Yeşil Mutabakat belediye demektir
Yeşil dönüşümün, artık, burada olduğunun farkında mısınız? Peki, yeşil dönüşümün esasen belediye işi olduğunu görebiliyor musunuz? Bugün yeşil mutabakat belediye demektir. Yeşil dönüşüm süreci ancak yerelden ve mahalli idareler tarafından yönetilebilir. Aynı pandemi yönetimi gibi. İkinciyi geç anladık, bakalım bunu ne kadar zamanda idrak edeceğiz.
Aslında Türkiye’yi hareketlendiren, iklim değişikliğinin doğrudan etkileri değil; temel pazarımız olan Avrupa Birliği’nin büyüme stratejisi olarak belirlediği Yeşil Mutabakat vasıtasıyla hissedeceğimiz dolaylı iktisadi etkiler şimdilik.. Yanı başımızda yeşil ticaret bölgesi şekilleniyor. Hem dijital hem de yeşil tek pazar. İklim değişikliği bizatihi değil ama bu dolaylı etkileri ile Türkiye’yi de hareketlendirecek. Öyle ya da böyle. İyidir.
O nedenle, geçen hafta, Sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı Ekonomik Reformlar Paketi’nde, ileride şekillenecek diğer işlerle birlikte hem yeşil dönüşüme hem de döngüsel ekonomiye ilişkin mutasavver planlara yer verilmiş. Kâğıt üstünde hepsi de doğru notalar. Doğru enstrümanlar listede hep var. Ama daha müziği duyamadık. Kısmet artık.
Komşu komşunun külüne muhtaç dönemine hoş geldiniz
Bugün size döngüsel ekonominin manası ile ilgili bir kaç noktanın altını çizmek istiyorum. Üretim sürecinde kullandığımız ham maddeleri, doğal kaynakların yüzde 90’ını, bir kerelik kullandığımızı biliyor muydunuz? Doğrusu ben bu rakamı daha yeni öğrendim. Kent madenciliği (urban mining) diye bir kavram olduğunu da bu çerçevede fark ettiğimi en başından söylemek isterim.
EuroChambers ve TOBB’un organize ettiği, “AB-Türkiye Yüksek Düzeyli İş Diyaloğu” toplantısı geçen hafta yapıldı. Bu toplantıdaki, döngüsel ekonomi paneline hazırlanırken ve sonrasında panelistlerle konuşurken çok şey öğrendim. Hakikaten verimli bir panel oldu. Hep böyle olmaz. Linkini de buraya koyayım, isterseniz ("Döngüsel Ekonomi" başlıklı dördüncü oturumu izlemek için tıklayınız.).
Yeşil dönüşümün önemli parçalarından birini de, “Al-Kullan-At” (Take-Make-Dispose) şeklinde ifade edilebilecek doğrusal (lineer) iş modelinden “Kullan-Yeniden Kullan-Paylaş” döngüsel iş modeline geçişi ifade eden döngüsel ekonomi oluşturuyor. Bir nevi, son derece aşina olmamız gereken, “komşu-komşunun-külüne-çöpüne-muhtaç” modeli bu aslında. Hadiseye yaklaşırken böyle bakmakta fayda var. Yeşil dönüşüm dediğimizde enerji geçişi, enerji verimliliği ve döngüsel ekonomiden bahsediyoruz.
Yeşil mutabakatta belediyelere düşen nedir?
Dünyada, artık, nüfusun yaklaşık yüzde 54’ü kentlerde yaşıyor. Toplam mekânın yüzde 1’inde yaşıyor, nüfusun yarıdan fazlası ve bu oran giderek artıyor. Bu alanda, küresel milli gelirin yüzde 85’i üretiliyor. Dünyada karbon emisyonlarının yüzde 76’sı şehirlerden kaynaklanıyor. Doğal kaynakların yüzde 75’i kentlerde tüketiliyor.
Bu arada küresel atıkların yüzde 50’si de kentlerde üretiliyor. Bir kerelik kullanılan doğal kaynakların yeniden kullanıma sokulacağı yer de bu çerçevede kentler oluyor doğallıkla. Atık yönetimi ile öncelikle belediyeler ilgilendiğine göre, bana sorarsanız; döngüsel ekonomiye intibakta belediyelere önemli bir görev düşüyor.
Kent madenciliği işte bu atık yönetimine dayalı bir iş modeli. Bu yolla tek kerelik kullanılan ham maddenin ve doğal kaynakların yeniden kullanıma sokulabilmesi için gereken iş süreçleri tanımlanıyor. Kent madenciliği vasıtasıyla, ham madde ihtiyacının yüzde 28, karbon emisyonlarının ise yüzde 72 azaltılabileceğini söylüyor araştırmalar.
