Yeni Türkiye’nin Aydın Sorunu (2)
Geçen hafta dikkat çekmeye çalıştığım “aktivist aydın” kavramının oldukça ilgi görmesi üzerine ve bazı muğlak noktaları berraklaştırmak adına konuya devam etmek istiyorum. Türkiye inanılmaz bir çoraklaşma yaşıyor. Sokaktan akademimize kadar bu kısırlık her yere sirayet etmiş durumda. Kredi kartına taksitle doktora tezlerinin yazıldığı bir ülkede başka bir sonuç hayal etmek fazla saflık olurdu. Bu tip sıkışma hallerinde önümüze düşüp yolu açacak olan yine aydınlardır, fakat gel gör ki aydınlarımızın çok başka dertleri var. Dünyanın bildiği, tanıdığı kaç entelektüelimiz var ayrı bir tartışma konusu ama olanların büyük kısmı bu ülkede hiç yaşamıyormuş gibi davranıyor. Peki, ne yapılmalı? yerinde bir soru.
Çok farklı aydın tanımları mümkün, bu konuda iki kaynak vermekle yetinelim: bu yazı serisini iyi tamamlayan Edward Said imzalı “Entelektüel” ve Jean-Paul Sartre imzalı “Aydınlar Üzerine” kitaplarındaki kritiklere bakılabilir. Bana göre bir aydında mutlak olması gereken üç temel nitelik:
1. Cesaret
2. Özgürlük
3. Vicdan
Bu üç maddeye elbette geçen hafta ifade etmeye çalıştığım harekete geçme, aksiyon alma özelliğini eklememiz gerekiyor. Aydın, vicdanının sesini dinleyerek cesur bir şekilde hür düşüncelerini toplumla paylaşan kişidir. Susma hakkının olduğunu düşünmüyorum. Gerçeği eğip bükme, kıyıdan köşeden dolaşma, propaganda makinesine dönüşme ya da makam mevki için manipüle etme gibi bir rezilliğe hiç düşmemeli. Bu tip davranışları sergileyenlere zaten aydın değil, şato şarlatanı diyoruz. Aydınlar; düşünceleri, fikirleri, eserleri, araştırmaları yani kalemiyle mücadele ederler, fakat bizim gibi matbaanın 250 yıl sonra geldiği memleketlerde bunlar yetmez. Şato aydınlarına değil sokak aydınlarına ihtiyacımız var. Büyük elçiliklerin resepsiyonlarındaki şampanyalar ile buraya kadar geldik. Artık sokağa inmemiz, kahvehanelere uğramamız, mahalle mahalle, köy köy halka karışmamız gerekiyor. Sadece konuşmak için değil, önce dinlemek ve anlamak sonra da proje üretmek için bunu yapmalıyız. Nutuk, kalabalıklara konuşurken dinleyene de çekene de hoş gelebilir ama toplumlar masallarla değil bizatihi uygulamalarla dönüşür. Eylemci ya da aktivist aydın dediğimiz tam da böyle bir profil.
Bu tip bir sonucun üretilebilmesi için örgütlenmek şart. Aydınlarımız bireysel kahramanlıkları bırakıp bir araya gelerek örgütlü bir şekilde hareket etmeli fakat maalesef çoğumuz kendi şöhretimizin peşindeyiz. Herkes bireysel olarak tarihe ölümsüz geçme sevdasında. Malum profesörler, kanal kanal gezip satış yapmaya çalışıyor. Amaç dekanlık, rektörlük gibi iyi bir pozisyon yakalamak. Bu kafalarla arpa boyu yol alamayız. 5 profesörü bir araya getirdiğimizde konuşamıyor ve sonuç üretemiyorsa ortada ciddi bir ego sorunumuz olduğu anlamına gelebilir. Bu ülkenin büyümesi ve ilerlemesi için egosunu törpülemiş, vatan sevgisi ile bilim yapmak, sanat-edebiyat-felsefe üretmek ve insanını aydınlatmak isteyen dertli entelektüellere ihtiyacımız var. Üniversiteler bu noktada yetersiz kalıyorsa kendi organizasyonlarımızı kurmak zorundayız. Tarihimizde Halk Evleri, Türk Ocakları gibi örnekler var. 60 yaş üzeri kendisini yenileyememiş akademisyenlerden bir beklentimiz artık yok ama Göçebe Derneği gibi yeni nesillerin farkındalığı ve kolektif üretimi bazı yaralarımızı iyileştirebilir. Son bir not: haddimizi aşarak topyekûn Türkiye akademilerini aynı sepete atamayız elbette. Çok değerli hocalarımız var kuşkusuz. Bazıları ağır bedeller ödedi ama sayıları örgütlü kötülüğe karşı maalesef yeterli değil. En önemlisi, iyilik yeterince örgütlü değil. Kavramsal Sanat misali artık edebiyatı, felsefeyi, bilimi ve inovasyonu sokağa taşırmamız şart. Türkiye gibi bir ülkede sanat, edebiyat, bilim ve felsefe halk için olmak zorunda. Haftaya Türkiye’de ve dünyada örnek aktivist aydınların çalışmaları ile bu yazı serisini tamamlayacağım.