Yeni soğuk savaş ve Türkiye

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Dünya II. Dünya Savaşı sonrasında iki kampa bölündü. Bir tarafta ABD önderliğindeki NATO etrafında toplanmış batılı gurup, diğer tarafta da SSCB’nin başını çektiği Varşova Paktı üyeleri. İlk gurup liberal demokrasiyi ve kapitalist/kapitalist olmaya çalışan ülkeleri, diğer gurup ise sosyalist bloku temsil ediyordu. Bu gurubun karşısında bir de dağınık bağlantısızlar vardı. Bu gurupta Çin, Hindistan, Yugoslavya ve bazı Latin Amerika ülkeleri bulunuyordu. 1990 yılına kadar NATO ve Varşova Paktı sürekli çatışma halinde oldular ancak hiç savaşmadılar. Bundan dolayı bu aralık soğuk savaş dönemi olarak adlandırıldı. Ancak ABD 1947 yılında George Kennan’ın Moskova’dan çektiği  “X” şifreli telgrafı çerçevesinde (Bu telgraf “X Makalesi” olarak yayımladı) SSCB’ye karşı hep temkinli hatta saldırgan tutum aldı. 

Çin bu blok da olmasa da Vietnam Savaşında ABD’nin karşısında yer almıştı. Bundan dolayı ABD tarafından karşı blokun yedek gücü olarak görüldü. Bu kaygı nedeni ile Eylül 1976’da Mao Zedong’un ölümü sonrası Çin’de başlayan liberalleşme çabalarına büyük bir hevesle destek verdi. Çin’in hala komünist olması önemsenmedi, çünkü Çin, artık sermaye hareketlerine açık, dış ticarette liberalleşmenin yolunda idi. Bundan dolayı Çin’in 2005’de Dünya Ticaret Örgütüne üye olmasına destek verdi. Çünkü ABD, Çin ile olan dış ticaret açığının kapanacağına inanıyordu. (ABD bu desteği 1990 sonrası Rusya’ya da verdi. Ancak Rusya’nın yeniden Çar dönemi politikalarına dönmesi ve Putin’in emperyal tavrı ABD’yi Rusya’dan uzaklaştırdı).

ABD, Çin’in rejimini hep göz ardı etti, en azından bunu ilişkiler de sorun yapmamaya çalıştı. Ancak 2008 krizi ile bakış açısı değişti. Çin’in ihracatta ve doğrudan yatırımlarındaki hırslı tutumu Obama tarafından yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. ABD, Çin ile örtük bir savaşa tutuştu. 2010 yılında Brezilya Maliye Bakanı bunu “ticaret savaşı” olarak kavramsallaştırdı. Çin düşük kur politikası ile bir taraftan ihracatta ABD’yi ezmeye çalışırken, kredi genişlemesi ile de iç pazarını canlı tuttu. Kriz döneminde bile büyüme oranını %6’lar düzeyinde tutmayı başardı.

Trump, Çin’in bu saldırgan tavrına aynı şekil de karşılık vermeye çalıştı. Çin’den yapılan ihracata kota ve vergi koyarak engel olmaya çalıştı. Ancak verilere bakıldığında bu çabasının sonuç verdiği söylenemez. Dış ticarette dengesizlik yani Çin aynı yolda devam etmekte.

Çin, sadece ihracatta değil, politik olarak da nüfus alanını genişletmek için Asya’da ve Afrika’da ABD başta olmak üzere Batı blokuna karşı adeta cephe açtı. Afrika’da hemen her ülke de Çin’in doğrudan yatırımları başı çekmekte. Batılı ülkeler hala kolonist havalarda olduklarından Afrika ülkeleri tarafından itici bulunmakta. Üstelik başta, Fransa olmak üzere kimi ülkelerin şirketleri taşeron şirketler aracılığı ile köle statüsünde adamlar çalıştırmakta, üstelik bu ülkeler Afrika’daki iş çatışmalar da gözleri sadece silah satışı ve nüfus alanına takılı iş yaptılar. Çin bu tutumu fırsata çevirdi. Kendilerine emperyalist diyenlere karşılık da biz sömürmüyoruz, kıtanın kalkınmasına katkı veriyoruz karşılığını verdiler.

