Yüksek ping başa bela
Bakalım daha neler öğreneceğim... COVID-19 ile birlikte uzaktan alışverişi, uzaktan eğitimi ve uzaktan konferansı hep öğrendik. Bir de uzaktan spor (e-sports) karşılaşmaları olduğunu doğrusu ben daha yeni öğrendim.
Haberi elbette çocuktan aldım. Bizim Ela, Türkiye’de internetin öngörülemeyen yüksek ping değeri nedeniyle, profesyonel bir e-sporcumuzun 1,5 milyon dolarlık sözleşmesinin, oyuncusu olduğu takım tarafından feshedildiğini söyledi. Ben önce, (“e-sporcu?, ping?, 1,5 milyon dolar?”) sorularla doldum. Meğer çocuklar artık evde Candy Crush değil, profesyonel takımlarda oynayıp para kazanıyorlarmış.
Önce ping’den başlayayım. Ping, internet bağlantılarında veri alışverişinin karşılıklı gidip gelme süresini gösteriyor. Bir nevi, veri trafiğinin iletilme hızı. Ping değeri düşükse internet bağlantısı hızlı, yüksekse yavaş demek. Bir de ping’e bakmak lazımmış. Türkiye’de internetin hızı düşük böyle bakarsanız. Zaten internetin hızı açısından bir hesaba göre 100 ülke arasında 56’ncıyız. Bu ülkeden e-sporcu çıkmaz tabii. Şimdilerde herkes şirketlere dijital dönüşüm dersleri filan veriyor ya. Bence siz önce devlete bir dijital dönüşüm vazifeleri listesi çıkarın. Dijital donanım altyapısı (hardware) ve de dijital yönetişim (digital governance) çerçevesi olarak. Türkiye’de söz konusu olan hem yüksek hem de güvenilmez ping değeri., Cloud9 takımının sözleşmesi feshedilen e-sporcumuz Özgür “Woxic” Eker ile ilgili açıklamasına bakarsanız, “unreliable high ping” diyor neden olarak. Yüksek ping başa bela. Çevrimiçi dijital oyunlarda karşı tarafa yetişebilmenizi imkânsız kılıyor. Aynı Türkiye... Aynı bugün...
Türkiye’nin mevcut gündemini tanımlamak için pek uygun doğrusu bu ifade. Ortadaki şizofrenik gündem esasen bu tür bir derin iletişim aksaklığına işaret ediyor. Karşılıklı veri alışverişi kapasitesinde uyumsuzluk var açıkça. Düşük ping ve yüksek ping. Nedir? Atalarımız bu durum için, “Ben diyorum bayram haftası, onlar anlıyor mangal tahtası.” derdi kesinlikle. Aynıyla vaki. Ping işte. Dünyada bir şeyler oluyor, biz intibak etmekte, cevap vermekte gecikiyoruz. Hadiseleri tam olarak takip edemiyoruz. Yüksek ping nedeniyle, dünün sorularına, artık çok gecikmiş cevaplar veriyoruz bugün. Haliyle bu durum oyunun sonucunu etkiliyor ve “Hop!” oyun dışında kalıyoruz. O vakit de bir sinir, bir sinir... Malum teşbihte hata olmaz, hep yüksek ping nedeniyle işte. Ortada bir yapısal problem var, kapasitesizlik ile ilgili. Bilmem anlatabildim mi?
E-sporun, artık, olimpiyatlara da kabul edildiğini biliyor muydunuz?
Önce şu e-spor işinin ciddiyetini bir vurgulayayım. Olimpiyatların düşen izlenme oranlarını yükseltmek için alınan tedbirlerden bir tanesi de e-spor müsabakalarını da oyunlara dâhil etmek. Meselenin Millenium ve Z-kuşakları ile ilgisini 2018 tarihli bir Goldman Sachs raporundan daha yeni okudum doğrusu. Raporu ile sabit bir nevi. Yeni kuşakların oyunlara ilgisini canlı tutmak için, yeniliyorlar olimpiyat gündemini.
O da spor bu da spor diye başlıyordu ilgili rapor sporun tanımından yola çıkarak. Başkalarının eğlencesi için, bir kişinin ya da bir takımın rakipleri ile fiziksel güç ve beceriye dayalı mücadelesini içeren bir aktivite e-spor da sonuçta. Amerika’da 50 okulda e-spor takımı olduğunu, 2024 Paris Olimpiyatları’na bu turnuvaların eklenebileceğini tartışıyor rapor.
Demem o ki; dünya, gördüğümüzü zannettiğimizden bile çok daha hızlı değişiyor. COVID-19, süreci iyice hızlandırdı. Aynı yerde kalmak için bile artık daha fazla çaba harcamak lazım. Ama gelin görün ki; Türkiye, ilgili bakanı değiştirerek doğru bir karar verdiğinden beri, yaklaşık üç aydır, daha rotasını tam olarak oturtamadı. Bana gecikiyoruz gibi geliyor doğrusu. Bir gün hukuk ve demokrasi, öteki gün aman Allah... Haydi hayırlısı.
