Zor olanı konuşmak zor
Türkiye’de sürdürülebilirliği ülkeye ilk kim getirdi veya ilk kim konuşmaya başladı yarışını bir kenara bırakırsak, daha çok konuşmamız gereken şeyleri gündeme almaya da başlayabiliriz sanırım. İlk kimin getirdiği lambadan cini kimin çıkardığı pek önemli olmasa da, hala büyük bir sorunumuz var: Sürdürülebilirliği bilmiyoruz. Bilmediğimiz şekliyle de uygulamaya çalışıyoruz.
Birleşmiş Milletler'in kendisinin dahi unuttuğu küresel amaçların altında can çekişen sürdürülebilirliğin zihniyetini kavrayamadık. Üstelik bu kavrayamayış, zannettiğimizden çok daha fazla alanda. Üstelik bugün artık sürdürülebilirliğin bile yeterli olmadığı bir dönemde, biz uygulayamadığımız, anlayamadığımız bu kavramla kelimenin tam anlamıyla
debelenip duruyoruz.
Sürdürülebilirlik diye düşündüğümüz şeylerin aslında sürdürülebilirlik olmadığını göremiyoruz. Sahilde çöp toplamak, bir kuruma bağış yapmak, ağaç dikmek, günübirlik tur gibi sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmek, uzakta bir köy okulu duvarı boyamak, bir araya gelip sanat odaklı buluşmalarda bağışlar toplamak. Gelin bu yazıya devam ederken anlaşalım, bunlar sürdürülebilirlik değil, geçmiş yüzyılın bağış ve kurumsal sosyal sorumluluk altında hala işe yaradığını düşündüğü birkaç küçük aktivite. Bugün formül basit: Kolaya kaçıyorsanız, zor olanı imkansız diyerek kenara atıp tek günlük projelerle, influencer toplantılarıyla yetiniyorsanız, üzgünüm ama artık sürdürülebilirlik deme lüksünüz kalmadı.
Sürdürülebilirliliği süreklilik ile karıştırıyoruz
Süreklilik ve sürdürülebilirliği bile hala karıştırıyoruz. “Continuity” ile “sustainability” birbirinden farklı kavramlar. Biz sürekliliği, yani devamlılığı sürdürülebililik ile karıştırıp devam etmesini istediğimiz sürekli olan eylemleri sürdürülebilir olarak tanımlama hatasına giriyoruz.
Bu da mı sürdürülebilirlik diyerek hala şaşırıyoruz? Gençlik, kültür sanata erişim, göç, yoksulluk, yeni ekonomik modeller gibi konulardan bahsederken ya biz aslında sürdürübilirlikle ilgileniyoruz dönütünü almış biri olarak görüyorum ki aslında biz sürdürübilirliği hiç ama hiç tanımıyoruz. Özellikle çevresel tanımlamalara, karbon salımlarına yeşil renk ile bağdaştırdığımız sürdürülebilirliğin temelinde adil bir yaşamın, insan ve iklim adaletinin olduğunu göremiyoruz ya da belki de görmek istemiyoruz…
Sürdürülebilirliğin sosyal ve yönetişimini gören var mı?
Biliyorum sevgili okur, zor zamanlarda zor konuları konuşmak oldukça zor. Ancak bugün sürdürülebilirlik dahi yeterli değilken, zarardan azaltma politikaları yerine yaşamı onarma adımlarına geçmemiz gerekirken, sürdürülebilirliği sadece yeşilin altında konuşmak -ki onu da ne kadar yapamadığımız oldukça açık- bu dönemi anlamamak demek. Bugün şirketler, kamu kurumları eskiden çok korktukları karbon, iklim krizi, biyoçeşitlilik, yeşil dönüşüm gibi lafları oldukça cesurca ve gururla iletişimlerine taşırken, sürdürülebilirliğin sosyal ve yönetişimini gören var mı? Karbonu konuşmak artık kolay. Peki ya mülteci krizi, ırkçılık, derinleşen yoksulluk, ayrımcılık, LGBT+ kapsayıcılığı, demokrasi, kültürel çeşitliliği korumak, müşterekler, kamusal alanlar, nefret söylemleri, adalet, açlık, kadın cinayetleri, sahiplik mekanizmaları, refahın dağılımı, yolsuzluk, umutsuz gençler, barınma problemi, denetimsizlik. Bu kelimeler bu meseleler neredeler?
"Sahi siz açlıktan çocukların gelişemediği, gençlerin evsiz kaldığı bir dünyada hala çay partilerinde rapor mu yarıştıracaksınız, yoksa yeni ekonominin yaratıcılarından olup yeni dünyayı tasarlayanlardan mı?"
Bugün göğsümüzü gere gere karbon emisyonları diyebildiğimiz bir dönemde, bir kurum neden kalkıp ta bu kavramlar hakkında konuşmaz, projeler üretmez? Konuşamamak değil sevgili okur, konuşma cesaretini ilk gösterenlerden olamamak. Gündemin kendi kısır döngüsünde kalarak dünyanın asıl problemlerini görmezden gelmek, yok saymak. Zor zamanlarda zor konuları konuşmak elbette zor ama içinde bulunduğumuz dönem, bu meseleleri konuşan, bu meselelere çözüm arayanları ödüllendirecek. Krizlerin olduğu bir dünyada tüm pazarlama planları çöker, iletişimler durur. Peki ya siz bu sosyal krizlere hazır mısınız? Sosyal meseleleri henüz konuşamadığınız bir dönemde, bu krizlerle baş etmek için alet çantınız var mı? Yeni bir ekonomi doğuyor. Adaletin, demokrasinin, sosyal meselelerin üstüne giden, değerin, servetin, mutluluğun adil dağılmak zorunda olduğu bir ekonomi. Bu oyunda var olmak için bugün bu çizgide dediğiniz konulara yüzünüzü dönmeme, bu alanlarda yatırım yapma vakti. Bugün yeni ekonomide var olmak için cesur olma vakti. Sahi siz açlıktan çocukların gelişemediği, gençlerin evsiz kaldığı bir dünyada hala çay partilerinde rapor mu yarıştıracaksınız, yoksa yeni ekonominin yaratıcılarından olup yeni dünyayı tasarlayanlardan mı? Seçim sizin; bugün kolayı seçmek ve yeni ekonomide sahneden silinmek mi, zor olana bugün cesaret etmek mi?