“Zır cahil” ve “vatan haini” miyim?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta DEİK merkez ofisinin açılışı nedeniyle düzenlenen toplantıda yaptığı uzun konuşma gerçekten ilginçti. Sayın Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’yi ve Türkiye ekonomisini 20 yılda nasıl çukurdan çıkartıp köprülerle donattığını anlattı. Benim gibi ekonomimizin şu anda derin bir çıkmazda olduğunu iddia edenlerin ise “zır cahil” ya da “vatani haini” olduğunu vurgulayarak şunları söyledi Sayın Erdoğan: “Gösterge faiz enflasyon dayatmasını tek kurtuluş reçetesi gibi önümüze getirenlerin bir kısmı zır cahil, bir kısmı ise alenen vatan hainidir. 2018 yılında ekonomide bir yol ağzına gelindi. Biz istihdam ve büyümeyi koruyarak hedeflerimize ilerlemeyi tercih ettik. Bu tercihin bazı ağır bedelleri oldu ama kur ve enflasyon sorununun üstesinden mutlaka geleceğiz.”
Nerem doğru ki?
Bu son cümle, eski maliye ve hazine bakanımız Berat Albayrak’ın sık kullandığı deyimle “çok önemli”, çünkü 2017 yılından beri açıklanan hedeflerden hiç biri tutmadı, finans dünyası Türkiye’yi yüksek riskli ülke olarak gördü, Türkiye dünyanın önde gelen 42 ekonomisi arasında enflasyon şampiyonluğunu ele geçirdi. Sayın Albayrak’ın iftiharla açıkladığı Orta Vadeli Programlarda tek haneli rakamlara inmesi beklenen enflasyon şimdi üç haneli rakamlara gidiyor.
Sayın Erdoğan ve şimdiki bakan Nureddin Nebati hemen her konuşmalarında “Biraz sabredin, her şey yoluna girecek” mesajı veriyorlar ama son yıllarda atılan yanlış adımların kaçınılmaz sonucu olarak enflasyon %10’lardan %70’lere geldi, döviz kurunu kontrol altına almak için atılan adımların Hazine’ye maliyeti şimdiden 100 milyar TL’yi aştı. Merkez Bankası’nin gösterge faizini sabit tutmakta ısrar etmesi nedeniyle uğranan kaybın ve ödenen ek faizin yeni rekorlara erişmesi bekleniyor.
Enflasyon üç haneli rakamlara doğru tırmanışını sürdürürken döviz kuru da pusuda bekliyor. Atılan her adım yeni sorunlar yaratıyor, bu kez bu yeni sorunları gidermek için yeni önlemler alınıyor. Şu anda günlük karararla ve giderek piyasa ekonomisinden uzaklaşan ve keyfi bir anlayışla yönetilen Türkiye ekonomisinin dünyadaki en riskli ekonomilerden biri olduğu kanısı giderek yaygınlaşıyor. Son döneme damgasını vuran dünyadaki para bolluğunun yerini daralmaya verdiği ve stagflasyon riskinin arttığı bir dünyada Türkiye’nin ihtiyacı olan dövizi bulması giderek zorlaşıyor.
Enflasyondan kim memnun?
Bu yazıyı Ege sahillerindeki bir kasabamızdan yazıyorum. Henüz mevsim başı olduğu için her yer tenha, restoranlarda da tek tük müşteri var. Halk tipi restoranlardan birinde otururken, patron olduğunu tahmin ettiğim kişinin telefon konuşmasına kulak misafiri oldum ve dertli olduğunu anladım. Konuşmasını bitirince bir sorayım dedim, adamcağız içini döktü: “Bunca yıldır bu işi yapıyorum ben böyle şey görmedim. Bakın ay sonuna geliyoruz, sebzede, meyvede ve bazı diğer ürünlerde üçe katlandı fiyatlar bir ay içinde. Ben bu fiyatları müşterime nasıl yansıtacağım? Müşteri karşısında beni buluyor, benden hesap soruyor. İşimi sürdürüyorum çaresiz ama sonuçta para kazanacak mıyım, ben de bilmiyorum.”
Bu ortamdan yararlananlar da var kuşkusuz. Bir kere AKP’ye ve yönetime yakın olup yeni zamlarla ve uygulamalarla ilgili içerden bilgi alıp köşeyi dönenler olabilir. Ağır borç altına girip yarın bir af çıkar yırtarım diye düşünenler olabilir. TL’den kaçanların tırmandırdığı fiyatlardan yararlanarak kullanılmış arabasını ya da evini satanlar bir süre başını suyun üstünde tutabilir belki de. Keyfi fiyat artışları sayesinde kısa vadede iyi para kazananlar da olabilir kuşkusuz.
Cehalet ve siyaset azdırdı enflasyonu
Türkiye ekonomisi bugün içine sürüklendiği çok boyutlu çıkmaza, Sayın Erdoğan’ın faiz konusundaki inadı ve ekonomiyi siyasetin aracı olarak kullanması nedeniyle girdi. DEİK konuşmasında da itiraf ettiği gibi, 2017 yılından itibaren yetersiz kaynaklarla hızlı büyümeyi sağlamak ve bu sayede halkın desteğini korumak Sayın Erdoğan’ın birinci önceliği idi. Ekonomist olduğunu iddia eden Sayın Erdoğan’ın faiz ve enflasyonun belirleyici önemini hafife alması ise bugün karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu ortaya çıkardı. Siyasetle cehalet ekonomimizi çıkmaz sokağa sürükledi.
Cehaletin kaç türü var?
Nörobilimci Sinan Canan’a göre “cehalet” Arapça’dan Osmanlıca’ya geçmiş bir sözcük. Cehaletin üç türü var. En az zararlı olan türü bilmediğini bilen ve öğrenmeye hazır olan birinin bilgisizliği, yani “cehli basit“. Daha tehlikeli olan ikinci tür “cehli mürekkep”, yani bilmediklerini bilmeyen ve kendi bildiklerinin her şeyi açıkladığına inananların cehaleti. Daha çok okumuşlarda görülen bu tür cehaletin giderilmesi hiç kolay değil ama mümkün. “Cehli mikap” ise cehaletin en tehlikeli türü çünkü çok katmanlı cehaletten muzdarip olan cahiller ya da zır cahiller kendi bildiklerinin doğru olduğuna herkesi inandırmak için her fenalığı yapabiliyor ya da düşünebiliyor.