Yerküreyi nasıl bir gelecek bekliyor?
Mithat Rende - KONUK YAZAR
Emekli Büyükelçi
Bölgesel savaşların ve katliamların en acımasız haliyle devam ettiği bir dönemde, petrol zengini BAE’nin ticaret ve turizm merkezi Dubai kentinde düzenlenen son iklim zirvesinde (COP28) küresel ısınma ve iklim krizi uluslararası gündemin üst sıralarında yerini aldı. Ancak, krizin küresel düzeyde yaşamsal bir tehdit olduğu birçok lider tarafından ifade edilirken, Sonuç Bildirgesinin içeriği beklentilerin çok gerisinde kaldı.
2015 tarihli Paris İklim Anlaşması'nın 196 ülke tarafından onaylanması, ilk etapta iyimser bir hava yaratmasına rağmen fiiliyatta önemli bir gelişme sağlanamadığı görülüyor. İklim değişikliği kaynaklı aşırı sıcaklar, orman yangınları, seller, kasırgalar, kuraklık birçok bölgede ve ülkede tüm yıkıcı sonuçlarıyla artan şekilde yaşanıyor. Dev sigorta şirketi MunichRe tarafından 2021'de yaptırılan bir çalışmada, önlem alınmaması halinde 2050'de yıllık küresel ekonomik kaybın 23 trilyon dolar (küresel hasılanın yüzde 11-14’ü) civarında olacağının iddia edilmesi sorunun sadece ekonomik boyutunu yansıtıyor.
Bu arada fosil yakıtların artan kullanımının karbon dioksit (CO2) ve metan gibi kirleticilerin atmosfere salınımına, bunun yer kürenin aşırı derecede ısınmasına ve sözü edilen aşırı doğa olaylarına yol açtığını, ayrıca 2023 yılının bugüne kadar kaydedilen en sıcak yıl olduğunu akılda tutmalıyız. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in küresel ısınmanın yol açtığı afetlerin korkutucu ve yerküre için sonun başlangıcı olduğunu ifade etmesi meselenin ciddiyetini ortaya koyuyor. Bu çerçevede iklim krizinin aynı zamanda bir güvenlik sorunu olduğunu, milyonlarca insanın göç etmesi sonucunu doğurarak büyük siyasi istikrarsızlıklara yol açabileceğini dikkate almalıyız. Hal böyle iken, profesör ünvanlı bazı akademisyenlerimizin, küresel ısınmanın bolluk, bereket getireceğini iddia etmelerini anlamak mümkün değil.
Bu kapsamda göz önünde bulundurmamız gereken bir diğer bulgu, CO2 emisyonlarının yüzde 80 kadarının enerji kaynakları ve enerji bağlantılı faaliyetlerden kaynaklandığı gerçeği. Bu durumda enerji sektörünün karbondan arındırılmasına öncelik verilmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor. Birçok ülke ve AB gibi örgütler bu amaçla önlemler ve projeler açıklarken, ‘2050 sıfır emisyon’ ile küresel ısı artışının 1,5 C derece ile sınırlandırılması hedeflerinin gerçekleştirilmesi çok güç görünüyor.
Bu alandaki siyasi irade eksikliğini, COP28’in Sonuç Bildirgesi'nin 28. ve 29 maddeleri incelendiğinde kolayca görmek mümkün. 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji yatırımlarının üç katına, enerji verimliliğinin de iki katına çıkarılması, maliyet düşünüldüğünde gerçekçi değil. Daha da önemlisi, 28. maddede enerji sistemlerinde kömür petrol gibi yakıtların belirli bir zaman dilimi içinde ‘devre dışı bırakılması’ yerine fosil yakıtlardan ‘uzaklaşılması’ ( transitioning away) gibi bağlayıcı olmayan, ne anlama geldiği tartışılabilir, belirsizlikle malul bir ifadeyle yetiniliyor. 29. maddede ise doğal gazın kullanımının, geçiş yakıtı adı altında uzun bir zamana yayılması öngörülüyor. Üstelik petrol, doğal gaz ve kömür zengini ülkelerle dev enerji şirketlerinin çıkarlarını önceleyen bu yazım medyada Dubai zirvesinin bir başarısı olarak sunuluyor!
Ülkemizin durumuna kısaca değinecek olursak, Türkiye Paris İklim Anlaşması'na 2021 yılında taraf oldu. Ek olarak ‘2053 sıfır emisyon’ hedefi açıklanırken iklim değişikliği ile mücadele ve yeşil enerji dönüşümüne yönelik çalışmalar başlatıldı. Ancak, yeşil enerji dönüşümünün mevcut ekonomik koşullarda nasıl finanse edileceği, yabancı yatırımcının ülkeye nasıl çekileceği, ne gibi özendirici tedbirlerin alınacağı belirsizliğini koruyor. Mevcut ortamın devamı halinde 2053 sıfır emisyon hedefinin tutturulması olasılığı da zayıf bir olasılık.
Neticede, Türkiye dahil, birçok ülke, önümüzdeki dönemde, iklim krizi, enerji arz güvenliği ve gıda-su kıtlığı gibi birbirinden ayrılmaz üç sorunla aynı zamanda yüzleşirken siyaset adamlarının iç siyasi mülahazalarla, önceliği enerji-gıda-su güvenliğine vermeleri kuvvetle muhtemel. Bu durumda iklim kriziyle de mücadele açısından, fosil yakıtların kademeli olarak devre dışı bırakılırken temiz enerji dönüşümünün, üretim, iletim ve kullanım alanlarında, yeni teknolojilerden yararlanılarak bir an önce gerçekleştirilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörü Dr. Fatih Birol’un, iklimin finansmanı için global düzeyde 6 trilyon dolara ihtiyaç bulunduğu yönündeki ifadesi dikkate alındığında, göstermelik önlemler ve kırılgan ülkelere yönelik minimum finansal taahhütlerle küresel ısınmanın siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçlarıyla mücadele etmek mümkün değil. İklim kriziyle mücadeleyi erteleyen liderler, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma gibi ahlaki bir sorumluluğu yerine getirmeyenler grubunda anılacaklar.