eder gibi resim yapmak… Bunların hepsi bana yabancı kavramlardı. O zamana kadar sanatla uğraşım üniversite yıllarında aldığım seramik ve resim dersleriyle sınırlıydı. Amerikalı bir resim hocam vardı. Hayatımda boyalar ve çizmek vardı. Bize desen ve sanat arasındaki farkı göstermeye çalışırdı.

Bu sanat dalının, Japonya’da ve ülkemizde nasıl bir geçmişi ve hafızası var, Türkiye’de nasıl bir kurumsal aktarımı bulunuyor?

Şu anda Türk Japon Kadınları Derneği’nde Japonlar gönüllü olarak ders veriyorlar. Tabii, benim ilk tanıştığım yıllara göre bu resim daha daha yaygınlaştı. Şunu da söylemek isterim; Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’ne gittiğimde çok eski dönem ressamlarımızdan birinin de mürekkeple, kâğıt üzerine yaptığı bir resmi fark ettim. Demek ki bir şekilde bir bağlantı olmuş diye düşündüm. Ancak sumi-e sanatının daha popüler hale gelmesi son zamanlara rastlıyor. Ticaretin gelişmesi, özellikle yabancı öğrencilerin artması gibi etkiler bu sanatı daha bilinir hale getiriyor ülkemizde.

Kimlerden, nerelerden dersler aldınız?

Bu resmin inceliklerini öğrenebilmek için Japonya’da yaşamış birinden ders aldım kısa bir süre. Ancak asıl sumie’yi öğrenme sürecim, 2012’de London Art College’de aldığım Çin resim sanatı üzerine iki yıllık eğitim ile oldu. Bütün her şeyin temeli o eğitim diyebilirim. Kâğıdın, fırçaların özelliklerini her şeyini öğrendim. Daha sonra Türk Japon Kadınları Derneği’ndeki hocaların yönlendirmesiyle Japonya’daki Nihonshuji Kaligrafi Cemiyeti'ne kayıt olduk. Oradan bize her ay Japonca kitapçık ve sınav kâğıdı geliyordu. Biz ödevlerimizi yapıp postayla gönderiyorduk. Sonra da bize karne veriyorlardı. Bu karnede eleştiri değil, yapılan iyi şeyler yazıyordu. Buradan da karnede yazılmayan şeylerin hata olduğu sonucunu çıkarıyordunuz. Bu da sizi yaptığınız resim üzerinde düşünmeye sevk ediyor, acaba neyi yapamadım diye düşünürken ayrıntılara bakmayı öğreniyordunuz. Japonya’daki okuldan 10-12 sene boyunca ders aldım. Master derecesi diplomaya böyle sahip oldum. Bu diploma, kişinin sumi-e dersi verebileceği, öğrenci yetiştirebileceği anlamına geliyor.

Sumi-e resimlerinin bazılarında mühür dikkat çekiyor. Siz de eserlerinize mührünüzü basıyorsunuz. Bu mührün anlamı nedir?

Normalde bu resme başladığınızda, önce başkalarının yaptığı resimleri bakarak yapmaya çalışıyorsunuz. Zaten aynı resmi yapmak mümkün değil. Ancak, kendi yaptığınız resim bile olsa resme imza atma hakkınız olmuyor. Belli bir zaman ve eğitimden sonra ders aldığınız okula müracaat ediyorsunuz. Bizim gönderdiğimiz sınav kâğıtlarından ismimizi yazmasak bile hangi resmin kime ait olduğunu biliyor hocalar. Fırçanın gidişinden tarzı anlıyorlar. Bu resimlerin imzası da yapan kişiye özel mühür şeklinde oluyor. Mühür almak için önce sizin yeterliliğinize bakıyorlar. Sonra da o hocalar, mühür verilecek öğrenciyle ilgili bir sanat ismi çalışıyorlar. Hiçbir mühür, kendi ismimiz değil. O güne kadar gönderdiğimiz resimlerin karakteristiğine bakarak bir yorum yapıyorlar ve buna göre kişiyi anlatan mührü tasarlıyorlar. Yani Japonca bir isim değil o mühür. Sonra o mührü gönderiyorlar.

Sizin mührünüzdeki anlam nedir?

Bana “baiko” demişlerdi. Anlamını sorduğumda “yapılmamışı yapan, yaratıcılığı çok geniş ölçekli olan kişi”yi ifade ettiğini söylemişlerdi. Mührümde erik dalı da var, bambu da. Bu da sert ve dayanıklı, ancak esnek bir yapıya işaret ediyormuş. Bu mühür olunca yaptığınız resme tekrar adınızı yazmaya gerek kalmıyor.

Sumi-e’nin incelikleri nelerdir, bu alanda yetenek ne ile gelişir?

