Zenginlik ve ölüm
Bu sene yılbaşı ikramiyeleri vuran kişilerden biri misiniz bilmiyorum, ama bugün (3 Ocak 2025 Cuma); büyük bir para çıkarsa yaşanacak “büyük korku”dan söz etmek istiyorum. Zenginlik ve ölüm… Biri olasılık, diğeri kaçınılmaz bir gerçek. Ne tuhaftır ki, biri diğerinin gölgesinde saklanmayı sever; ta ki ansızın gelen bir servet -yılbaşı ikramiyesi gibi- ölümü karanlık köşesinden çıkarıp hayatımızın merkezine oturtana dek... Sanki bir anda tüm ışıklar ölümün üzerine çevrilir ve biz, gözlerimizi kamaştıran “ölüm her kapıyı çalar” gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız.
O güne dek belki de hiç düşünmemiştik ölümü. Hayaller kuruyor, geleceğe dair planlar yapıyorduk. Belki bir ev, belki bir araba, belki de çocuklarımızın eğitimi için birikim yapmaya çalışıyorduk. Hayat, küçük mutluluklar ve umutlarla doluydu. Günlerimiz sıradan ama huzurlu akıp gidiyordu. Sabah uyanıp işe gidiyor, akşam eve dönüp ailemizle vakit geçiriyorduk. Hafta sonları pikniğe, sinemaya gidiyor, arkadaşlarımızla buluşuyorduk. Hayatın tadını çıkarmaya çalışıyor, küçük şeylerle mutlu olmayı biliyorduk.
Ama şimdi, hayallerimizin tam ortasına düşen bu büyük para, bizi ölümle burun buruna getiriyor. Okumayı seviyorsak, kitaplar gözümüzün önünden geçmeye başlıyor; 'memento mori'yi, yani Latince "ölümü hatırla"yı anımsıyoruz. Ya Goethe’nin Faust’u… Bu paraları harcayamadan ölürsek? Yaşayamadığımız hayaller, tüketemediğimiz servet... Düşüncesi bile içimize bir kor gibi düşüyor.
Ansızın gelen bu zenginlik, bize hayatın ne kadar kısa ve kırılgan olduğunu hatırlatır. Her an her şeyin değişebileceğini, hayallerimizin bir anda yok olabileceğini fark ederiz. Ve bu farkındalık, bizi ölüm endişesiyle baş başa bırakır. Ölüm, bir gölge gibi peşimizdedir ve ne zaman bizi yakalayacağını bilmiyoruzdur. Müzik dünyasında, 27 yaşında hayatını kaybeden yetenekli sanatçıların oluşturduğu "27 Kulübü" fenomeni de bu kırılganlığı ve ansızlığı vurgular niteliktedir. Jimi Hendrix, Janis Joplin, Kurt Cobain, Amy Winehouse gibi isimler, erken yaşta gelen başarı ve şöhretin, ölüme karşı bir kalkan oluşturmadığının trajik örnekleridir.
Ya ani bir hastalık ya da beklenmedik bir kaza... O güne dek düşünmediğimiz, aklımıza bile gelmeyen her kötü şey başımıza gelecek gibidir. Ölüm, kapımızı çalmak için bir sebep arıyordur veya öyle hissetmeye başlamışızdır. Ve biz, bu paranoyanın pençesinde kıvranırken, hayatın tadını çıkarmak yerine, ölüm korkusuyla yaşamaya başlarız. Eskiden keyif aldığımız şeyler artık bize zevk vermez; çünkü aklımızın bir köşesinde hep sonlu olduğumuz gerçeği vardır.
Uçağa binmekten korkarız, trafikten çekiniriz. Sağlığımıza aşırı dikkat ederiz ama öyle olunca da paranın satın alabileceği dünya nimetlerinden mahrum kalırız. Artık lüks restoranlarda yemek yemekten, egzotik ülkelere seyahat etmekten ve hoşumuza giden şeyleri satın almaktan çekinir hale geliriz. Çünkü her zevk, bir adım daha yaklaştığımız sonu hatırlatır bize! Kısacası, kazanmak için oynadığımız bu oyunda, aslında kaybetmeye başlarız; sürekli endişe ve kaygı içinde yaşamaktayızdır.
Peki, bu korkunun çaresi ne? Belki de çözüm, ölümle yüzleşmekte yatıyor. Hayatın anlamını sorgulamakta, onu yaşamın bir parçası olarak görmekte... Ne diyor William Faulkner: “Aşk ve Ölüm, hayatın ön ve arka kapısı.” Ölümün varlığını inkâr etmeden, onu hayatın doğal bir süreci olarak kabullenmek belki de bu korkudan kurtulmanın anahtarıdır. Ölüm kaçınılmaz bir son; ama bu, hayatı yaşamaktan vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, hayatın kıymetini bilmeli, her ânını dolu dolu yaşamalıyız. Hayallerimizin peşinden gitmeli, sevdiklerimizle vakit geçirmeli, dünya nimetlerinden faydalanmalıyız.
Ölüm geldiğinde, geride bıraktıklarımız değil, yaşadıklarımız önemli olacak. Ve biz, bu farkındalıkla korkuyu yenebilir, hayata daha sıkı sarılabiliriz. Hayatın her ânının kıymetini bilerek, sevgiyle, şefkatle ve tutkuyla yaşayarak ölüm korkusunun üstesinden gelebiliriz. Belki de bu zenginlik, bize asıl bunu öğretmek için gelmiştir: Hayatın kıymetini bilmeyi, her ânını dolu dolu yaşamayı...
Not: Büyük bir servetin içinde doğan veya zamanla, yavaş yavaş servet edinenlerin korkularının bu tür olmadığını düşündüğümü söylemeliyim. Tabii ki ölüm korkusu yaşıyorlardır, ancak “sıradan” insanlarınkinden farklı değildir onlarınki… Anlattığım, ansızın korkunç büyük bir paraya sahip olanların hikâyesiydi…