Yeşil gündem çevre ile değil, yeni teknoloji yarışı ile alakalı, bilmem anlatabiliyor muyum?
Merkez Bankası’nda doğru yönde atılan adımların olumlu etkilerini görüyoruz. Ama gerek döviz kurlarında, gerekse CDS risk primlerinde ve faiz oranlarında daha işin başındayız. Para politikası ve rezerv yönetiminde başlayan şeffaflaşmanın önce maliye politikasına, sonra bankacılık sistemine doğru genişlemesi gerekiyor. Sonra sırada COVID-19 vaka sayıları ile ilgili şeffaflık meselesi de var. Çok işimiz var. Türkiye İstatistik Kurumu’nun oluşturduğu danışma kurulları, şeffaflık yönünde birer ilk adım yalnızca. Rotayı oturtmak için daha gidilecek çok yol var doğrusu.
CDS risk primleri 300’ün altına indi, evet artık eski dönemdeki gibi 500’lerde gezmiyor ama G20 ülkeleri arasındaki göreli konumumuzda bir değişiklik yok. Hala Arjantin’i saymazsanız, açık ara en riskli ülke Türkiye. İsterseniz G20 ülkelerinin CDS risk primleri karşılaştırmasını koyayım, bir daha bakın. Politika istikrarı yerine oturmadan, hukuk sistemine inanç tesis edilmeden, yargı bağımsızlığı ile ilgili kuşkular dağıtılmadan, ortaya makul ve mantıklı orta vadeli bir büyüme ve istihdam perspektifi konmadan risk primleri manalı bir düşüş sergilemeyecek.
Büyüme ve istihdam gündemi açısından yeşil dönüşümün önemini ne kadar çok vurgulasam az. Yalnızca Avrupa Birliği’nin (AB) Yeşil Mutabakat adını taşıyan büyüme ve istihdam yaratma stratejisi açısından değil, konunun Türkiye ekonomisinin küresel rekabet gücüne olası etkisi nedeniyle asıl. Tamam yeşil dönüşümün dışında kalır, ürettiğimiz mal ve hizmetlerin karbon ayak izlerini küçültmezsek en büyük pazarımız olan AB’ye mal satmakta zorlanacağız. Ayrıca AB değer zincirlerinin Türkiye’den geçmesi zorlaşabilecek ve bu durum, Türkiye’nin en çok yatırım aldığı AB ülkelerinden yeni doğrudan yabancı yatırım çekmesini olumsuz etkileyecek.
Bundan daha önemli olmak üzere, yeşil dönüşüm, yeni teknolojilerin mevcut sektörlere hızlı biçimde uyarlanması anlamına geliyor. Eğer biz kenarda beklersek, başkaları bizim üretemediğimiz bir sürü yeni mal ve hizmeti devreye sokacaklar. İhracat sepetimiz gelişmiş ülkelere doğru yakınsamayacak, uzaklaşacak. Geride kalacağız. Böyle bakarsanız, yeşil gündem aslında çevre ile ilgili değil, yeni teknoloji yarışı ile alakalı. Önce onu bir tespit edelim. Bu treni kaçırırsak sonra çok hayıflanacağız, şimdiden söyleyeyim.
Nedir? Önce bir niyetimizi ve safımızı belli edeceğiz. Mesela Paris İklim Anlaşması’nı daha uzatmadan Meclis’ten bir an önce geçirmek ve gerçekçi bir karbon emisyonları niyet belgesi hazırlamak işin daha başı. Önce niyetimiz belli olacak, sonra doğru yönde atılması gereken somut adımları atacak kapasiteye sahip olmamız lazım. Bütün bir sanayi ve hizmetler teşvik mekanizmamızı yeni teknolojiler odaklı olarak yeniden tasarlamamız gerekecek. Çok işimiz var doğrusu.
Ama ne oluyor? İdare, Türkiye’nin düşük internet hızını arttıracağına ve yeni teknolojilerin mevcut sektörlere uyarlanmasının önünü açacağına ne yapıyor? Vergileri artırıyor. Dijital dönüşümün birincil öncelik olduğu bir dönemde özel iletişim vergileri artıyor, elektrikli otomobillerin özel tüketim vergisi dört katına yükseltiliyor. İdarenin her tarafından farklı bir ses çıkıyor. Demek ki; idarenin tamamı nasıl bir dönemin içinde olduğumuzu daha bilmiyor. Dünyadaki değişimi fark edemiyor. Ortadaki iletişim kopukluğuna daha güzel örnek bulunabilir mi? Hayır. Şimdi ortadaki iletişim aksaklıklarına, manasız siyasi git gellere, hoyrat açıklamalara bakınca, hakikaten, ben de, “Memleketim için çok üzülüyorum.”. Yüksek ping, esasen, ciddi bir kapasite sorunumuz olduğunu gösteriyor.