Yeni senede ücret artışları ve enflasyon
Ekonomi yönetiminde rasyonelleşmeye geri dönüşün üzerinden yaklaşık 6 ay geçti. Bu süre zarfında politika faizinin yüzde 8.50’den yüzde 40’a yükseltilmesine, ve buna paralel olarak da bankalar üzerine getirilen çeşitli kısıtlamaların tedricen kaldırılmasına (ki henüz hepsi kalkmış değil) şahit olduk. Beklenti aralık ayında son bir politika faizi artışı yapılıp, sonrasında enflasyonun gerilemesi yönünde somut sinyaller alınana kadar beklemede kalınması yönünde.
Bu bağlamda, son gelen enflasyon rakamları yorumcuları ikiye bölmüş durumda. Yayınlanan rakamların doğruluğu üzerinden bir yorum yapmak istemem. Ancak hazirandan sonraki verilerin olabildiğince doğruyu yansıttığını düşünüyorum. (Öncesi ise tam bir karmaşa.) İTO İstanbul Geçinme Endeksi rakamları ile karşılaştırdığımızda da son 6 ayda paralelliğin arttığı görülüyor. (İTO rakamları hâlâ bir tık daha yüksek. Ancak son dönemde enflasyonun ağırlıklı olarak hizmetler sektörü kaynaklı olduğunu dikkate aldığımızda bu fark (İstanbul ve ülkenin geri kalanı farkı) normal.)
Aylık 3,28’lik TÜFE artışı düşük değil. (Yıllık bileşiği yüzde 47’e gelir.) Ancak geçen ay hızlı yükselişlerini sürdürerek bizi endişeye sevk eden B ve C endekslerindeki artışların bu ay TÜFE’nin altında kalmış olması umut vaat edici bir gelişme olarak görülebilir. Öte yandan, önceki ay yüzde 1,94 gelen yi-ÜFE’nin kasımda yüzde 2,81 gelmesi pek de olumlu bir gelişme sayılmaz. Kısacası gelen veriler enflasyonun gidişatı konusunda biraz karışık sinyaller vermekte.
Son 3 ayda kümülatif enflasyon yüzde 11,9 olurken yönetilen dalgalı (managed floating) bir kur rejimi altında TL’nin sepete göre yüzde 9,5 oranında devalüe edilmiş olması TL’nin rekabetçiliğinin korunması anlamında doğru bir strateji olarak görülebilir. Böylece ocak başında gelecek ücret zamlarının TL’nin rekabetçi değeri üzerindeki etkisi bir miktar azaltılmış oluyor. Ancak bu stratejinin TÜFE’yi 2-3 puan daha yukarı ittiğini ve enflasyonun beklenenden daha geç soğuması anlamına geldiğini de vurgulamakta fayda var. Belki de bunun bilinciyle son faiz artırımının TL’ye talebi bir miktar daha artırmasından da faydalanılarak Aralık başından beri kurlar daha dalgalı ve TL’nin değer kazanması yönünde hareket ettiriliyor.
TL’nin reel olarak değerlendiği bir durumda sene başında asgari ücrete, kamu çalışanlarına ve emeklilere yapılacak olan ücret artışları daha da önem kazanmakta. Bu bağlamda öncelikle bugünkü konjonktürde ücret artışlarının senede bire indirilmesini doğru bulmuyorum. İki seferde olursa ilkinde daha düşük oranlı bir artış yapılabilir. Bu da dezenflasyonist politikaya ilk yarıyılda daha çok yardımcı olacaktır. Aksi halde, artırılan faizler sayesinde frenlenmeye başlanmış olan hanehalkı tüketim harcamalarında yeniden bir artış göreceğiz. Bu da enflasyonda yeni bir raund yaşanması ve bununla birlikte politika faizinin olması gerektiğinden daha uzun zaman yüksek seviyede tutulması demek.
Bu şartlar altında ücret artışlarının yüzde kaç olması gerektiği de yorumcuları meşgul eden bir soru. Net asgari ücret 2021’de 2 bin 826 TL idi. Bugün ise 11 bin 402 TL. Geçen süre zarfında asgari ücret yüzde 303 artarken, “resmi” enflasyondaki artış yüzde 258 olmuş. (Bu sürede, ne kadar olduğu tartışmalı olsa da “gerçek” enflasyon karşısında asgari ücretin reel olarak gerilediği yadsınamaz.) Asgari ücret ileriye dönük enflasyon beklentilerine göre hesaplanacaksa, MB’nın enflasyon tahmininin veri olarak alınması gerekiyor. MB enflasyonu sene ortasında yüzde 68, sene sonunda ise yüzde 36 olarak bekliyor. Buna göre eğer artış bir kere yapılırsa bunun yüzde 40 civarında, 2 kere yapılması durumunda ise ilk artışın yüzde 25 civarında olması gerekiyor. Yukarıda da belirttiğim gibi 2 kerede yapılması hem fiili enflasyon gelişmesi, hem de enflasyon beklentileri açısından daha doğru olacaktır.