Yeşil ekonomiye doğru nerede kalmıştık?
Son 3-4 yılda o kadar çok “yeşil dönüşümün önemi” üzerine konuştuk ki, sanıyorum gerek bunu bir maliyet kalemi ve yaptırım gibi görenler, gerekse çevresel sürdürülebilirlik tarafından bakanlar yani tüm tarafl ar bir şekilde önemli bir mesele olduğunu anladı ve belki de yaşadı. Önemi, gereklilikleri ve zorlukları konusunda mutabık olduktan sonra sırada elbette sanayide, teknoloji ekosisteminde yani sahada belli önceliklerle uygulamaya geçmek vardı. Bunu yapabilmenin yolu, önemine ilişkin farkındalık konusunda ürettiğimiz bilgiyi, bu kez uygulama için üretmekten geçiyor diye düşünüyorum. İşte bu ara biz bu bilgiyi üretmek için çalıştık, çalışmaya devam ediyoruz. Şimdi sırada yeşil ekonomiye doğru geçişi uygulamada içselleştirmek, ürettiğimiz bilgiyi paylaşmak ve gerçek değere odaklanarak hareket etmek var. Mevcut makro ekonomik koşullarda ve hala değişen dünya düzeninde sanayicinin rekabet gücünü koruyabilmesi için farkındalık seviyesinin ötesine geçip artık “Nedir, Neden önemlidir?” soruları yerine “Nasıl?” sorusunu cevaplamamız gerekiyor. “Nasıl?” sorusunun cevabı ilk sorulardan daha zor; çünkü bu kez cevabı kendi şirketlerimize, kendi ekonomimize uygun şekilde vermemiz lazım.
Bilgi üretim ihtiyacı tam da buradaydı işte. Türkiye’yi, sektörleri, şirketleri, teknolojileri iyi tanımak-tanımlamak ve uluslararası iş bölümününü yeniden şekillendirdiğini düşündüğüm yeşil ekonomide nerede konumlanabileceğimizi artık gerçekten bilgiye dayalı saptamak ve hareket etmek lazım. Orta gelir tuzağı gibi konumlardan şikayet ederken yıllardır, bu kez elimizdeki bulgurdan da olacağız yoksa. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne doğru farklı dönemlerde uluslararası iş bölümünde bize düşen pay ve sanayileşmemize etkisinden çoğu zaman mutsuzken, üstüne bu kez elimizdekini bile korumamız zorlaşıyor gibi. İşte tüm bunlardan hareketle, işin kendisini en iyi bilenlerle yani hem sanayici hem de teknolojiyi geliştirenlerle, onlardan aldığımız veriyi bilgiye dönüştürerek aktarmayı amaçladığımız bir yola devam etmeyi amaçlıyoruz bu yeni yazı serisiyle. “Nasıl?” sorusunu Türkiye özelinde içselleştirerek cevaplamak, yüzyıllardır içinde olduğumuz patika bağımlılığını (Path dependency) değerlendirmek, seçim yapmadan olur mu diyerek akıllı uzmanlaşmayı yeniden yeni ortamda ele almak gibi gündemlerin peşindeyim bu kez.
Baştan itibaren yeşil ekonomiye geçişin Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Sınırda Karbon Düzenlemesi gibi mekanizmalarla yeni bir düzenleyici rejim ortaya koyduğunu konuştuk. Buradan hareketle bu durumun, şirketlerin operasyonlarını ve küresel ticaret dinamiklerini doğrudan etkilediğini, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde, geleneksel değer zincirlerinin rekabet ve maliyet açısından yeni bir döneme girdiğini ortaya koyduk. Biz bunları konuşurken bir yandan Avrupa Birliği’nde de yeni mekanizmaların uygulanmasına ilişkin fi kir ayrılıkları, belirsizlikler ve takvimde ötelemeler ortaya çıktı. Yeşil Mutabakat ve getirdiği zorunluluklara tek bir açıdan bakıyorsak bu bize zaman kazandırıyor diye düşünebiliriz mutlaka. Fakat artık bu tür regülasyonların çevresel sürdürülebilirlik odağının ötesinde ekonomi politikaları, ticaret ilişkileri, sanayi politikası gündemiyle tasarlandığını ve ülkeler arasındaki dinamiklere odaklandığını görerek bakmamız lazım diye düşünüyorum. Bugün Yeşil Mutabakat, yarın başka bir düzenleyici faktör, bugün Avrupa, yarın Amerika... Tüm bunları teknoloji dengeleri ve ilişkili olarak ekonomik ve politik düzen ile okuduğumuzda yeniden şekillenen uluslarası iş bölümünün parçası olduğunu görmek çok zor değil.
