Yüksek büyüme mi, düşük enflasyon mu ya da her ikisi birden mi?
Gündem o kadar hızla değişiyor ki, gelişmeleri yakalamakta zorlanıyoruz. Düne kadar dünyada enflasyon tartışılıyordu, şimdi konu birden “yaklaşan resesyon tehlikesi” oldu. Eski defterler karıştırıldı; geçmiş yıllara bakıldı
Geçenlerde Capital Economics adlı kuruluşun baş ekonomistinin bir araştırma notunda dikkat çekilmişti. 1970 yılından bu yana ABD’de 8; İngiltere’de 5 ve Euro bölgesinde 3 defa faiz artırım süreci yaşanmış; bunların 13’ü ekonomilerin resesyona girmesi ile son bulmuş. Oysa amaç ekonomilerin düzenli bir yumuşak iniş gerçekleştirmeleriydi, ama olmamış.
Küresel ekonomi 2020’de girdiği düşük büyüme-düşük enflasyon durumundan geçen yıl yüksek büyüme-yüksek enflasyona geçti. Ufuktaki tehlike ise büyümenin hız kesmesi ancak enflasyonun yüksek kalmaya devam etmesi, yani düşük büyük-yüksek enflasyon aşamasına geçiş. Bazı ülkeler için “stagflasyon” kelimesi telaffuz edilmeye başlandı; yani ekonomilerin yüksek enflasyon, düşük büyüme ve yüksek işsizliğin aynı anda yaşandığı bir sürece girmeleri.
Tartışmayı körükleyen merkez bankalarının yükselen enflasyon karşısında son haftalarda başlattıkları faiz artırımları oldu. Bu artışlar enflasyondaki artışı frenleyecektir frenlemesine ancak sonrasında bir resesyonu tetikleyebilir mi? Kaygıları artıran ek faktörler var. Mesela Çin COVID önlemlerini artırıyor; önemli emtia ve girdi arzını ve fiyatlarını etkileyen Ukrayna işgali devam ediyor.
Böyle bir ortamda Fed 2018’den bu yana ilk faiz artırımını yaptı. Yeni artırımların yolda olduğunun sinyalini veriyor. Bundan sonraki her toplantısından bir faiz artırım kararı çıkabilir. İngiltere Merkez Bankası üç toplantıdır faiz artırıyor. Avrupa Merkez Bankası henüz artırmadı ama tonunu değiştiriyor. İrili ufaklı birçok merkez bankası son haftalarda faizlerini yükselttiler.
Bu tabloya bakıp bu bankaların yanlış yaptıkları söylenebilir mi? Hayır; kesinlikle söylenemez. Mevcut sorunlar arasında geniş kitleleri en fazla etkileyen sorun enflasyon. Alım güçlerini zayıflatıyor; düşük ve orta gelir gruplarının canını acıtıyor. Haksız vergilendirmeye maruz bırakıyor. Bu nedenle önceliğin enflasyon ile mücadeleye verilmesi doğru adımdır.
Ünlü yatırımcı Carl Icahn’ın bir uyarısı vardı bu hafta. O da ufukta resesyonun olduğunu düşünenlerden. “Yumuşak inişi becerebilirler mi gerçekten bilmiyorum. Sanırım sert bir inişi olacak,” dedi. Ama bu beklentiye enflasyonun şu anda ekonomi önündeki en büyük tehdit olduğunu da kabul ediyor. Bütün mesele merkez bankalarının bu süreci dozunda ayarlarla, ortalığı tozu dumana katmadan ve piyasalarla iyi bir iletişim içerisinde yapabilmesinde.
Birçok yönetim önümüzdeki dönemde “yüksek büyüme mi” yoksa “düşük enflasyon mu” opsiyonları arasında seçim yapma durumunda kalabilir. Ancak geçmişteki birçok başarılı örnek her ikisinin de aynı anda sağlanabildiğini, yani ekonomilerin düşük bir enflasyon ile makul bir hızda büyümelerinin mümkün olduğunu göstermektedir. 2001 krizi sonrası uygulanan programla enflasyonu hızla aşağı çekerken uzun bir süre kesintisiz ve makul hızlarda büyümeyi başaran Türkiye ekonomisi de bu örneklerden biridir. Enflasyon yüksek seyrettikçe büyümenin sürdürülebilir olmaktan çıktığı ve zigzaglar çizen bir trendin kaçınılmaz olduğu da yine Türkiye ekonomisinin deneyimlerinden görülebilir.