Yolsuzluk (2)
Geçen hafta literatürdeki klasik tanımıyla, yani ‘bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma’ olarak tanımlanan yolsuzluk konusuna bir giriş yapmıştık. Sizin de kolaylıkla gördüğünüz gibi bu tanımda oldukça muallak ifadeler vardı. Söz gelimi kötüye kullanma gibi. Bir şeyi kötüye kullanmak aslına bakarsanız anlamsız bir laf. İlaveten, her ne kadar yasaya aykırı iş yapmayı anlaması kolaysa da kurala ve yönteme aykırı iş yapmak ne demek o da pek belli değil. Bu muğlak tanımlar listesine bir kelime daha ilave etmeden rahmetli babamın literatüre hediye etmek istediğini tahmin ettiğim yakışık almaz değerlendirmesindeki yakışık olmayan ne demek bir anlamak lazım.
Eşimin sevdiğimiz, saydığımız bir kuzeni var. Birçok yurt içi ve yurt dışı ofis ve temsilcilikleri görevlerini yaptıktan sonra emekli oldu. Bir bakanlığın bakanlık müsteşarlığı görevindeyken geçen bir olay belki de yakışık almaz nosyonuna bir ışık tutar diye naklediyorum.
O sıralar rahmetli Bülent Ecevit iktidarda. Kuzenimiz de babadan, dededen Halk Partili. Ecevit bakanlık çalışmalarını denetlemek için Ege Bölgesi’ndeki illere ziyaretler planlıyor. Aralarında kuzenimizin de olduğu bir gurup bürokrat ile seyahate çıkıyor. İlk durdukları ilde seyahat konusu olan bakanlığa ait kurumlar ziyaret edildikten sonra Ecevit’i CHP il teşkilatı teşkilat merkezine davet ediyor. Ecevit CHP il merkezi binasına gidiyor ama bizim kuzen kapıda bekliyor. Neden içeri girmediğini soranlara CHP bağımlısı kuzenimizin cevabı “Ben devlet memuruyum bir siyasi partinin merkezini ziyaretim yakışık almaz” oluyor.
1980’li yıllarda Türkiye Güreş Federasyonu as başkanlığı ve sonraları başkanlığı yaparken yurt dışından güreşle ilgili kuruluşlardan ziyaretçilerimiz gelirlerdi. Malum federasyon başkanlıkları fahri-onursal sıfatlardır. Yani federasyon başkanlarına herhangi bir ödeme mevzubahis değildir. Tabii eğer, parası bol bir federasyonsanız, söz gelimi futbol federasyonu gibi, seyahatlerde seyahat aracı (birinci sınıf uçak koltuğu, hatta özel uçak), konaklama (beş yıldızlı otel) ve iaşe (üç yıldızlı Michelin[1] lokantasında akşam yemekleri) konularında bazı ‘avantajlar’ elde edebilirsiniz ama benim başkanı olduğum federasyon kültürü cepten para harcayan ağalara dayalı güreş federasyonu olunca normal faaliyetlere bütçe bulamayan bir yerde bu çeşit bir lüksünüz olmuyor.
Bir ara Finlandiya’dan iki misafirimiz geldi. Misafirlerimizi bütçesizlikten masrafları cebimden çıkmak üzere elimizden geldiğince ağırladık. Onlar da ağaçtan yapılmış üzeri el oymalarıyla süslenmiş bir kibrit kutusu hediye ettiler. Ertesi sabah ofisime gittiğimde kutuyu federasyon genel sekreterine verdim ve demirbaş defterine geçirmesini söyledim. Genel sekreterin yüzündeki hayret ifadesini hayatım boyu unutmayacağım. Kendisine hediyenin federasyona verildiğini, alıp eve götürmemin yakışık almayacağını anlattım ama anlamadığına eminim.
