Zorluklara rağmen umudu korumak
Zor bir yılı geride bıraktık. Savaşlarla tanık olduğumuz insanlık dramları, diz çöken ekonomiler, iklim krizinin giderek derinleşen etkileri… Bir yandan da hayatımızı derinden dönüştüren teknolojik ilerlemeler ve yapay zekâ…
Sonda söyleyeceğimizi baştan yazalım: 2025 yılına (umutla) girerken, böylesine çok katmanlı sorunlar yumağına çözüm olacak tek çıpanın mutlak suretle ahlâk, vicdan ve etik ilkeler olduğu gerçeği tüm keskinliğiyle önümüzde duruyor.
Gelin, bu köşenin gündemi olan sürdürülebilirlikten başlayalım. Her ne kadar insanlığın kibirli ikiyüzlülüğü ile içi boşaltılmaya çalışılsa da, bu kavram aslında varoluşsal bir rehber.
Gezegenimizin sınırlı kaynakları, artan nüfus, çölleşen topraklar, kirlenen sular, aşırı hava olayları ve biyo-çeşitlilik kaybı bize net bir mesaj veriyor: Mevcut sistemle devam edemeyiz.
Bu gidişatı değiştirmek için elbette samimi politikalar, keskin bir toplumsal mutabakat ve teknoloji desteği gerekiyor. Ancak, ön koşul olarak yine karşımıza aynı kavramlar çıkıyor: İnsani ve ahlâki değerler.
İnsan odaklı teknoloji
Bir diğer konumuz teknoloji. Teknoloji cephesinde sınırları zorlayan bir gelişme söz konusu. Yapay zekâ, makine öğrenimi ve otomasyon, endüstriyel süreçleri hızlandırırken; istihdamın geleceğini, emeğin anlamını ve ekonomik katılımın boyutlarını da yeniden tanımlıyor.
Burada göz ardı edemeyeceğimiz hassas bir nokta var: Teknoloji ancak onu yöneten değerlerle birlikte anlam kazanıyor. Toplumun ortak yararına kullanılmayan teknolojik çözümler, sadece kârı maksimize eden, verimlilik uğruna insanı hiçe sayan, dijital uçurumları derinleştiren bir aygıta dönüşebilir. Bu nedenle, teknoloji politikalarının öncelikle insan merkezli, etik ilkelere dayalı, kapsayıcı ve adil bir çerçevede şekillendirilmesi yine bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Bugün, karbon nötr hedefler koyan şirket sayısında büyük bir artış var. Döngüsel ekonomi prensiplerinin benimsenmesi, atıkların azaltılması ve geri dönüşüm gibi alanlarda umut verici ilerlemeler yaşanıyor.
Ancak tüm bu iyileşme sinyalleri, insanlığın gezegenle barıştığı anlamına gelmiyor. Sözde uluslararası anlaşmalar, 2050 yol haritaları ve hedefler ne kadar parlak görünürse görünsün, bunların uygulamaya alınmasında insan faktörü tek belirleyici. Kâğıt üzerinde kalmış, uygulamada tökezleyen nice anlaşma, taahhüt ve hedef gerçekte bizi sonuca yaklaştırmıyor. Bu nedenle, gerçek dönüşüm için bir kez daha etik, vicdan ve ahlâkın yol göstericiliğine ihtiyacımız var.
Bu gereklilik, yaşamın her alanında somut karşılığını bulmak zorunda. Örneğin, yapay zekâ uygulamaları geliştiren mühendislerin, etik kurallar çerçevesinde hareket etmeleri gerekiyor. Tarım politikalarının, yalnızca verimi artırmaya değil, toprağın ve suyun geleceğini korumaya, tohum çeşitliliğini güvence altına almaya ve yerel çiftçilerin haklarını gözetmeye odaklanması gerekiyor. Benzer yaklaşımı her sektörün benimsemesi artık bir zorunluluk.
Enseyi karartmayalım
Yine de, tüm bunlara rağmen, enseyi karartmadan iyimserliği korumak lazım.
Elbette iyimser olmak, sorunları görmezden gelmek anlamına gelmiyor. Tersine, iyimserlik gerçekçi bir umut anlayışından besleniyor. Yaşadığımız dönemin zorluklarını, çatışmalarını, krizlerini elbette biliyoruz. Ancak bu zorluklar karşısında umutsuzluğa kapılmak yerine, vicdani ve ahlaki değerlerimizi pusula olarak kullanıp, bu yönde ilerlemeyi seçmemiz önemli.
Çünkü biliyoruz ki teknolojiyi, bilimi, sanatı, politikayı, ekonomiyi ve toplumsal yaşamı, insanlık yararına şekillendirecek tutkal değerlerimiz olacak. Değerler olmadan elimizdeki tüm araçlar pusulasını kaybedecek.
Bir yapay zekâ uygulaması, etik değerlerle sınırlandırılmazsa bir hak ihlâl aracına dönüşecek. Bir şirket, sürdürülebilirlik prensiplerine sadık kalmazsa, doğayı talan eden vahşi bir kazanç makinesine evrilecek. Bir toplum, vicdanı rehber edinmezse, toplumsal refah yerle bir olacak ve eşitsizlik katlanarak artacak.
2025’e etik, vicdan ve ahlâkın medeniyetimizi aydınlatan temel ışık kaynakları olduğunu hatırlayarak girelim. Bunlar, yalnızca lafta kalan kavramlar değil, her bireyin günlük hayatındaki en küçük tercihlere kadar yansıyan, somut ilkeler haline gelsin.
Umudumuzu korumak, bu prensiplere sahip çıkmaktan geçiyor. 2025 ve ötesinde, bu değerleri kılavuz edinirsek, ileride geriye dönüp baktığımızda, “Evet, çok zor ama değerli bir yolu seçtik ve sonunda başardık” diyebileceğiz.
Bu da bizim en sert fırtınalarda bile doğru rotada, insanlığın ortak menfaati doğrultusunda ilerlediğimizin garantisi olacak.
Mutlu ve umut dolu bir yıl olsun.