Avrupa’nın yeni teknolojilerde küresel rekabet gücü söz konusu olduğunda Amerika ve Çin karşısında sıkışmışlığını ve bir nevi orta gelir tuzağı içerisinde olduğunu yıllardır izliyorduk. Bunun nedeni de yenilik çıkmıyor olması, keşifl erin ve yeni teknolojilerin Avrupa’da geliştirilmemesi değil aslında. Çıkan yeniliklerin büyüyen bir değere dönüşüp inovasyon haline gelememesi. Burada inovasyon neydi tekrar hatırlatayım isterim: İnovasyon, yenilik + değer demek. Tek başına bir teknolojik keşif, ekonomik değere ve/veya sosyal faydaya dönüşmediğinde ona inovasyon diyemiyoruz. İşte Avrupa, geliştirdiği teknolojileri, laboratuvardan, startuplardan çıkarıp önce pilot üretime sonra sanayiye ve pazara taşımakta yetersiz kaldığı için bir sıkışma içerisindeyken, yeniden üretime, pazara, değer zincirlerine müdahale edebilme kaygısına girdi. Burada elbette Çin önemli bir etken. Avrupa’nın teknolojilerinin geleneksel üretim kapasitesi ve pazara erişim ihtiyacına karşılık, Türkiye’de çok önemli bir üretim kapasitesi ve geleneksel sektörlerde önemli bir beceri seti var. Bizdeki sorun ise, tekstil, inşaat, kimya gibi geleneksel sektörlerimizi yeni teknolojilere eriştirerek daha katma değerli hale getirmek. Böyle bakınca Avrupa ve Türkiye hiç de kötü bir ikili gibi durmuyor. Tamamlayıcı özelliklere odaklansak ve Mazzucato’nun (The Value of Everything: Making and Taking in the Global Economy, 2018) altını çizdiği gibi birlikte değer üretme modelleri üzerine düşünsek hiç de fena olmayabilir bu yeni ortam yeşil ekonomi özelinde.
Yani yeşil dönüşüm, uluslararası iş bölümünü yeniden şekillendiriyor, teknolojileri kim geliştirecek, kim standart ürünleri üretecek, kim bu işin pazarı olacak gibi roller yüzyıllardır hiç de yabancı olmadığımız şekilde yeni bir biçim kazanıyor. Böyle olunca Türkiye’nin rolünü sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor. Türkiye yüzyıllardır bu topraklarda sanayileşme çerçevesinde tekrarlanan patika bağımlılığında devam mı edecek yoksa, patika bağımlılığının en büyük tuzaklarından olan üstündeki ataleti atıp, bu yeni rekabet ortamına kendi kabiliyetlerinin farkında olarak ve yeni seçimler yaparak mı girecek? Uluslararası koşulların bizi yönlendirdiği bir yola devam mı edeceğiz, yoksa artık kendimizi tanıyarak, geçmiş deneyimlerimizi değerlendirerek ve uluslararası dinamikleri iyi analiz ederek yeni bir yol hazırlığı mı yapacağız? Sahaya hem sanayiciye hem de teknoloji geliştirenlere bakınca bunun bu kez yeşil ekonomi dinamikleriyle o kadar zor olmadığını görüyorum ben. Türkiye’nin farklı şehirlerinde çok katma değerli işler yapan ve ne yaptığının farkında olan o kadar iyi sanayicilerimiz var ki. İşte Türkiye’nin içinde olduğu bölgede kritik bir ihtiyaca yönelik tamamlayıcı bir özellik. Peki hangi sektörlerde hangi şehirlerde? İşte bu süreçte aynı zamanda kamu politikalarına; bu yetenek setini çoğaltacak ve görünür hale getirecek stratejik araçları tasarlamak ve uygulamak düşüyor. Güney Kore gibi farklı ülke örneklerinden uzun zaman önce gördüğümüz gibi, böyle dönemlerde akıllı uzmanlaşmayı getiren stratejik seçimler ve nereye nasıl gideceğini planlayarak kamu politikası araçlarını devreye sokmak kritik öneme sahip oluyor. Akıllı uzmanlaşmayı 2018’de sanayi ve teknoloji politikaları kapsamında yine bu köşede yazmıştım, şimdi yeşil ekonomide çok anlamlı bir yere konumlanıyor.
Yani biraz uzun bir yazının sonuna gelecek olursam: Benim bir derdim var, o da “önemlidir” meselesini “gerçek değere odaklanan bir eylem setine taşımak”. Uluslararası koşulların bizi götürdüğü yere gitmeye devam mı edeceğiz yoksa bu kez, kabiliyet setimizi ortaya koyup akıllı uzmanlaşmayı seçip, uluslararası ortamda rolümüzü belirleyecek hazırlığı mı dile getireceğiz? Sanayi, kamu, toplum, tüm bileşenlerimizle? Patika bağımlılığı konusuna fazlasıyla takılmış çalışırken, çok değerli bir hocamın bir uyarısıyla düşüncelerim genişledi. Patika bağımlılığı, genellikle algıladığımız şekilde “atalet” anlamına gelmek zorunda değil, içinde aslında “öğrenme” de var. İşte şimdi hazırlık süreci daha da anlamlı hala geldi. Öğrenme bileşeni, patika bağımlılığının en az atalet kadar önemli bir bileşeni. Yani içinde olduğumuz patika bağımlılığını kırmak zor ama imkansız değil. Belki önce makro değil mikro, 10000 değil 10, elimizdeki bulgurdan da olmamak için denemeye değecek bir ortamda değil miyiz? Bu kez kendimizi tanıyarak, geçmiş deneyimlerimizi önümüze alıp “Nasıl”ın cevabını birlikte tasarlayabilir miyiz? İşte bu kez böyle bir yola çıkıyoruz, tabii ki yine sevgili Didem Eryar’ın bu sayfadaki ev sahipliğinde. Önce biraz güncel ortamı tanımlayalım sonra Türkiye’de asıl işi yapanların ve bilenlerin yani sanayicinin bilgisi ve katkısıyla hazırlığımızı yapalım ve yola çıkalım istiyoruz artık. Bunun için güzel güneşli bir hava yok mu sizce de?