Yeni bir ekonomi için demokrasi!
Bugün yeni bir ekonomi yaratmak için tutunmamız gereken temel kavram adalet ve elbette etrafında şekillenen demokrasi. Sandıkta oy kullanmanın çok ötesinde (ki artık algoritmalar ile bu bile manipüle edilirken) bir demokrasi anlayışı inşa etmemiz gerekiyor.
Özellikle ekonomide devlet varlığını özgürlükleri kısıtlaması sebebiyle dışarı bırakan özgürlükçü görüş ile vahşi neoliberal politikaların gölgelemesine çok alışığız. (Liberalizm uygulanışıyla bugün gerçekten özgürlük demek mi de başka bir tartışma konusu) Yeni bir ekonomik perspektifte hesap soran, kamusal refahı, sosyal inovasyonu ve girişimciliği destekleyen ekonomide aktif bir devlet ve kamu ekonomisi anlayışı görmemiz gerektiğine inanan taraftayım. Tüm bunların otokratikleşen, özgürlükleri kısıtlayan, ekonomide refahı değil baskıyı yaratan bir devlete dönüşmemesi için de hesap soran kadar hesap veren bir devlet ve demokrasiyi yaşamın her alanında uygulatabildiğimiz toplumsal dönüşümler için çalışmamız gerekiyor.
Bugün sürdürülebilirliği konuşmak, iklim krizini sonlandırmak, yoksulluk konusunda ilerleme kaydetmek istiyorsak “21. yüzyıla uygun yenilikçi demokrasiyi” her alana daha çok yaygınlaştırmamız gerekiyor.
Son bir haftadır pek çok yerde Citi Group, Goldman Sachs, Morgan Stanley gibi Küresel Finans kuruluşlarının Net-Zero Banking Alliance yani Net Sıfır Bankacılık İttifakından ayrıldığının haberlerini görüyoruz. Bu durumun özellikle Trump sonrası bir konumlanma olduğuna dair pek çok değerlendirme ve yorumla birlikte şu soru oldukça kritik: Demokratik yollarla seçilen bir lider ve politikaları küresel demokrasiyi yok ediyorsa demokrasinin varlığından bahsedebilir miyiz veya demokrasi gerçekten işliyor diyebilir miyiz? Trump’ın iklim politikaları ile ilgili tutumu tüm dünyanın ve uzmanların umutlarını yok ediyor. İşte tam da burada iklim krizi dünden daha da çok bugün çevresel bir krizin ötesinde bir demokrasi ve adalet krizi. Hem nesiller arası, hem bölgeler ve halklar arası koca bir eşitsizlik meselesi gittikçe körükleniyor. Demokratik yolla seçildiği öne sürülen (gündemimizde olan algoritma manipülasyonlarına işaret ediyorum) veya gerçekten de müdahalesiz - manipülasyonsuz bir şekilde seçilen bir liderin kararları ve politik duruşu, buna bağlı özel sektörün aldığı konum, çevresel krizleri tetikliyor ve yoksul ülkelerdeki ölümleri artırıp gelecek için de durumu daha kalabalık gruplar ve canlılar için felakete sürüklüyorsa sanırım hep birlikte küresel alanda demokrasinin sadece bir kelimeden ibaret olduğunu kabullenmeliyiz.
Tüm bunlarla birlikte son Meta gelişmelerini de görünce çağımızın en büyük krizlerinden olan algoritma manipülasyonlarına karşı dönüşüm adımlarından tıpkı iklim krizinde de olduğu gibi geri tepmeler olduğunu ve Trump’a yönelik bir konumlanma olduğunu görüyoruz. Yani aynı soru yeniden gündeme geliyor: Demokrasiyle seçilmiş bir lider yeni kamusal alanlarımızda alenen adaleti ve özgürlüğü öldürüyorsa demokrasiden bahsetmek mümkün mü? Geçtiğimiz haftalarda sevgili Akan Abdula’nın Linkedin’de bir yorumu beni daha da çok düşündürdü: “Bu, kişiselleştirmeden çok bir yankı odası yaratma haline dönüşebilir. Ama bu sefer odada bir topluluk bile yok—sadece sen varsın ve yapay zekân. 20 yıl boyunca yankı odalarının toplumsal etkilerini kavramaya çalışırken, şimdi yepyeni bir fenomenle karşı karşıyayız: İki kişilik yankı odaları. Daha doğrusu tek kişilik yankı odası”
Yeni Kamusal Alanlarımız uzun süredir medya araçlarıyken Twitter X duvarımız yeni meydanlarımıza dönüşmüş, Instagram ve Tiktok yeni bir ilişkilenme alanıyken algoritmaların yaratacağı demokratikleşme kayıpları üzerine daha çok düşünmemiz gerekiyor. Geçmişte yankılanan “bilgi güçtür” sloganlarının evriminde gücün nereye nasıl geçtiğini görmemiz gerekiyor.
Levent Erden 2021 yılından bir Oksijen Gazetesi yazısında “Teknolojinin getirdiği olanaklar hayatın her alanına yayıldıkça, algoritmalar da ‘düzeni’ sağlamaya başladı. Prosedürü adım adım tanımlar oldu. Yönetim biçimine dönüşüyorlar.” demişti ve “Şeffaf ve hesap verebilir olamayan Algoritmokrasi bundan sonra epey bir süre dünyanın geçerli yönetim biçimi olmaya adaydır. Uluslarüstü yapıların vakti geldi” diye eklemişti. Peki ya bu ne kadar gündemimizde? Geçtiğimiz günlerde duvarlar ve sınırlar yazımda da bahsetmek istediğim tam buydu. Yaşamın problemleri sürdürülebilirlik çatısı altında toplanan problemleri ve daha da önemlisi çözümler bugün konuştuğumuz yerden çok başka bir yerde. Konuşulan ile olan arasında kalın duvarlar ve görülmeyen sınırlar var. 2025’te bu meseleler üzerine daha çok düşünmeye ve küresel talepler oluşturmaya başlamazsak iklim krizi, yoksulluk, kutuplaşma gibi küresel krizlere çözüm üretmemiz gittikçe imkansız hale gelecek. Sürdürülebilirlik demek sosyal etki demek istiyorsak demokrasiyi daha çok düşünmek zorundayız. Demokrasiyi daha çok düşünmek için de sandıktan fazlasını…