Yeni normale hazırlık (2)
Dostum rahmetli Çetin Öner’le sohbetlerimizi özledim. Genç sayılacak bir yaşta aramızdan ayrılalı seneler geçti. Cumhuriyet’in ilk yıllarıyla ilgili bir anekdotu dün global bir şirketin Moskova’daki merkezinin başına geçen bir eski öğrencimle COVID-19 merkezli hal-hatır sohbetinde aklıma geldi. Bana bu anekdotu hatırlatan COVID-19 değil de verdiği, işiyle ilgili bir haberdi.
İşletme kısa ve orta vade gelecekte olabilecek olan koşullara hazırlık için 65 senaryo çalışması yapıyormuş. Bana onu anlattı. Okurlarım hatırlayacaklardır. İşletme yöneticilerine ‘istikbale’ hazırlık kapsamında senaryo çalışmaları yapmalarını hararetle önermiştim. Onlar hani öyle bir iki senaryo çalışması değil 65 değişik senaryo çalışması yapıyorlarmış. Bu tür çalışmaların faydalarını sonra göreceklerini söyleyerek sohbete devam ettik. Hangi senaryolarla çalıştıklarını bilmiyorum ama değişimi iç içe geçmiş sağlık-ekonomi krizleriyle hızlanan iş dünyasının senaryo fakirliği çekmeyeceğine inanıyorum. Gelecekteki kadrolarımızı gelecekteki koşullarda üretken bir şekilde çalışacak şekilde hazırlamazsak bunun sıkıntısını sadece onlar değil tüm ülke çekecektir.
Çetin’in anlattığı esprili anekdot istikbale hazırlığı ilgilendirdiği için aklıma geldi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Ülkemiz nüfusunun neredeyse %95’i okuma yazma bilmiyordu. Zaten benim yaşımdakiler hatırlarlar yıllar önce, okuma bilen ama okumayan, yazmasını öğrenmiş ama yazmayan cahiller bu kadar çok değilken, cahil okuma yazma bilmeyen kişi demekti. Neyse Cumhuriyet birçok inanılmaz girişimi arasında ‘okuma yazma seferberliğini de’ üstlendi, ülkenin dört bir tarafına öğretmenler gönderildi kurslar düzenlendi.
Köye gelen genç devrimci öğretmen köylüleri okuma yazma kursuna çekmek için köy ağasının yardımını ister. Der ki: “Ağam sen öncü olursan köylü de gelir.” Ağa razı olur. Ağa seksen yaşını geçmiş. Yanına yine seksen yaşını geçmiş bir can dostunu alır. Önde ağa, yanında can dostu arkada köylüler dershaneye giderler. Genç öğretmen tahtanın başına geçer ve alfabeyle başlar. Tahtaya A harfini yazar ve “A” diye bağırarak “Ana” der. Ağa ve köylüler arkasından tekrar ederler. B harfini yazar ve “Bal” diye bağırır. Ağa ve köylüler de bağırırlar. Bu arada ağa tütün torbasını çıkarır ve patlıcan dolması ebadında bir sigara sarar. Tam yakacakken yanında oturan can yoldaşı muziplik eder ve öğretmene “Öğretmenim sınıfta sigara içilir mi?” diye muhbirlik eder. Öğretmen “Hayır efendim içilmez. Atın o sigarayı der”. Ağa bozulur ve bir lahavle çeker ama bir şey demez. Sigarayı cebine sokar tespihini çıkarır. Can dostu gene muziplik eder ve öğretmene “Öğretmenim derste tespih çekilir mi?” diye seslenir. Öğretmen “Hayır efendim çekilmez sokun onu cebinize” diye ağayı azarlayınca ağa can yoldaşına döner ve “Benim istikbalimle oynayanın…” diyerek sinkaf çeker. Seksen yaşını geçmiş ağa bile istikbalinden endişelenebiliyorsa bu kadar belirsizliğin hâkim olduğu ortamda ‘gençlerin’ ne kadar endişeli olduğunu anlaması kolay. Gençler haklılar. Sadece bizde değil birçok ülkede gençleri ileriye iyi hazırladığımızı söylemek maalesef olası değil. Hatta hiç hazırlamadığımızı söylemek yanlış olmaz.