Sumi-e, tek fırça hareketi ile yapılan bir resim. Fırça ile çizdiğiniz bir çizginin üzerinden yeniden geçmek, bir yeri düzelteyim demek olmuyor. Resim bozuluyor, zaten kâğıt da ona müsaade etmiyor. Bu sanat dalında ne kadar çok resim yaparsanız o kadar çok ilerliyorsunuz! Kâğıda hakimiyetiniz artıyor. Ben de evde ve fabrikada atölye ortamı oluşturdum ve çok çalıştım. Sumi-e yapmak var olan ruh halini ortaya çıkarıyor. Siz fark etmeseniz bile içinizdekini ortaya koyuyor. Örneğin, pandemi döneminde sumi-e yapmak için fırçamı alıp kâğıdın başına yumuşak bir şeyler çizeyim diye geçiyordum ama ortaya dağlar, taşlar, sert kayalıklardan oluşan bir çalışma çıkıyordu. Özellikle çiçek yaptığım, dağ esintisi yapmak istediğim zaman seçtiğim müzik ile dağ, taş, kaya yaparken dinlediğim müzikler farklı oluyor.

Türkiye’de bu alanda örnek aldığınız bir isim, sanatçı var mıdır?

Ressam olarak Pınar Kuseyri’nin sergilerine gittim. Mutlaka başkaları da vardır. Ancak benim yakından bildiğim Pınar Hanım. Bu sanatı kendine has bir hale getiriyor.

Bu sanat dalına yönelik ilk serginiz ne zaman, nerede açıldı? Burada ilk gittiğim atölyede öğrencilere sergi açılmıştı, oraya katılmıştım. Ben sumi-e resimlerimi, kendi ebruladığım kâğıtların üzerine yapıyorum. Çünkü bu süreçte ebru ve tezhip dersleri de almıştım. İki kültürü birleştirdim. Mürekkebi tekne üzerine yüzdürdüm. Benim yaptığım sumi-e eserleri diğerlerinden farklıydı. O sergi, babamın benim eserlerimin sergilenişini ilk ve son kez görüşüydü. Sergiden kısa bir süre sonra vefat etti. Bana, “Aferin,seninkiler değişik” demişti. Bu sergiden sonra motivasyonum arttı ve ben de bu işin hakkını vermek için Londra’daki okula kaydoldum. Daha sonra yolum Japonya’daki okul ile kesişti. Bir yeri bitirmek sizin iyi sumi-e yaptığınızı göstermeyebilir ama bana göre saygınızı ortaya koyuyor.

Daha sonra nerelerde sergiler açtınız?

Yurt içinde Ankara’da İstanbul’da, Büyükada’da çeşitli sergi salonlarında ve sanat fuarlarında kişisel sergiler açtım, karma sergilere katıldım. Geçen 10 yıl boyunca yurt dışında Japonya, Çin, Hollanda, İngiltere, Bulgaristan ve Ukrayna’daki sergilerde eserlerim yer aldı. 2019’da Tokyo’da kişisel sergi açmıştım. Önümüzdeki ay da (bu ay içinde) Türkiye ve Japonya arasında diplomatik ilişkilerin 100. yıldönümü nedeniyle Tokyo Metropolitan Müzesi’nde yapılacak bir sergiye katılıyorum. Bu sergi için ayrıca heyecanlıyım.

Bu sanat dalı uğraşana neler katıyor? Kişisel gelişiminize ve iş yaşamına katkılarını sezebildiniz mi?

Hayat bazen çok stresli olabiliyor. Çünkü çok fazla karar almak gerekiyor. Bu sanat bana nefesimi kontrol etmeyi öğretti. Bence nefes, tüm bedeni bilişsel durumu çok etkiliyor, motivasyonu artırıyor. Kırılma noktalarımda beni ayağa kaldırdığı çok olmuştur. Sumi-e planlayarak resim yapmayı gerektiriyor. Aslında bu da hayatın diğer alanlarında planlamanın önemini yeniden fark ettiriyor. Ayrıca yaptığım projelere daha farklı, estetik bir bakış açısıyla yaklaşmamı da sağlıyor. Aynı şekilde topluma ve çevreye duyarlılığı da besleyen bir etkisi oldu benim üzerimde.

Sanat dalına ilgi duyan/duyacaklara, meraklısına önerileriniz ne olur?

Özgün olmayı, yaratıcı olmayı, yaratıcı düşünmeyi öneririm. Yaptığım yanlış oldu, alayım sileyim diye bir durum yok. Balık çizmeye oturuyorsunuz ama başka bir şey çıkıyor ortaya. Aslında hayat gibi! Yaptığını geri alamıyorsunuz ve onunla yüzleşiyorsunuz. Bu sanat iyi bir eser ortaya koyup birinin koleksiyonuna girmek için değil, gerçekten kendini ifade etmek için yapılan bir sanat bana göre. Bu kadar sene içinde ne öğrendiniz diye sorarsanız “Kendimi ifade etmeyi öğrendim” derim. Bunu da çizerek yaptım. Resimlerime bakanlar hep benim çizerkenki hislerimi tarif etti.

