Yeni dönem, zorlayan ezberler
Bakmayın son birkaç aylık dönem içerisinde özellikle de sermaye piyasası işlemlerinden hareketle “COVID-19 sonrası dönem” üzerine yapılan tartışmaların artmış olmasına. Bana kalırsa bugünden yarına fikir yürütmenin hala daha zorlukları ortadan kalkmış değil. Öncelikle “belirsizlik” denilen kavramın katsayısı nispeten azalmış olsa da masanın üzerindeki yerini muhafaza etme durumunda değişiklik yok. Tam da bu nedenle bırakın 2021’in ekonomik görünümüne dair yorum yapmayı daha yılın ikinci yarısında ne gibi sürprizlerin bizi beklediğini bilmiyoruz.
Yazının giriş kısmından da kolaylıkla anlaşılacağı üzere belirsizlik temasının devam ettiği bir dönemdeyiz. Bir süre daha da bu iş böyle devam edecek gibi görünüyor. En azından katsayısı azalır, konuşma frekansı düşer ama bir şekilde etkisi devam eder. Bunu söylemek zor olmasa gerek.
Malumunuz olduğu üzere bu döneme “olağanüstü” tanımlaması yapıyoruz. Öyle ya bir insan ömründe global çapta pandemi tehlikesi ile karşılaşma olasılığı ne kadar yüksek olabilir ki? Maalesef oldu. Bu döneme denk geldi. Globalleşmenin bir yandan gelişme isteğini farklılaşan koşullara yeni düzen ekseninde ayak uydurarak her geçen gün artırdığı, diğer yandan ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen kurumların bizzat kurucusu niteliğindeki ABD nezdinde tahribata uğratıldığı bir döneme pandemi riski denk geldi. Doğal olarak da etki-tepki mekanizması farklı işletildi.
Çok değil 1 yıl önce mali dengelerden, borç yapılarından, bütçe açıklarının finansmanından bahsedilen ortamdan farklı bir faza geçtik. Yeni döneme dair düşüncelerime yaklaşık 1 ay önce yine bu köşede paylaştığım ‘Pandemi sonrası kalıcı ezber değişimleri’ (20 Haziran) başlıklı yazımda giriş yaparak yer vermeye çalışmıştım. Bugün temelde aynı noktadan hareketle para politikalarındaki değişimi ve gelişmekte olan ülkelerden vermek istediğim birkaç örneği ön plana çıkarmak gayretindeyim.
Konuşacağımız üç ülke var. Peru, Endonezya ve Şili. Türkiye’nin birlikte değerlendirildiği ülkeler olan Güney Afrika, Brezilya ve Rusya gibi isimlerden farklı gelmiş olabilir. Gelmesin. Hepimiz aynı ve oldukça değerli olan Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ) grubu içerisindeyiz. GOÜ üyesi olabilmek ciddi kurumsal yapı problemlerinizin yanında bir üst lige çıkmak için gösterdiğiniz çabayı ifade eder. Ya da geçmişte sergilediğiniz çabaların bugün meyvesini toplamayı. Kimi zaman da cepten harcamayı. Hikayenin bu kısmından da ayrı bir yazı konusu elbette çıkar ama bugün değineceğimiz bölüm orası değil.
Pandeminin ortaya çıkardığı hasar ciddi boyutlarda. Doğal olarak kamu kesimindeki mevcut borç yapıları ile geçmişten gelen ezberlerle bu problemin çözülmesi hem olası hem de kolay değil. Dünün “büyük günah” olarak nitelendirilen bütçeyi genişletme ve para basma hamlelerinin yanında farklı aksiyonlar da “şimdilik” devreye alınıyor. Alınmak da zorunda. Problemin başka türlü çözümü mevcutta söz konusu değil. Bir an önce enkaz kaldırma çalışmalarının hızlandırılması ve yeniden yapılanma planlarının hazırlanması gerekiyor. Öte yandan yine dünün tasarruf araçlarında da değişime gidiliyor. Daha da gidilecek ve benzer adımlar farklı noktalarda atılacak gibi duruyor.
Süreç 3 Nisan Cuma gecesi Peru ile başladı. Hükümetin karşı olmasına rağmen parlamentodan geçen karar ile özel emeklilik birikimlerinden yüzde 25 oranında sınırlanmak üzere para çekimine izin verildi. Amaç net: Kamunun yetersiz kalacağı düşünülen noktada likiditenin sağlanması. Yaklaşık 220 milyar dolarlık GSYH büyüklüğüne sahip Peru’da ne kadar tasarruf olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Ben düşünmemiştim. Yazıyı hazırlamak için araştırırken buldum; son 30 yılda 50 milyar dolar seviyesine yaklaşmış olmakla birlikte bugün itibarıyla 44 milyar dolar. Ciddi rakam değil mi? O nedenle tasarruf oranlarının yüksek olması, iç tüketimin dengeli dağılımı ve yönlendirilmesi, kredi teşviki planlaması gibi konular GOÜ grubunun hep ortak tartışma başlıkları olmuştur. Kararın yan etkileri de var; bono piyasasında yabancıların sahiplik oranı yüzde 50’den fazla. Fonlardan çıkışın limit dahilinde tamamı kullanılırsa (kişi başı 3740 dolar) hisse ve bono piyasasındaki hareketlilik toplamda 9 milyar dolar düzeyine ulaşabilir. Bu da yabancı çıkışının da tetiklenmesi senaryosunda mevcut ortamdaki son arzu olan faizlerin yükselmesine zemin hazırlar.
15 Temmuz günü Peruvari bir adım da bu kez hükümet desteği ile Şili’den geldi. Fonlardan çıkış için yüzde 10 oranında izin verilmesine yönelik parlamento oylaması yapıldı ve kabul edildi. Temmuz ayındaki halk oylamasında bu yöndeki karara destek seviyesi yüzde 83 olmuştu. 2019 sonbaharındaki sokak olaylarını da gözettiğimizde durum biraz daha netleşiyor. Burada da hakkın tamamı kullanılması durumunda 200 milyar dolarlık sistemden yaklaşık 20 milyar dolarlık çıkış olacağı hesap ediliyor. Merkez Bankası’nın yüzde 7.5 GSYH daralmasını 2020 yılında beklediği ortamda bunlar alınması hem kolay hem zor kararlar.
Son örnek Endonezya’dan. Takvim sıralaması açısından Şili’den önde olmasına rağmen konu bütünlüğü açısından sona ekledim. 40 milyar dolarlık COVID-19 hasar finansmanı için hükümet tarafından BI (Merkez Bankası)’ya yapılan çağrı 28 milyar dolarlık kısmına sıfır faizli tahvil alımı ile ortak olunması şeklinde cevap buldu. Bir nevi kamu borcu parasallaştırılmış oldu. Dünün büyük günahlarından, bugünün ise yeni normallerinden bir şahane örnek daha. Yapmasanız olmaz. Yapsanız da...
Uzun yazıyı elbette daha da genişletmek isterim ancak bana ayrılan alan doğal olarak sınırlı. Görüldüğü üzere hikaye yarının tasarruflarının çözülmesi ve para basımının normal kabul edildiği ayrı bir noktaya evrilmiş durumda. Bunlar, olağanüstü durumlara gösterilmesi gereken olağanüstü tepkiler. Ancak, bugün ile sınırlı adımlar olduğu bilinci ile. Sürecin kritik kelimesi “yol haritası”. Endonezya MB Başkanı Warjiyo “planımız var” diyor. Bu nedenle Moody’s ve S&P “izleyeceğiz” diyor.