Yeni yılda dış politika: Plus ça change..!
Her zaman böylesi nasip olmaz. Yeni yılın ilk günü Pazartesi. Bendenizin haftalık dış politika yazısı da Pazartesi günü yayınlandığından, yılın ilk günü yazmak şerefine nail oldum. Yeni yılın ilk günlerinde çıkan yazılar genellikle önümüzdeki yılda ne gibi gelişmelerin beklendiğine ilişkindir. Biz de geleneği bozmayalım.
Son yıllarda Türk dış siyasetini belirleyen başlıca nitelik belirsizliğidir. Bir ülkenin dış siyasetinden söz ederken genellikle o ülkenin hangi ülkeler grubu içinde yer aldığını, kimlerle birlikte hareket ettiğini, bir gelişme karşısında nasıl bir tutum takınacağını tahmin edebiliriz. Eğer Türk dış siyasetine de bu zihni çerçeveyle yaklaşırsak, kolaylıkla yanılabiliriz. Bir bakıyorsunuz Türkiye Ukrayna’ya silah satıyor ya da Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımadığını ilan ediyor; tekrar bakıyorsunuz bu defa Rusya başkanı Putin ile sıcak bir muhabbet, liderler arasında su sızmıyor, “Bizi Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na alsanıza” türünden ciddiyeti kestirilemeyen talepler. Ya da hem Amerika’dan uçak almak için uğraşıyorsunuz, hem de Rus S-400 füzelerinden bir türlü vazgeçemiyorsunuz. Orta Doğu’da da durum çok farklı değil. Bir yandan Filistin’e Arap ülkelerinin esirgediği düzeyde güçlü destek veriyor, İsrail’e meydan okuyorsunuz, diğer yandan aynı ülkeyle ticaretin olağan mecrasında yürümesine göz yumuyorsunuz. Suriye’ye gelince, Amerika YPG/PYD ile sıcak ilişkiler kuruyor diye Amerika’yı düşman ilan ediyorsunuz, öbür yandan iki ülke arasındaki ticareti de yüz milyar dolara çıkarmak için çalışmalar yapıyorsunuz. NATO’da da farklı bir durum yok. Müttefikleriniz size uçak satmıyor, siz Polonya’nın, Baltık ülkelerinin Rusya’ya karşı savunması için oralara uçak filosu gönderiyorsunuz.
Sözlerim yanlış yorumlanmasın. Ülkelerin uluslarası politikada mükemmel bir tutarlılık sergilediklerini, Türkiye’nin istisna oluşturduğunu iddia edecek değilim. Hemen her ülke, çoklu hedefler güdüp, muhtelif ülkelerin baskısına maruz kaldığı için, her yönüyle tutarlı diye nitelendirebileceğiniz politikalar izleyemez. Yine de, güttüğü politikanın sınırları bellidir, belirli olaylar karşısında neler yapacağı tahmin edilebilir. Türkiye ise giderek tahmin edilebilirliği zayıflayan bir dış politika takip etmektedir. O zaman da sormak gerekiyor: Türk dış politikasında gözlenen belirsizlik nelerden kaynaklanmaktadır?
Bu soruya herkes farklı cevaplar verebilir. Benim görebildiğim kadar, dış politikamızda görülen çelişkiler altında ciddi bir kararsızlık, bir bocalama yatıyor. Hükümetimiz aslında Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında geliştirdiği, Avrupa-Amerika ülkeler grubunda yer almak, Batı savunma sisteminin bir parçası olmak, yönetim biçimi olarak liberal demokrasiyi benimsemek, piyasa ekonomisini yerleştirmek ve geliştirmek, hukuk devletini egemen kılmak unsurlarını ihtiva eden karmaşık tercihten vazgeçmek istiyor. Gönlünde yatan çevremizdeki ülkeler üzerinde güçlü etkiye sahip, Müslümanlığı ön plana çıkaran bölgesel bir lider, bu konumuyla da dünyada söz sahibi olan bir ülke olmak. Maalesef, bu tasavvurun gerçekle bağlantısı mahdut olduğundan, karşımıza çelişkiler barındıran bir dış politika çıkıyor.
Hangi gerçeklerden söz ediyorum? Bir kere, bölgenin liderliğe talip iki büyük ülkesi Mısır ve İran’ın Türkiye’nin liderliğini benimseme gibi bir eğilimleri yok; ileride de olmayacağından emin olabilirsiniz. Suriye ve Irak’ta ise Amerikalılar, Ruslar at koşturuyor. Yerli halkın Türklere ne oranda yakınlık duyduğuysa tartışmalıdır. Buna karşılık, Türk ekonomisinin başarısı büyük oranda Avrupa ve Amerika ile iyi ilişkileri korumaya bağlı. AB ile vazgeçmemiz mümkün gözükmeyen bir Gümrük Birliği anlaşmamız var. Şu anda bunu genişletmeyi ümit ediyoruz. İhracatımızın yarısı oraya gidiyor. Yukarıda da ifade ettim, Amerika ihracatımızı önemli oranda arttıracağımız bir piyasa olarak görülüyor. Ayrıca, Avrupalı, Amerikalı, Çinli ve diğer yatırımcıların Avrupa için üretimlerini Türkiye’de gerçekleştireceklerini umuyoruz. Bunun için ABD ve AB ile ilişkilerimizi korumamız, hukuk devleti ilkelerini gözeterek de yatırımcılara güven vermemiz lazım. Bunlara ilaveten, mevcut silah sistemlerimiz NATO çerçevesinde edinilmiştir. Bunları bırakıp yeni sistemlere yönelmek Türkiye’yi karşılayamayacağı bir maliyetle karşı karşıya bırakacağı gibi, büyük güvenlik riskleri taşımaktadır.
Karşımızda iktidarın özlemleri dolayısıyla gitmek istediği yön ile siyasi, iktisadi ve güvenlikle ilgili faktörlerin ülkeyi başka yönlere çektiği bir Türkiye var. Bunun sonucu perakende dış siyaset güden, nereye ait olduğunu kendi de kestiremeyen, kimsenin kendinden saymadığı, yalnızlaşmış bir ülke durumuna düşmüş bulunuyoruz. Bu konumda önümüzdeki yıl bir değişiklik beklemeli miyiz? Pek sanmam. Fransızların dediği gibi, “plus ça change, plus c’est la meme chose!” Yani “Ne kadar değişirse değişsin, yine de aynı kalıyor!” Herkese iyi yıllar diliyorum.