Her neyse sanıyorum ‘yakışıksız’ ne demek hepimiz bir fikir sahibi olmuşuzdur. Bu kavramın konumuz olan yolsuzluk tanımı kapsamına alınmasını hararetle öneriyorum. Klasik tanımıyla yolsuzluk bir yetkinin kişisel çıkarlara hizmet için yasaya aykırı bir şekilde kullanılmasıdır. Bunda anlamayacak bir şey yok. Bu yaşa gelene kadar bunun her çeşidini gördüm. Zaten yapması gereken işi yapmak için rüşvet isteyen memur, bir ihaleyi rüşvet karşılığı hak etmeyen birine veren yetkili, seksüel hizmet karşılığı not yükselten hoca gibi klasik yolsuzluk örneklerine bizzat şahit ve müdahil oldum. Maddi kişisel menfaat edinenleri de gördüm, manevi çıkar edineni de. Bence hiç farkları yoktu. Kişisel menfaat karşılığı maddi çıkar sağlayan da gördüm manevi çıkar sağlayan da. Bunların da ne birbirlerinden ne de basit rüşvet olaylarından bir farkları yoktu. Küçük yolsuzluk, büyük yolsuzluk diye de bir şey yoktur. Yolsuzluk yolsuzluktur. Klasik tanımıyla yolsuzluğu keşfetmek kolay. Yakışıksızlıktan kaynaklanan yolsuzluk biraz daha kompleks.
Bu karmaşıklığı çözmek için sınıf arkadaşını arayıp “Benim oğlana bir hafta izin verdir” şeklindeki talebi yakışıksız bulunması ile kuzenimin CHP binasına “Ben devlet memuruyum bir siyasi parti binasına girmem yakışık almaz” diyerek dışarda beklemesi arasında ne ilişki var onu bir irdelemek gerekiyor. Bu irdeleme yolsuzluk kavramının tanımına başka bir boyut ekleyecektir. Eminim bu boyutun ne olduğunu anlamışsınızdır: Eşitlik
Bir hareketin yolsuzluk sayılabilmesi için ille de yasaların ihlali gerekmiyor. Şu veya bu nedenle başkalarının yaşamlarında etki yaratacak yetkilerle donatılmış kişilerin görevlerinin icrasında ‘eşitlik sağlamak’ ilkesi bir şart olarak yazılsın yazılmasın bir üniversal ilke olduğundan gözetilmelidir. Bu ilkenin bizim kültürümüzde çok dile getirilmediği her zaman dikkatimi çekmiştir. Daha da dikkate değer şey eşitlik ilkesinin ihlalinin bizde doğal karşılanmasıdır.
Bunun neden veya nedenlerinin araştırılmasını kültürel antropolog dostlara bırakmak doğru olacaktır. Ancak, başat kültürümüzün temellerine bir inilirse ‘eşitlik’ kavramına yabancı birçok unsura rastlanması kimseyi şaşırtmaz herhalde. İngiltere’de kralın yetkilerini kısıtlayan kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılan Magna Carta (Latince: "Büyük Ferman") veya Magna Carta Libertatum (Latince: "Büyük Özgürlük Fermanı") 1215 yılında imzalanırken bu topraklarda bundan neredeyse yüz sene sonra kurulan Osmanlı devletinde vatandaşlar ‘padişahın kulları’ ve her türlü mülk padişahın malı olarak tanımlanmış buna 16. Yüz yılda Sultan Selim ile birlikte padişahın bu dünyada neredeyse limitsiz yetkilerine bir de öteki dünyada ki yetkileri – halife yetkileri eklenmiştir. Sizin anlayacağınız bizim kültürel kökenlerimizde eşitlik pek de övünülecek ilkelerden biri değildir.
3. Ordu komutanı benim için kimsenin zarar görmesi ihtimali olmayan bir telefonla Çanakkale’deki Tugayı arasaydı bundan bir arkadaşının ricasını yerine getirmiş olmanın vereceği hazdan öte bir menfaati olmayacaktı. Ben tugaya dönmedim diye Çanakkale geçilmez özelliğini kaybetmeyecekti. Herhangi bir yasa maddesi çiğnenmeyecekti, herhangi bir kural da çiğnenmeyecekti. Yani bir bakarsanız kimseye zararı olmayan bir şeydi. Ama sizlere ordu komutanı o telefonu etti deseydim siz de bir rahatsızlık duyacaktınız. Büyük olasılık üstüne gitmeye değer bile bulmayacaksınız. Yani, bu müdahale, umarım bana katılacaksınız, babamın dediği gibi yakışıksız olacaktı. Yakışıksız olacaktı çünkü babası 3. Ordu komutanının sınıf arkadaşı olmayan binlerce kişi vardı ve benim iznimin uzatılmasının mazeretine benzer mazeretleri olan daha kaç kişi vardı bilinmiyordu. Son zamanlarda COVİD salgınıyla mücadelede kullanılan aşıların önce kime vurulacağının belirlenmesi tartışmalarında bu eşitlik kavramının ne kadar çok masaya yatırıldığını düşünürseniz ‘eşitlik’ kavramının önemi ve ne anlama geldiği anlaşılacaktır.
