Yeni “farklı dönem”
Bu köşede temelde aynı tema üzerinden şekillenen başlıklar ile farklı içerikleri konuşmaya devam etmek istiyorum. Zira bazı şeyleri bugünden tartışmaya açmaktan zarar gelmez. Aksine, karşılaşma anındaki olası şoklar için de sindirme alanı oluşur. O nedenle ABD seçimlerinden sonraki kısım üzerine biraz daha ve bir süre daha konuşmak gayesindeyim.
Büyüme ile ağırlıklandırılmış küresel enflasyon son veriler ile birlikte yüzde 4,5 civarında yatay seyrediyor. Yakın zaman ile kıyaslandığında düşük, pandemi öncesindeki evren ile birlikte değerlendirildiğinde yüksek bir rakam. Bu konuda yüksek enflasyon süreci içerisinde birçok kez farklı sorgulamalar yaparak tartışmaya açmaya çalışmıştım. Bunlardan en öne çıkanı “yeni normal” açısından dengenin nerede oluşacağıydı. Yani, 2000 sonrasındaki dünyanın hızlanan finansal ve ticaret kanalları üzerinden şekillenen trafiği kaynaklı özellikle aralarında bizim de yer aldığımız gelişmekte olan ülkelerine oyun imkanı sunan koşullarında yapısal bir değişiklik için kırılım noktasında olup olmadığımızdı. Bu kısım hala daha netleşmiş değil. Küresel, son 20 yılda fazlasıyla çeşitli kırılımlar gerçekleştirdi. Başta Avrupa olmak üzere 90’lı yılların siyasi aklı ve derin düşünmeler sonucunda atılan adımlarından genele yayılır şekilde uzaklaşılıyor. Azalan siyasi akıl doğal olarak ülkelerin duruşlarında değişikliklere neden oluyor, attıkları adımların sonrası için hesap kitap yapma kapasitesini aşağı çekiyor. Daha net bir ifade ile konuşacak olursak, global düzenin önemli kurumlarındaki zayıflamalar, ne kritik bölgelerdeki çatışmaların önüne geçebiliyor ne de mevcut ticaret düzeninin herkesin eş zamanlı katılımı ve kazanımı ile daha fazla geliştirilmesine zemin hazırlıyor. Aksine, engelliyor da.
İkinci paragraftaki geniş, sıkıcı, ama olabildiğince derinlemesine düşünülmüş değerlendirmelerin ardından ABD seçimleri sonrası için de “basit” düşünme imkanı pek olmuyor. Tabii hikayeye sadece ABD borsalarının ne yönde ilerleyeceği, Amerikan dolarının seyri ya da BIST’in ne kadar yükselebileceği konularında son derece sıkışık bir alan içerisinde top oynamak isteği ve düşüncesinde değilseniz. Elbette bunları da gözetmek gerek ve fakat tek başına, birbirinden bağımsız yapılar olarak değerlendirmek şeklinde değil.
Kişilerin yatırım felsefeleri ile kişisel bakışları arasında önemli paralellikler söz konusudur. Detaycı insanlar genellikle analiz yapma ve tüm hatları ile konuları değerlendirme yapısına sahiptir. Öte yandan kısa vadeli yatırım stratejisi oluşturmak da yine başlı başına ayrı ve değerli bir meziyettir. Çoğunlukla yatırım vadeleri arasındaki anlaşmazlıkta net bir kazanan olmaz. Herkes, kendi tuttuğu saf nezdinde “bir şekilde” haklılık payına sahip olduğu için üzerinde uzlaşı sağlamak da kolay değildir.
ABD’nin Seçilmiş Başkanı Trump’ın seçim sürecindeki söylemleri ve bir önceki dönemindeki davranışları “sadece bu başlıklar özelinde değerlendirildiğinde” küresel yatırım ortamı açısından doğrudan ve portföy kanalları üzerinden bilinmezliklerin ve risklerin arttığı bir dönemin eşiğinde olduğumuz şeklindeki düşünceyi fazlasıyla destekliyor. Elbette sığ ve kesin yargılar ile yatırım stratejisi oluşturmaya çalışmanın hiç kimseye faydası yok. Özellikle bizler gibi masanın diğer tarafında yer alan kişilerin 2-3 belki de 5 defa düşünerek hareket etmesi ve konuşması gerekiyor. Diğer yandan ise yine önceki döneme kıyasla daha kontrollü ve bazı başlıklardan ders çıkarılmış, risklerin yine olduğu, ancak, nispeten azaldığı bir dönem de bizleri bekliyor olabilir. O vakit fazlasıyla net olan kısım, buradan ocak ayının ilk yarısına dek konuştuğumuz ve gördüklerimiz ile sonrasının en azından ilk 6 ay kısmının farklılaşma riski barındırdığı.
Kısa vadeli fiyatlamaların iyimserlikleri meşhur deyimimle “miyop riski” de barındırıyor. Atlamamak gerek. Gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmiş ülkeler açısından da portföy akımlarının ABD’de sıkışıp kaldığı, hissedilir ağırlıkla likiditenin ABD’de hareket ettiği ve dünyanın diğer kısımları için daha zorlu koşulların olabileceğini şimdilerde biraz daha fazla düşünmeli. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelere yönelik bakış açısı da zaman içerisinde farklılaşabilir. Burada siyaseten i) ABD’nin müttefikleri ii) olası tarifelerdeki ayrışmalar iii) strabilizasyon ve reel faizin korunduğu üyeler ayrışması ekseninde değerlendirme ihtimali hiç de uç bir senaryo değil. Brezilya’nın faiz artırımına gitmek zorunda kaldığı haftada Güney Afrika ise bir süre için belki de son faiz indirimi adımını attı. Türkiye, son PPK ile birlikte indirim sürecine hazırlandığı mesajını en azından bizim açımızdan fazlasıyla verdi. En riskli uç senaryoda gelişmekte olan ülkelerin belirli fon çıkışlarını sınırlamak için “istemeyerek de olsa” sıkı para politikası duruşunu korumak zorunda kalacakları bir dönem masadaki olasılıklar arasında. Elbette burada Fed’in de daha yavaş ilerlemesi ihtimali gündemdeki yerini koruyarak.