Zamanaşımı süreleri ve hukuk güvenliği
Kanunlarımızda zamanaşımı süreleri, kişilere hukuk güvenliğini sağlamak, ömürleri süresince haklarında işlem yapılabileceği şeklindeki bir tehdit altında yaşamamaları için ihdas edilmiştir. Ancak vergi ve sair kamu alacaklarının tahsiline ilişkin olarak ihdas edilmiş zamanaşımı sürelerinin kişilere amaçlanan doğrultuda hukuk güvenliğini sağladığı pek söylenemez.
Bu yazımda, mali hukuk alanında söz konusu olan vergide tarh zamanaşımı ve kamu alacaklarında tahsil zamanaşımı sürelerine, hukuk güvenliği ilkesi açısından bir bakmak istiyorum.
Tarh zamanaşımı ve hukuk güvenliği
Vergi Usul Kanunu'nun tarh zamanaşımı süresini düzenleyen 114. maddesine göre vergiyi doğuran olayı izleyen yılbaşından itibaren beş yıl içinde tarh ve tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar. Bu maddenin ikinci fıkrasında "Şu kadar ki, vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna başvurulması zamanaşımını durdurur. Duran zamanaşımı mezkûr komisyon kararının vergi dairesine tevdiini takip eden günden itibaren işlemeye devam eder." şeklindeki düzenlemenin Anayasa Mahkemesi'nin E. 2006/124 K. 2009/146 sayı ve 15.10.2009 günlü kararı ile hukuk devleti anlayışına aykırılığı dolayısıyla iptali üzerine, 6009 sayılı Kanun’la (md.8) VUK’un 114. maddesinin iptal edilen fıkrası yeniden düzenlenmiş ve takdir komisyonunda geçen sürenin zamanaşımını durduracağı yine kabul edilmekle birlikte Yüksek Mahkeme’nin iptal gerekçesi doğrultusunda “duran sürenin bir yılı geçemeyeceği” hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme halen de geçerliliğini korumaktadır.
Ancak bu düzenlemeler yapılırken Anayasa Mahkemesi’nin takdir komisyonuna sınırsız süre verilmesini eleştiren kararı, karşılanmamıştır. Yapılan düzenlemede, takdir komisyonunun ne kadar süre içerisinde karar vermesi gerektiğini belirten bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu sürenin belli olmaması, anılan Anayasa Mahkemesi Kararı’nda da belirtildiği gibi, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin belirlilik ve hukuki güvenlik ilkesine aykırıdır ve vergilendirme mükellefler bakımından güvensiz bir sisteme dönüşmektedir.
Tarh zamanaşımı süresinin ilk yılında takdir komisyonuna sevk edilen bir mükellefle ilgili olarak takdir komisyonunun bir ilâ dört yıl içerisinde her zaman karar verebilecek olduğu düşünülürse, burada sürenin keyfi şekilde kullanılmaya elverişliliği daha rahat görülecektir. Burada bir yasa boşluğu vardır ve bu boşluk çıkan ihtilaflarda yargıç tarafından doldurulması gereken bir boşluktur. Nitekim takdir komisyonunun bir yılı aşan bir sürede karar verdiği bir olayda bu boşluğun “takdir komisyonunun kararının zamanaşımı süresini durdurma süresini, takdir komisyonunun matrah takdiri için kullanabileceği azami süre olarak kabul etmek suretiyle” dolduran kararlardan daha önce bir yazımda bahsetmiştir.
Mükellef haklarını ve hukuk güvenliğini ihlal eden bu boşluk, 2009 yılından beri yasa koyucu tarafından doldurulmayı beklemektedir.
Tahsil zamanaşımı ve hukuk güvenliği
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un 102. maddesine göre kamu alacağı, kural olarak, vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar.
Tahsil zamanaşımını kesen ve dolayısıyla yeni baştan başlamasına sebep olan haller ise bu Kanunu’nun 103. maddesinde sayılmıştır. Maddeye göre, ödeme, haciz tatbiki, cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat, ödeme emri tebliği, mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi, saydığımız bu işlemlerin herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması, ihtilâflı kamu alacaklarında yargı mercilerince bozma kararı verilmesi, kamu alacağının teminata bağlanması, yargı mercilerince yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi, iki kamu idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı kamu idaresi tarafından borçlu kamu idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi, kamu alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması tahsil zamanaşımını keser ve bu durumda kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar.
Görüldüğü gibi kamunun her hareketi tahsil zamanaşımını kesmekte ve yeniden başlatmaktadır. Örneğin vadesi 2 Şubat 2005 yılında olan bir kamu alacağı için 30 Aralık 2010 tarihinde mükellefe ödeme emri tebliğ edildiğinde, tahsil zamanaşımı 31.12.2010 tarihinden 31.12.2015 tarihine uzamakta, bu arada Ağustos 2013 tarihinde mükellefe haciz tatbik edilmesinde bu defa tahsil zamanaşımının süresi 31.12.2018 tarihine uzamakta, haczedilen malların 2015 yılında satışa çıkması halinde zamanaşımı süresi 31.12.2020 tarihine uzamaktadır. Bu örneklerle süreyi günümüze kadar getirmek ve sonsuza kadar uzatmak mümkündür.
Bu arada idare hiçbir hareket yapmasa da biraz memurların işgüzarlığı birazda kamu alacağını zamanaşımına uğratma sorumluluğunu taşıma endişesi ile, zamanaşımının dolmasına birkaç gün kala mükellef adına vezneye 5 veya 10 TL gibi paralar yatırılmakta, kısmi ödeme yapıldığı içinde zamanaşımı süresi bir türlü dolmamaktadır. Neyse ki Danıştay, hayatın olağan koşulları içerisinde mükelleften beklenemeyecek derecedeki küçük ödemelerin, zamanaşımını kesici bir unsur olamayacağını kabul etmektedir.
Dolmayan zamanaşımı olmaz. Aksi halde zamanaşımı düzenlemeleri, göstermelik olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Bu tür düzenlemeler, hem mükellefleri ömür boyu tedirgin ettiği gibi, idareyi de rehavete sürükleyici işlev yüklenirler. Dolmayan zamanaşımı, kişilerin hukuk güvenliğini ortadan kaldırır ve adeta bir yaşam boyu tehdit altında kalmalarına yol açar.
Tartışmalı olmakla birlikte zamanaşımını kesen hadiselerin bulunduğu ihtilaflarda, kesme sebebinin diğer kesme sebepleri ile birleştiğinde zamanaşımını orantısız biçimde uzattığı ve hukuk güvenliğini ihlal ettiği görüşü ile Anayasaya aykırılığının ileri sürülebileceğini de düşünüyorum. Nitekim Anayasa Mahkemesi, takdir komisyonuna müracaatın tarh zamanaşımını uzatmasına ilişkin düzenlemeyi, sınırsız bir uzatma öngörmesi ve uzamayı idarenin insiyatifine bırakması sebepleri ile iptal etmişti.
Bu nedenle 6183 sayılı Kanununa, ceza hukukundaki düzenlemeler benzeri, durma veya kesilme sebebiyle uzayan zamanaşımı süresinin, asli zamanaşımı süresinin yarısını veya bir iki katını geçemeyeceğine ilişkin bir hükmün eklenmesinde yarar vardır.