Yeşil Mutabakatının getireceği dönüşüme ne kadar hazırız?
Aralık 2019’da Avrupa Komisyonu tarafından ilan edilen Yeşil Mutabakat (Green Deal), AB sınırları içerisinde 2050 yılına kadar iklim nötr olmayı, yani net sera gazı salınımlarını sıfırlamayı hedefliyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen iklim değişikliği ile mücadelede AB’yi lider konuma taşıma niyetini belirtmiş olmakla birlikte amaç, “iklim nötr” olmakla sınırlı değil. Yeşil Mutabakat ile AB kendi sanayisini, tarımını, ticaretini ve istihdamını korumayı hedeflediği gibi yeni ve kapsayıcı bir kalkınma politikası ve ekonomik büyüme stratejisi planlıyor. Öte yandan bu düzenleme sadece AB üyesi ülkeleri değil, ticaret kanalları yoluyla AB’ye ihracat yapan ülkeleri de yakından ilgilendiriyor. Bu çerçevede, Türkiye ekonomisi ve şirketler üzerindeki etkisinin büyük olması bekleniyor.
Yeşil Mutabakat neler getiriyor?
Yeşil Mutabakatın, AB’nin ticaret yaptığı ülkelerde önemli bir değişim ve dönüşümü gerektirecek iki ana uygulama alanı mevcut; “sınırda karbon düzenlemesi” ve “döngüsel ekononomi regülasyonları”. Döngüsel ekonomi düzenlemeleri kapsamında, yenilenebilir enerjiye geçiş, atık yönetimi ve emisyonların kontrolü hedefleri benimseniyor. Pek çok sektörde ürün standartlarının yeniden tasarlanmasını gerektirecek önemli bir dönüşüm alanı. Sınırda Karbon Düzenlemesi ise, AB’nin ithal edeceği ürünlerin karbon düzeyine göre vergilendirilmesini öngörüyor. Yani AB’ye ihracat yapacak tüm firmaların ürünlerinin içerdiği karbon düzeyine göre ödeyecekleri bir vergi oranı hesaplanıyor. Bu aslında, ihracat kurallarının yeniden şekillenmesini gündeme taşıdığı gibi ihracatı yapılan ürünlerin karbon düzeyine göre oluşacak ilave maliyet nedeniyle ihracat gelirlerinde azalma riski anlamına geliyor.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark açılabilir
Bu yarışta geriden gelen gelişmekte olan ülkelerde düzenlemeye uygun standartlarda üretimin sınırlı olması bir yana, karbon vergisi nedeniyle oluşacak ek maliyetin, gelişmiş – gelişmekte olan ülkeler arasındaki eşitsizliği artıracağını görmek hiç de zor değil. Bu noktada karbon maliyetini kimin üstleneceği çok daha fazla önem kazanıyor. AB’nin yeşil dönüşüm için ayrılacak fonlardan AB dışındaki ülkeleri de faydalandırması konusunu da düşünmesi gerekecek.
Neler yapılmalı?
İhracatımıza ve dış ticaretimize olumsuz yansımaları önlemenin ve bu yeşil dönüşümü avantaja çevirmenin tek yolu, üretimin belirlenen standartlara göre yapılması. Bu da tüm sektörlerde önemli değişimi, dönüşümü ve bunun finansmanı için de kaynak yaratılmasını gerektirecek. Özellikle KOBİ ölçeğindeki şirketlerin tek başına üstesinden gelmesinin olanaklı olmayacağı önemli bir değişim bu. Zira kamu tarafından üstlenilmesi beklenen önemli altyapı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım gerektiği gibi, üretim teknolojilerinde değişim, inovasyon ile dönüşüm stratejisinin hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor.
AB halihazırda ilk 10 yıl sektörlerin dönüşümünü finanse etmek amacıyla 1 trilyon Euro tutarında bir yatırım planı açıkladı. Üstelik bu fonu, sınırda karbon uygulaması yoluyla tahsil edeceği vergilerden sağlayacak. Türkiye’nin AB’ye vermek zorunda kalacağı karbon vergisinin ülke içinde kalmasını sağlayacak ulusal düzenlemeler yapılması ve tüm sorumlu tarafların belirlendiği yeşil dönüşüm yol haritasının ivedilikle belirlenmesi gerekli. Sektörlerin, kurumların vakit kaybetmeden bu düzenlemenin gereklerine uyum sağlaması ve hazırlanması büyük önem taşıyor. Uzun vadede Türkiye ekonomisinin avantajına olacak bu dönüşümün sağlanması için kamu, sektör birlikleri, şirketler ve bilim dünyasının işbirliği kritik önemde.