Önümüzdeki ‘yeni normal’ değişik bir iş gücü isteyecek. Bu zaten biliniyordu. Kimse konuda bir şey yapmadı. Şimdi yeni normal kapıda olduğu için sorun acil hale geldi. Millet hala “Bu salgın ne zaman bitecek?” sorusuyla “Ekonomiler ne zaman ‘normale’ dönecek?” endişesiyle uğraşıyor. Bazılarının cevabı var. Bazı kerameti kendinden belli uzmanlar! Sıkılmasalar tarih verecekler. Görüşler başlıca ikiye bölünmüş vaziyette. Bir kısım yazarlar “Eski hamam eski tas” olacak derken bazıları “Hiçbir şey aynı olmayacak” diyor. Bence her şey olacağı gibi olacak. “Bu ne şimdi?” diye bana saldırmadan önce ne demek istediğimi biraz açayım. İşletmecilik dünyası zaten bazı değişikliklere uğrayacaktı. Bu değişiklikler sağlık-ekonomik krizler sayesinde daha hızla gerçekleşecek. Yani, demem o ki, zaten olacak olan daha hızlı olacak ne işler ‘eski hamam eski tas’ olacak ne de her şey ‘radikal’ bir biçimde değişecek. Olacak olanlar bu kriz öncesinden de biliniyordu.
Salgın ve şimdiki ekonomik krizden önce de otomasyon ve yapay zekâ yüzünden değişen teknoloji ve iş yapma biçimleri bu işleri yapmak için gereken bilgi, beceri ve deneyimlere yeni tanımlar getirmeye başlamıştı. Krizlerden çok önce 2017 yılında yapılan bir araştırmada global iş gücünün en az %14’ünün 2030 yılına kadar iş değiştirmeye mecbur kalacağını bunun için de yeniden eğitilmelerine gerek duyulacağını saptamıştı. Yine krizden hemen önce yapılan bir başka araştırma iş verenlerin %87 gibi çarpıcı bir çoğunluğunun sahip oldukları iş gücünün artık zamanın gereklerine yetmediğini, yakın gelecekte bu durumun daha da ciddileşeceğini söylediklerini yazıyordu.
COVID-19 salgını bu sorunu daha acil bir hale getirmiş olabilir. Hepsi bu. Çalışanlar bilgi ve becerilerini yeni ortamlara göre inşa etmeye, iş verenler de bu iş gücünü yeni iş modellerinde nasıl kullanacaklarına dair çalışmalara bir an evvel başlamalıdırlar. COVID-19 krizinin hangi şekilde ve ne zaman gündemin ana maddesi olmaktan uzaklaşacağı bilinemez ama yeni iş modellerinin ortaya çıkacağı ve bunların gerektirdiği yeni bilgi ve becerilere gereksinim duyulacağı biliniyor.
Benim üzerinde durmak istediğim nokta yeni normal geldiğinde bu koşullar altında çalışacak gençlerimizin buna hazır olup olmadıkları. Üç konuda olması zaten beklenen değişiklikler bir yeni eleman profili gerektirecek. Geçtiğimiz hafta size ‘siyasi yöneticilerden’ bahsetmiş ve yeni normalde ‘teknokrat yöneticilere’ ihtiyaç olacağını ileri sürmüştüm. Bu teknokrat yöneticilerin ‘işlerini’ bilmelerinin yanı sıra başka bazı özelliklere de sahip olması gerekecek. Söz gelimi hemen aklıma gelen üç değişiklik ve bu değişikliklerin gerektireceği işletme elemanları konusuna bir bakalım:
1- Günümüzdeki sağlık ve ekonomik krizler orta ve uzun dönemde sosyal ilişkileri, olayları ve kişisel temasları etkileyecektir. Hangi ürün ve hizmetlerin bu ortama daha uygun olacağı düşünülmek gerekir. Bunu yapabilmek için işletme elemanlarının insan ilişkilerindeki değişiklikleri tanımlayabilecek ve bunların işletmenin sunum ve prosedürlerine etkilerini irdeleyebilecek bilgi ve beceriye sahip olmaları gerekir.
