Yine yeniden kısa vade
Ülkedeki gelişmeler, son iki yazımızın içeriğini bütünüyle doğruluyor. Yani bir yandan ekonominin artık sadece siyasi saiklerle yönetildiği, öte yandan uygulanan politikaların hem risklere karşı küresel düzeyde gözlenen politikalardan keskin bir şekilde ayrıştığı, hem de her yönden dışa bağımlı olup resmi verilerle bile üç haneye yaklaşan enflasyona ve inatla sürdürülen düşük politika faizine rağmen ulusal paranın değerinin daha da düşmesini önlemeyi, üstelik selektif faiz desteğiyle üretimi ve ihracatı arttırmayı amaçlayan karmaşık bir nitelik taşıdığı belli. Belirsiz, daha doğrusu kuşkulu olan ise bu çelişik hedeflere ulaşmanın ne kadar gerçekçi ve daha önemlisi ne kadar sürdürülebilir olduğu. Anlaşılan o ki kamu yönetimi bunu, önümüzdeki altı ay boyunca yani seçim tarihine kadar, serbest piyasa ekonomisi kurallarını dikkate almayan mevzuat düzenlemeleri ve kısıtlamalarla başaracağını öngörüyor. Bu arada taşıdığı risklerle zaten oldukça kırılgan hale gelmiş ekonominin bu politikaya ne ölçüde elverişli olacağı, hatta piyasa oyuncularından gelecek tepkilerin bu süreci nasıl etkileyeceği öngörülebiliyor mu, emin değilim.
Selektif kredi politikası ile ihtiyatlı genişleme
Döviz kurundaki kontrolün Merkez Bankası rezervlerini azaltma ve rekabetçi ihraç fiyatlarından uzaklaşma, faizleri düşük tutmanın ise negatif reel faize yol açarak tasarruf sahiplerini ve dış kaynak (sıcak para) girişini caydırma yönünde etki yapacağı düşünülürse 2023 ilk yarısı için yapılan politika tercihinin, piyasa dışı faktörleri gerektirdiği ortada. Siyasi iktidar açısından bir avantaj da sözkonusu: bu aydan itibaren başlayan ve yeni yılda devam edecek “baz etkisi” avantajı; yani enflasyonun otomatik olarak büyük ölçüde (yaklaşık % 100 düzeyinde) düşecek olması. İlave olarak, fiyakalı tabiriyle makro ihtiyati tedbirler adı altında kapsam yönünden daraltıcı düzenlemelere bağlı selektif kredi politikasıyla reel sektöre destek sağlanması öngörülüyor. Bankaların kredi faizlerinde belli bir düzeyin üstüne çıkan bankalara kamu menkul kıymeti tutma zorunluluğu getirmesi ve ayrıca mevduatının %50’sinden fazlası döviz olan bankalara karşılıklar üzerinden kesilen komisyonun %8’e yükseltimesi de kredi politikasını disipline edecek alt düzenlemeler. Ancak Merkez Bankası’nın politika faizine yakınsama amacının yükselmekte olan mevduat faizlerine de getirilip getirilmeyeceği, mevduatın yerlileştirilmesi amacına olumsuz etkisi nedeniyle, belirsiz. Kısaca kredi hacminde ihtiyatlı bir genişleme amaçlanıyor. Enflasyonda düşüş ve seçimin yaklaşması halinde bu kısıtlamalarda gevşeme ihtimali de söz konusu. Dövizde de rezerv satışının yanında swap ve net hata noksan kapsamında girişlerle kur istikrarının görünür gelecekte sürdürülmesi öngörülüyor.
Geçen hafta 150 baz puan indirilerek tek haneye yani %9’a indirilen politika faizi bundan sonra indirilmeyecek. Piyasanın yukarıdaki kontrol tedbirleriyle sıkıştığı dar alan nedeniyle bu son indirim, yüksekliğine rağmen döviz ve tahvil piyasalarında bir harekete yol açmadı. Buna karşılık, alternatif yatırım araçlarında getirinin kalmaması yerli yatırımcının borsaya yönelmesine ve oradaki rallinin devamına katkı yaptı. Negatif reel faiz de %70’e yükseldi. Baz etkisiyle düşecek enflasyon düzeyi yıl sonunda %70, Mayıs’ta da %45-50 bandında oluşabilir. Daha sonrası için, mevcut politikalarda radikal değişiklik olmazsa, % 50 civarında bir enflasyonla yaşamaya devam edeceğiz. Bu da sürdürülebilir büyümeyi ve istihdam artışını imkansız kılacak bir düzey. Sadece düşük faizli krediyle yatırım ve üretim artışı ise oldukça zor. Zaten düşük olan dış talebe giderek zayıflayan iç talep eklenecek. Son çeyrekte negatif büyüme ile 2022 büyüme oranı da büyük ölçüde düşecek. 2023’te de, artacak kamu harcamalarına ve kredi desteğine rağmen, büyüme beklentisi %4’e varmıyor. Malum, işsizlik de yeniden çift haneye yükselmiş durumda. Cari açıktaki artış ta, hem küresel hem yerel yavaşlamaya rağmen artarak 50 milyar dolara yaklaşıyor.
Büyümenin maliyeti ekonomik dengeler
Özetle seçim eşiğinde birinci öncelik olarak belirlenen büyüme için serbest piyasa ekonomisinden sapmaların, daha önemlisi makro ekonomik dengelerin bozulmasının göze alındığı bir dönem yaşıyoruz. Dünya konjonktürü de durgunluk riskleriyle çok önemli fırsatlar sağlayacak gibi görünmüyor. Ülkede kapasite kullanım oranları düşerken ihracat artışı da yavaşlıyor. Faiz indirimleri ile iç talep ve tüketim bir miktar artabilir. Fonların reel yatırımlara değil, konut ,borsa ve döviz gibi spekülatif alanlara yöneldiğini görüyoruz.
Belli ki yeni yılın ilk altı ayında temel dinamikleri ve sürdürülebilir büyüme, gelir dağılımı ve enflasyon gibi göstergeleri değil faiz ve kur politikalarının sonuçlarını konuşmak zorunda kalacağız.