İnce ruha sahip Japon halkı ile yakınlaşmanıza nasıl hizmet etti bu sanat dalı?

Japon kültürü her zaman çok yakın gelmişti bana. Onların kültürlerine sahip çıkması çok etkileyici. Bu sanat ile birlikte onları daha yakından tanıma, inceliklerini daha iyi görebilme fırsatı yakaladım.

Sumi-e sanatına yönelik hedefleriniz neler?

Daha büyük ölçülerde sumi-e çalışmayı çok istiyorum.

İthaf sanat, iki ülke sanatçılarını buluşturuyor

TÜRKİYE ve Japonya arasında diplomatik ilişkilerin başlangıcının 100. yılı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Sanat ise diplomatik dostluğun ikinci yüzyılına adım atan bu iki ülkeyi birleştiren harcı oluşturuyor. Bu bağlamda Japonya’nın önde gelen sanat kuruluşlarından JYUNTEN Sanat Derneği ve Türkiye’den Pinelo Sanat Galerisi işbirliğiyle Tokyo Metropolitan Sanat Merkezi’nde iki ülkenin sanatçılarını buluşturan sergi, 18 Mayıs tarihine kadar sürüyor. İmtiyaz sahipliğini Arnica Yönetim Kurulu Başkanı Senur Akın Biçer’in yaptığı İthaf Sanat dergisinin desteğiyle hayata geçen serginin yanı sıra Tokyo’da söyleşi ve performans etkinlikleri de yapılacak. Sanatın toplumlar arasındaki çelişkileri, uzlaşmazlıkları ortadan kaldırıp kültürel yakınlık kurmak için çok önemli bir işleve sahip olduğunu vurgulayan Biçer, “Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi gibi dünyanın sayılı müzelerinden birisinde açılacak sergi, benim için birçok açıdan büyük önem taşıyor. Öncelikle İthaf Sanat dergisi olarak böyle bir projeyi desteklemekten dolayı büyük mutluluk duyuyoruz. Bu proje, sanatı, hayatın her alanına yayma hedefimizin yanı sıra sanatçıları da desteklemeye yönelik yaklaşımımızın da göstergesi” dedi. Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi’ndeki karma sergide aralarında Prof. Devrim Erbil, Prof. Süleyman Saim Tekcan, Hikmet Barutçugil, Dr. Öğretim Üyesi Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Doç. Dr. Şehnaz Biçer, Fırat Neziroğlu, Prof. Melihat Tüzün, Prof. Müge Demir, Prof. Hamdi Ünal, Doç. Dr. Devabil Kara, Dr. Öğretim Üyesi Pelin Özyol, Senur Akın Biçer ve Muhammed Kutsal’ın da bulunduğu sanatçıların eserleri yer alıyor.

Sanat okuryazarlığına katkı çalıştayı düzenliyor

ARNICA Art Land Sanat Çalıştayı, Senur Biçer’in önderlik yaptığı sanat etkinliklerinin en özel olanlarından biri. Memleketi Mersin’de baba ocağında 2022’de başlattı. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu alanlardan sanat okuryazarlığına hizmet etmeyi amaçlayan Biçer, Arnica Art Land Sanat Çalıştayı’na ilişkin, görüşlerini aşağıdaki gibi dile getirdi: “Arnica Art Land Sanat Çalıştayı’nın ilki 23-30 Ağustos 2022 tarihleri arasında, ikincisi de 14 Temmuz ve 4 Ağustos 2023 arasında birer haftalık üç dönem halinde Mersin’in Borcak yaylasında gerçekleştirildi. Mersin Borcak Yaylası’ndaki aile evimiz, babamın her taşında emeği bulunan bir bina. Onun ruhuna saygı duruşu niteliğinde olan bu çalıştayı bu yıl da yapacağız, farklı illerde ve yeni etkinliklerle Arnica Art Land Sanat Çalıştayı devam edecek. Sanatın büyük şehirlerden çıkıp ülkemizin her yerine yayılmasını desteklemeyi, toplumun sanat okuryazarlığının artmasına katkı koyabilmeyi hedefliyoruz.

Hayali seramik atölyesi kurmak

“ARTIK sadece sumi-e yapmıyorum, harmanlıyorum. Çünkü resim yaparken tuval ve değişik yüzeyler kullanmayı da seviyorum. Boyaların doğal olması benim için çok önemli. Büyük ebatta eserler çalışmayı istiyorum. Seramik sanatına daha çok vakit ayırmayı istiyorum. Hayalim kendime bir seramik atölyesi kurmak."

Kültür-Sanat