2- Tüketici davranışları değişecek ve bu yeni veya değiştirilmiş ürün ve hizmetlerin sunulmasını gerektirecektir. Bu durumda bazı yeni işletmeler pazar liderliğini ele geçirirlerken bazı eski liderler bu statülerini kaybedecektir. Birçok işletme kısa ve orta dönemde ciddi şekilde sarsılacak belki de yok olacaktır. Gelecek hakkındaki senaryoların bu değişecek panoramayı hesaba katması gerekir. İşletme elemanlarının ciddi şekilde değişecek Global piyasaları irdeleyebilecek bilgi ve becerilere sahip olmaları gerekir;
3- İyi idare edilen işletmeler değişiklikleri süratle tanımlayacak, ürün ve hizmetlerini buna göre gecikmeden değiştirecek örgütsel yapılar kuran ve buna uyacak işletme prosedürleri geliştirebilen işletmeler olacaklardır. Bu tür işletmeler uzaktan, yüz yüze olmayan ekipler halinde çalışma, dijital prosedürler kullanma gibi konularda gereken bilgi ve becerilere sahip olmalıdırlar.
Ben bu tür bilgi ve becerileri şimdiki eğitim sisteminin kazandıracağına emin değilim. Hatta bir adım daha ileriye gideyim: Kazandıramayacaktır. 19. yüzyıl sanayi devriminden kalma eğitim sistemi bunun için yetmek bir tarafa faydalı bile değildir. Defalarca yazdım. Eğitim sistemi reformu diye ben kendi gençliğimden bu yana kaç reform duydum okudum bilmiyorum. Kaç kere yazdım benim yaşımdaki insanlardan dijital dünyanın ve onun getirdiği ‘kendi kendine öğrenme’, ‘uzaktan çalışma’, ‘devamlı değişikliğe uyum’, ‘birbirlerini tanımayan insanlardan oluşan guruplarla çalışma’ gibi günümüzün gerçeklerine göre insan eğitecek bir sistem geliştirmelerini beklemek haksızlık olur. Ben cep telefonu denilen merete daha hala alışamadım. Alışacağım da yok. Demem o ki gençlerin istikbali önce gençlerin elinde. Benim neslimden onları önümüzdeki 30-40 yıla hazırlayacak reformlar beklerlerse daha çok beklerler.
Sadece benim yakın çevremde üniversite mezunu, iş deneyimi olan en aşağı beş genç profesyonel işsiz ve neredeyse yıllardır iş arıyorlar. İş yok. Bir iş bulsalar bile asgari ücretin az üstünde maaşlarla bir ‘istikbal’ inşa edememek endişelerini haklı görmek lazım. Sorun bize has değil. Gençlerin istikbal endişeleri haklı ve ne yazık ki onların endişelerini haklı çıkaran koşullar üzerinde fazla bir kontrolleri yok. Sizin anlayacağınız iş piyasalarında hal iyi değil, istikbal de iyiye doğru gidiş ümidi vermiyor. Bunun COVID-19 salgını ile ilgisi de fazla değil. Salgın olsa olsa olacak olanı biraz hızlandıracak hepsi o.
Gençlerin ‘istikbaliyle oynamak’ maalesef ağanın istikbaliyle oynamaya benzemiyor. Ağa zaten seksenini geçmiş. Okuma yazma öğrendikten sonra da ‘eğitimine’ devam edecek değil. Yaptıkları ve yapmadıkları arkasında. İsterse okuma yazma kursundan çıkar evine gider sigarasını tespihini çekere içer keyfine bakar. Gençler öyle değil onların sadece istikballeri var. İş bulacaklar, aş bulacaklar, eş bulacaklar.
Bazen yaşlılığa hayıflanıyorum ama bazen de iyi ki yaşlandım diyorum. Geçtiğimiz pazar eşimle lütfedilen izinden yararlanarak sokağa çıktık. Yaşlılığımda bu garip deneyimleri bize yaşatan sayın yetkililere teşekkür ederim. Bunu görmedim dediğim az şey kaldı sanıyordum yanılmışım…
Sağlıcakla kalın.