Peki, buradan ne çıkar? Demir çelik, çimento, alüminyum, inşaat, otomobil üretimi, Ambalaj gibi Türkiye için önemli olan sektörlerin yeşil dönüşüme intibakı kolaylaşır kent madenciliği ile. Demek ki neymiş? Madenciliğin kent madenciliğine doğru meyletmesi herkes için iyiymiş. Neden? Ham madde ve ham madde işleme kaynaklı karbon ayak izi küçülmüş olur. İyi olur. Daha az atık, daha çok değer yaratır. Nokta.
Ama esasen belediyelere düşen kesinlikle döngüsel ekonomi ile sınırlı değil, bana sorarsanız. KOBİ’lerin yeşil dönüşüme intibakından, kentlerin artan rekabet gücüne, güçlenen büyüme ve istihdam kapasitesinden kentsel mekânın kullanımına ve kentsel yoksullukla mücadeleye; yeşil mutabakat yerel yönetimlerle son derece alakalı. Virüs sonrası toparlanma döneminde, “yeşil yeni mutabakat” beklendiği gibi ağırlıklı olacaksa, dünyada ve Türkiye’de yerel yönetimlerin öneminin arttığı bir yeni sürece giriyoruz. Doğrusu ekonomik reformlar paketi açıklanırken, doğal olarak acaba “Ulusal Döngüsel Ekonomi Eylem Planı”ndan ne çıkar diye merak etmedim değil. İnşallah, onu da aylarca beklemek zorunda kalmayız. Hadisenin yerel yönetimlerle olan bağını da sağlıklı biçimde kurarız.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı onaylamakta geç kalmamalı
Her ne kadar, yeşil mutabakat ile birlikte yerel yönetimlerin bu sürecin yönetiminde önemi artıyor olsa da hükümet merkezinde çözülmesi gereken işleri de ihmal etmemek gerekiyor. Bunları daha önce yazdım, bir kere daha söylemiş olayım.
Birincisi, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylamakta daha fazla geç kalmamasında fayda var. Özellikle Biden’ın iklim değişikliği konusunda Beyaz Saray’da yapacağı anlaşılan Liderler Zirvesi açısından, bu konuda daha fazla gecikmemekte fayda var, bana sorarsanız. Bir kez daha hatırlatmış olayım.
İkincisi, Yeşil Mutabakat ile birlikte mevcut sektörlerin yeni teknolojilerle süratle dönüşeceği bir yeni sürecin içine giriyoruz. Şirketlerin bu yeni iş modeline intibakı için yapılacak sabit sermaye yatırımlarının virüs sonrası toparlanma dönemi için de önemi ortada. Ancak karbon bazlı olmayan bir yeni büyüme ve istihdam yaratma sürecini getirecek bu yatırımları realize etmekte kaynak maliyetlerinin negatife doğru dönmesi son derece şanslı duruyor. Asıl bu ortamda, Türkiye’nin “dünya beşten büyüktür”, yeşil dönüşüm, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki dijital ve teknoloji uçurumunu daha da derinleştirmemelidir diye devreye girmesi gerekiyor.
Aşağıdaki tabloda, CDS risk primleri yüksek olduğu için, faiz oranları yüksek olan ülkelerin, Türkiye dahil, tamamının gelişmekte olan ülkeler olduğu görebilmek mümkün. Türkiye’nin bu çerçevede, bir an önce CDS risk primlerini aşağıya çekecek adımlar atması gerekiyor. Altını çizeyim: Adımlar planlaması değil; adımlar atması gerekiyor. “Notalar ve enstrümanlar yerinde ama ortada daha müzik yok.” dediğim tam da bu işte.
Üçüncüsü ise, bir an önce kamuda ortak bir yeşil mutabakat politika çerçevesi oluşturmak önem taşıyor. Bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan Enerji Bakanlığı’na, Ticaret Bakanlığı’ndan Sanayi Bakanlığı’na ve hatta Dışişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve diğer güvenlik birimlerine kadar konunun birden fazla muhatabı bulunuyor. Ama farkında olanlar ayrı telden çalıyor, bazıları daha işin farkında bile değil doğrusu. Burada da müzik yok daha ortada.
İklim değişikliği meselesi artık iklim politikasını, enerji politikasını, ekonomi politikasını, milli güvenliği yakından alakadar ediyor. Çok boyutlu, uyumlu, toptan bir çaba gerekiyor. Böyle bir koordinasyon mekanizması ise halen yok. Not etmiş olayım, efendim.