Dikkat ederseniz ‘yakışıksız’ olarak nitelendirilen davranışların hemen hepsi ‘eşitlik’ ilkesinin şu veya bu şekilde ihlal edildiği davranışlardır. Bunlarda ortada ne maddi ne de manevi kişisel menfaat olmayabilir. Yine bu davranışlarda herhangi bir yasa ihlal edilmiş olmayabilir. Ama ister gerçek ister görünümde olsun eşitlik ilkesinin ihlali mutlaka vardır. Bence bu yakışıksızdır. Kuzenimizin CHP binasına girmemesini yakışıksız bulması kendisini bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti mamuru olarak siyasi partilere eşit uzaklıkta tutmak zorunda hissetmesi nedeniyledir.
Beni romantik ve platonik bulabilirsiniz. Hatta bu söylediklerimi uygulaması imkânsız öneriler kategorisine atabilirsiniz. Ben hayatım boyunca yakışıksız iş yapmamaya çalıştım ve bir zararını görmedim. Başında bulunduğun örgütlerde personelime bu konuda kaç konuşma yaptım, ‘yakışıksız’ hareketlerini gördüğüm kişileri kaç kere uyardım artık hatırlamıyorum. Yöneticilerin örgütte çalışanları yolsuzluktan uzak tutabilmeleri örnek olmalarına bağlıdır.
Unutmayın bizim başat kültürümüz endüstri devrimini tamamlamış Musevi-İsevi kültürler gibi değildir. Biz utanç kültürlü denilen kültürlere sahipken, onlar suç kültürü denilen kültürlere sahiptirler. Yani biz hareketlerimizin utanç verici olup olmadığına göre seçim yaparken onlar hareketlerinin suç oluşturup oluşturmadığına bakarlar. Açıkça belli olduğu üzere utanç kültürlerinde herkesin yaptığı şey utanılacak bir şey olmaktan çıkar. Kimsenin şahit olmadığı davranışlar da utanç yaratmazlar. O nedenle yaptığı işler yakışıksız, sakıncasız hatta düpedüz yanlış bile olsa herkes yapıyorsa yapılabilir sınıfına girerler. Bu tür utanç kültürlü toplumlarda herkesin yaptığı şey utanç yaratmadığından olağan kabullenilebilir ve hiç beklemediğiniz kişiler farkında olmadan yolsuzluklar yapabilirler.
Ailelerde, okullarda, iş yerlerinde ve devlette yakışıksız hareketlerle mücadeleyi başlatmaz ve hızlandırmazsak canımız çok yanacak. Bunun için ebeveynler, hocalar, patronlar olarak ‘yakışıksız’ hareketlere kesin tepki göstererek uyanıklık, fırsatçılık, torpil, adamını bul, bir yolu yok mu? Gibi üst örtme çabalarına olanak ölçüsünde izin vermemeliyiz.
Bu arada yolsuzluğun o kadar da beter bir şey olmadığını savunanlar da vardır. Bunlara da bir ara değinmek doğru olacak düşüncesindeyim.
Sağlıcakla kalın.
Dipnot
[1] Michelin uluslararası restoran değerlendirme kuruluşudur. Değerlendirmelerde bir yıldız, “Alanında çok iyi bir restoran”, iki yıldız, “Öyle mükemmel bir yemek ki kesinlikle rotanızı değiştirmenize değecek”, üç yıldız, “Fevkalade bir mutfak, özel bir yolculuğa değer” demektir.