Yüzde 7 büyüme, yüzde 17 enflasyon, yüzde 28 işsizlik!
Öncelikle şu tespiti yapmakta fayda var: Türkiye ekonomisi belki son 50 senedir tek amacı (ne pahasına olursa olsun) büyümeyi körüklemek olan bir yaklaşımla yönetilmiştir. Ancak bu büyüme çabaları çoğunlukla bilinçsizce, plansızca, popülistçe ve kısa vadeye odaklı olarak yapılınca istenen sonuçlar da elde edilememiştir. Bugün geldiğimiz yer ortada: 60’lı yıllarda Türkiye ekonomisi Güney Kore’den daha gelişmiş ve kişi başına düşen milli hasılası daha yüksekken, bugün iki ülke arasında kıyaslama yapmak bile komik olmakta. Ve maalesef giderek de Türkiye gelişmiş ülkelerin finansal veya reel sektöre yönelik yatırım radarından da çıkmaya başlamakta. Nasıl ki, bir dönem Batı’nın yatırımlarını Doğu Avrupa’ya kaptırdıysak, bugün aynı durumu yakın coğrafyamızdaki diğer ülkelerle yaşayabiliriz.
Haftabaşı açıklanan rakamlara göre bu yılın ilk çeyreğinde GSYH yüzde 7.0 artış göstermiş. Ayrıca önceki çeyreğe göre de yüzde 1.7’lik bir artış söz konusu. Diğer bir ifadeyle büyümedeki artış trendi artarak devam etmiş gözüküyor. Gelen verinin alt detaylarına ilk bakıldığında “bundan iyisi can sağlığı” denilebilir. Özel sektör tüketimi yüzde 7.4 artarken, toplam yatırımlar yüzde 11.4 artmış. Devletin tüketim harcamaları artışı yüzde 1.3 ile oldukça sınırlı kalırken ihracatımız yüzde 3.3 artışla ithalatın üzerinde kalmayı becermiş. İlk bakışta gayet pozitif rakamlar.
Ancak, birinci çeyrekte yüksek bir büyüme göstemiş olmamıza rağmen bunun vatandaş açısından pozitif bir refah etkisi yaratmamış olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Neden? Bir defa harcamalar büyük ölçüde borçlanarak yapılmış durumda. Borcu artan birinin refah artışı hissetmesi mümkün değil. İkincisi bu dönemde enflasyon da artışa geçmiş durumda, ve hepimizin bildiği gibi çalışanların ücret artışları enflasyonun çok altında. Bu da reel gelirlerinin düşmesi anlamına geliyor. Üçüncü olarak da bu büyüme istihdam yaratan bir büyüme değil. Aksine geniş tanımlı işsizlik rakamlarına göre geçen senenin aynı çeyreğine göre işsizlikte müthiş bir artış söz konusu. Geçen senenin ilk çeyreğinde yüzde 21.8 olan atıl işgücü oranı bu senenin aynı çeyreğinde yüzde 27.8’e yükselmiş bulunuyor.
Maalesef, şimdiden yılın geri kalanında benzer bir olguyu yaşayacağımızı söyleyebiliriz. İkinci çeyrek büyümesi tamamen istatistiki nedenlerle yüzde 10’un üzerinde gelecek. MB’nın çizdiği son çıktı aralığı patikasına göre de 3. çeyreğin sonuna kadar “aralık” pozitif kalmaya devam edecektir. (Bu arada MB’nin de kullandığı “çıktı açığı”nın doğru bir tercüme olmadığını, doğrusunun “çıktı aralığı” olduğunu da belirteyim. “Açık” “deficit” kelimesinin, “aralık” ise “gap” kelimesinin karşılığıdır.) Ayrıca şimdiden, piyasaları son derece rahatsız eden, yılın 2. yarısında ekonomik aktiviteyi canlandırmak için politika faizini düşürtme söylemleri tedavüle çıkarılmıştır. Bu söylemler fiiliyata dönüşmese bile son 2 çeyrekte yüzde 3’ler civarında bir büyüme mümkün olabilir. Böylece 2021 büyüme oranı da yüzde 6 civarında gelecektir. Ancak bu yüksek enflasyon ve yüksek işsizlikle beraber bir büyüme olacak.
Şunu görüyoruz ki son 50 yılda yaşanan (göreceli) düşük enflasyonlu dönemler birer istisna. Sadece 12 sene yüzde 10’un altında bir enflasyon söz konusu olmuş. Yüzde 5’in altına ise hiç inememişiz. Yüksek enflasyon ekonominin idaresini zorlaştıran, göreceli fiyatları çarpıtan, uzun vadeli yatırımları baltalayan, gelir seviyesi ne olursa olsun vatandaşların cebindeki paraya zımni bir vergi koyan ve tasarruflarını koruma saikiyle vatandaşları TL dışı enstrumanlara yönlendiren bir olgu. Geldiğimiz noktada, çeşitli otoritelerin aksi yöndeki söylemlerini bir kenara bırakırsak, görüyoruz ki fiiliyatta gene tercih yüksek enflasyondan yana kullanılıyor. Bu bağlamda şunu da hatırlatmak isterim: Türkiye’de iktidarlara karşı olan memnuniyetsizliğin geri planında doğrudan veya dolaylı olarak yüksek enflasyonun yarattığı sorunların olduğu muhakkak. Belki seçmen her zaman bu bilinç ile hareket etmiyor, ama sadece tüketim sepetine ve alım gücüne bakarak bile bir şeylerin ciddi şekilde yanlış gittiğini anlıyor. Bunu düzeltmenin yolu da (defalarca tecrübe ettiğimiz gibi) kesinlikle suni ve geçici bir büyüme yaratmak değil.