Zirvedeki bir genç
Besteci aynı, senfoni aynı, ama…
Bebek dediğin ağlar. Acıkınca ağlar, altı ıslanınca ağlar, sancısı varsa ağlar. Bizimki bir de müzik duyunca ağlıyormuş. Ama fark etmişler, her müzikte ağlamıyor, huysuzlanmıyor. Sadece arabesk müzik çalınca ağlıyormuş. Fakat klasik batı müziğini dikkatle dinliyormuş. Eline kaset çaları ve klasik batı müziği kasetlerini vermişler. O, hoşuna giden bir kaseti defalarca dinlemeye başlamış. Sonunda olan olmuş, bant kaset çalara dolanmış ve çalınmaz hale gelmiş. Bebek o kaseti dinleyemeyince huysuzluğunu dindirememişler. Anne yollara düşmüş. İstanbul kazan, anne kepçe o kaseti aramış ve bir kaset bulmuş. Eve gelince büyük bir heyecanla kaseti kaset çalara koymuş. Aynı heyecanı çocukta da göreceğini umuyormuş. Ama öyle olmamış, bizimki yine ağlamış, huysuzluğu dinmemiş. Anne “Acaba yanlış kaset mi aldım?” diye kaseti tekrar incelemiş. “Evet, aynı besteci, aynı senfoni. Peki bu çocuk başka ne istiyor” diye söylenirken farkı fark etmiş: orkestra farklı, şef farklı imiş. O bebek, o kulak, o yorum farkını fark etmiş.
Anne mi şaşırmıştı?
Anne, evde küçük çocukla yalnızmış. İki arkadaşı trafik kazasında kaybettiği eşi için ona başsağlığı dilemeye gelmişler. O, çay hazırlama bahanesiyle mutfağa gidiyor, ağlayıp ağlayıp odaya dönüyormuş. Bu arada küçük çocuk da pusette ağlıyormuş. Anne “Ben şimdi bir kaset koyarım. Seyreder, ağlayıp sizi rahatsız etmez” demiş. Arkadaşları, kaset video-oynatıcıya konunca çocuğun gözlerindeki sevinci görmüşler. Bakalım çocuğu bu kadar sevindiren hangi çizgi film diye merakla televizyona bakmağa başlamışlar. Anne, video-oynatıcının düğmesine basıp mutfağa koşmuş. Kaset çalışmaya başlayınca, “Yazık, kadın üzüntüsünden hangi kaseti koyacağını şaşırdı” diye iki arkadaş birbirlerine bakmışlar. Çünkü bu bir çizgi film değil, bir klasik batı müziği konserinin filmi imiş. Ama çocuğun bu konseri ağzının suyu akarak izlediğini, ellerini kollarını müziğin temposuna göre kaldırdığını görünce şaşkınlıkları hayrete dönüşmüş. O zaman anlamışlar ki, anne şaşırmamıştı, kaset doğru idi.
Orkestra şefinin bageti varsa
Klasik müzik konserini televizyon ekranından seyrederken sadece kolunu sallamak çocuğa yetmemiş. Bir gün annesinin mutfakta makarnayı hangi dolaptan aldığını görmüş. Emekliye emekliye gittiği dolaptan çubuk makarnayı bulmuş. Orkestra şefinin bageti varsa, onun da artık makarnadan bir bageti olmuş. TRT2 kanalındaki pazar konserlerini izliyor, Şef Hikmet Şimşek’i taklit ederken artık bu makarna çubuklarını kullanıyormuş. Evde makarna tüketimi artmış. Çünkü müziği o kadar heyecanla dinliyor ve makarna çubuğunu o kadar güçlü sallıyormuş ki, bir konser sırasında tek çubuk yetmiyormuş. Ev, kırık makarna çubukları ile dolmuş. Bunun üzerine anne makarnayı en alttaki dolaba değil de onun yetişemeyeceği bir dolaba saklamış. Çocuk bir iki kere alıştığı dolaba gitmiş, makarnayı bulmayınca ağlamış, ama unutmuş.
Aradan bir süre geçince anne “Herhalde artık iyice unuttu” diye düşünüp makarna paketini yine alttaki dolaba koymuş. Bir gün anne mutfakta çalışırken bizimki yine emekliye emekliye annesinin yanına gelmiş. Dolabı açmış ve makarna paketini görünce ellerini çırpıp sevinçle ağlamaya bağlamış. Bunları anlatan anne şöyle demişti: “Onu bu durumda görünce, yere çöküp ben de ağlamaya başladım”.
Bir yorum
Atatürk Kültür Merkezi, Aida Operası ile yeniden açıldı. Cumhuriyetin 98. kutlama yılına ve kültür merkezinin adına yakışır biçimde, orkestrayı 35 yaşında pırıl pırıl bir genç yönetiyordu, Piyanist ve Şef Can Okan. Can’ı görünce gözlerim yaşardı, yüreğim sızladı ve onun çocukluğunu hatırladım. Bu nedenle, yukardaki öyküleri sizle paylaşmak istedim.
Gördüğünüz gibi bu müzik yeteneği onun fabrika ayarlarında vardı. Ama başarıda sadece yetenek yeterli değildir. Bunun geliştirilmesi gerekir. Ve Can, bu yeteneğini bitmez tükenmez tutkusu ile geliştirdi. Şu an Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Yardımcı Şefi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi.
Can Okan, ilk piyano derslerini 6 yaşında iken günümüzün ünlü besteci ve piyanistlerinden Meliha Doğuduyal’dan aldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’ndaki eğitimine 9 yaşında piyano dalında başladı. Piyanoda hocası, Prof. Metin Ülkü oldu. Ünlü piyanistimiz İdil Biret ile çalıştı. Piyano ana sanat dalındaki doktora eğitimini 2019 yılında tamamladı. 2005-2009 yılları arasında piyanoda son iki sınıf ve yüksek lisans eğitimini sürdürürken aynı dönemde Prof. Gürer Aykal’dan orkestra şefliği bölümünde eğitim gördü. Can, ayrıca 2009-2011 yılları arasında Stockholm Royal College of Music’de Orkestra Şefliği Anasanat Dalı’nda yüksek lisans öğrenimi gördü ve master derecesi aldı. İsveç’te birçok orkestra ile konserler verdi, B. Tommy Andersson, Daniel Harding ve Jan Risberg gibi ünlü orkestra şefleri ile çalışma olanağı buldu.
“Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” derler. Can’ın da var, hem de iki tane; annesi Nur ve ablası Sungu. Arkadaşımız Nur, Güzel Sanatlar Akademisi mezunu bir grafikerdir. Genç yaşta eşini kaybedince iki çocuğunu o tek başına büyüttü. Can’ın yetişmesinde maddi ve manevi her tür, sınırsız fedakârlığı yaptı. Abla, Doç. Dr. Sungu Okan da müzikoloji uzmanı; bu üstün yetenekli kardeşine elinden gelen hiç bir desteği esirgemedi.
Can Okan, şu an sanatının şu anki zirvesinde. Ama çıktığı bu yolculukta bu yeteneği ve tutkusu ile daha nice zirveler görecek ve nice ünlü orkestraları yönetecek ve piyanosunu konuşturacak.