2019’da ABD Dış İşleri Bakanlığı Direktörlerinden Kiron Skinner’ın Kennan’ın telgrafına öykünerek hazırladığı “X” raporunda bu tablo ABD yönetimine sunuldu. Skinner raporunda ilk defa batılı değerlerle tanışıklığı olmayan bir ülke ile çatışmaya gireceğiz (yeni soğuk savaş) saptamasını yaptı. Rapor kaleme alınırken kullanılan anahtar tümcelerden birisi de yeni medeniyetler çatışmasının “Kafkasyalı olmayan” bir ülke ile olacağının altı çizildi. Bu saptama doğrudur. Çünkü Ruslar her ne kadar 1917 devrimi ile sosyalizme meyil etseler de batı kültürü ile haşır neşirlerdi. Bunu görmek için Rus klasik romanlarını okumak yeterlidir. Üstelik sosyalizmin temeli de iki Alman, K. Marks ve F. Engels tarafından atılmıştır. Bizim ülkemiz de Marks’ın kitapları ya korku ile bakıldığından okunmadığından ya da satın alınıp okunması zor olduğu için raflarda sergilendiği için Marks’ın ve Engels’in entelektüel birikimi pek bilinmez. Marks’ı okumak zordur. Çünkü O’nu anlamak için Yunan, Roma mitolojisi bilmek gerekir, İncil ve Tevrat, Rus, Fransız ve İngiliz ve Alman edebiyat ve felsefe klasikleri okunmuş olmalı. Yani uzun süredir “cahiliye döneminde” olan ülkemize Marks’da Engels’de hatta Piketty bile fazla gelmekte. Birkaç yıl önce bir muhalefet partisi liderinin Piketty’in “21. Yüzyılda Kapital” kitabı için, “aldım ama okuyamadım, çok kalın” dediğini anımsıyorum. Özetle ABD’liler çatışsalar da Rusları kendi kültürleri ile tanışık olarak görmekteler.

ABD’liler, hadi en azından yöneticileri okuma yaptıkları için diyelim, Çin’in stratejisinin farkındalar. Biden, koltuğa oturduktan sonra Çin ile önce yumuşak tavırlarla tartışabilir, daha sonra Çin’in kurmaya çalıştığı cephenin Lakatoscu anlamda sert çekirdeğin katılaşmasını engellemeye çalışacaktır. Tahminimce burada ABD, AB ve İngiltere’yi yanına alacak. Hindistan’da Çin ile yaşadığı sorunlar nedeni ile bu bloka dahil olabilir.

Türkiye Afrika’da doğru işler yapmakta

Türkiye cephenin Afrika yakasına yakın olduğu için her iki tarafın davetkâr üslubu ile karşılaşacaktır. Bu cepheden birisine tümü ile kanalize olmak çok anlamlı olur mu, şüpheliyim. Bundan dolayı Türkiye’nin her iki tarafla birlikte dans etmesi daha yararlı olur. Zaten Afrika konusunda mevcut hükümet doğru işler yapmakta. Bu politikasına inadı bırakıp İsrail ve Mısır’ı da dahil etmeli. Türkiye’nin kıvrak dış politika konusunda tecrübesi bulunmakta. İsmet İnönü’nün II. Dünya Savaşı sırasında gösterdiği marifet, yine S. Demirel’in 1960-1980 döneminde izlediği dış politikadan alınacak çok ders bulunmakta. Eski deneyimleri ve sistemi vesayet diyerek red etmek yanlışından vazgeçip, bunlara tecrübe diye bakılırsa sanırım doğru yolu bulmak kolay olur.

  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Gizli veri 02 Ekim 2024
Venezuela’nın kaderi 21 Ağustos 2024