Yeni bir dehşet dengesi mi?
Bu günlerde bir tür Soğuk Savaş’ın geri döndüğünden sık söz ediliyor. Geçen haftaki mülakatımızda, 23 Haziran’da İngiliz donanmasına ait bir geminin Rus hava kuvvetleri ile karşı karşıya gelmesini değerlendirmeye çalışmıştık. Ardından 30 Haziran günü, Monterey, Kaliforniya’daki James Martin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Araştırmaları Merkezi, Çin’in kıtalararası füzeleri depolayabileceği 118 silo inşa ettiğini saptadığını açıkladı. Çin’in nükleer stoklarının ABD ve Rusya’ya kıyasla daha sınırlı olduğu biliniyor ama bu son tespit Komünist yönetimin durumu değiştirebileceğine işaret ediyor. Uluslararası siyaset uzmanımıza göre, bunda şaşılacak bir şey yok. Çin küresel düzenin tepesinde yerini sağlamlaştırmaya çalışırken, sıranın nükleer silahlara gelmesi önlenemezdi. Karşımızdaki soru, bu gelişmenin küresel istikrar açısından ne anlama geldiğidir. Yeni bir nükleer yarıştan endişelenmeli miyiz?
ABD ile nükleer denklik tesis etmesi Çin açısından ne anlama gelmektedir?
İsterseniz Karşılıklı Kesin Mahvetme kavramı ile başlayalım. Buradaki mantık şudur: Eğer tarafl ardan biri nükleer bir saldırı başlatıp karşı tarafın nükleer gücünün bir bölümünü imha etse dahi, saldırıya muhatap olan tarafın elinde kalan stoklar saldırıyı başlatana da kabul edemeyeceği seviyede zarar vermeye yetecektir. Bu şartı gerçekleştirmenin yolu ise yeterli sayıda nükleer silaha ve taşıyıcıya sahip olmaktır çünkü ancak o zaman bir miktar füze hasmın füzesavar sistemlerini aşarak hedefl erine varacak ve büyük bir yıkıma yol açacaklardır. Çinin şu andaki stoklarının muhtemelen Amerika’yı caydıracak düzeye ulaşmadığı düşünülmektedir.
Kanaatimce, Çin gibi yükselişte olan bir ülkenin stratejik düşüncesini anlamamıza daha ince bir caydırma anlayışı yardımcı olacaktır. Soğuk Savaş sırasında düşük düzeydeki çatışmaların tırmanarak nükleer düzeye varmasından korkulurdu. Bu korku, uzmanların “salamı dilimleme” taktikleri diye isimlendirdikleri bir yönteme başvurmalarının da yolunu açmıştı. Bu yöntemde tarafl ardan biri, hiçbiri kendi başına ciddi bir tırmanma tehlikesi yaratmayan provokatif girişimlerde bulunuyordu. Ancak, bu tahrikkar adımları üst üste eklendiğinde, daha kapsamlı bir hedefin gerçekleştirilemesine dönük adımları oluşturması söz konusuydu. Tam nükleer denklik kurmak, Çin’in salamı dilimleme taktiklerine daha rahat yönelmesinin önünü açacaktır. Biz zaten Çin'in şu anda Güney Çin Denizinde ve Pasifik Okyanusunda denetledikleri ve nüfuz sahibi oldukları alanları genişletmek için muhtelif girişimlerde bulunduğunu gözlüyoruz. ABD ve bazı bölge ülkeleri bu konuda endişelerini ifade ettiler. Şayet tam nükleer denklik kurulacak olursa, Çin bölgedeki dengeleri kendi lehine etkilemek için daha da cüretkar adımlar atabilecektir.
Bizim kuşaktan olanlar Soğuk Savaş sırasında dünyanın ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak bir kıyamet saatinin tıkırtılarını duyarak yaşadılar. Sonradan Soğuk Savaşın sona ermesiyle bu saatin durduğuna da şahit olduk. Şimdi saatin tekrar çalışmaya başlamasından ne kadar endişe duymalıyız?
Konuya iki ayrı açıdan yaklaşabiliriz. Daha mükemmel silahların geliştirilmesi ve silah stoklarının yükselmesinin dünyanın varlığına karşı büyük ve ciddi bir tehdit oluşturduğu aşikardır. Fakat, bu gelişmeler çok yıkıcı sonuçlar doğurabilecekleri için, denetlenmeleri ve kullanılmamaları için gereken önlemler üzerinde de sürekli çalışılmaktadır. Tüm tarafl ar eşitlik durumunun bir kaza veya amaçlanmayan bir tırmanma yoluyla nükleer bir kıyamet gününe dönüşmemesi için duyarlılık göstermektedir. Böylece, bir yandan tehlike artarken, diğer yandan tehlikeyi savmak için etkin tedbirler alma gayretleri de artmaktadır.
Yine de kazalar olabiliyor. Şu sıralarda, Çin’den ziyade, siyasi ortamı pek karışık olan Amerika bir endişe kaynağı oluşturuyormuş gibi görünüyor. Amerika’nın sorumlu davrncağından emin olabilir miyiz?
Sanıyorum işaret etmek istediğiniz gerçek, Donald Trump’ın Amerikan dış politikasının yapımı ve uygulanmasının kurumsallaşmış yapısını çok zayıfl atmış olduğudur. Üstelik bir Trump benzerinin veya bizzat kendisinin tekrar iktidar dönerek, Soğuk Savaş sırasında bizi nükleer bir felaketten koruyan güvenlik ortamını aşındırmayacağının da bir güvencesi yok.
Dış siyaset camialarının aksi yönde görüş ve telkinlerine rağmen, bir Amerikan liderinin çatışmacılığa yönelmesi mümkündür ama benim daha derin bir endişem var. Amerikayı yöneten şahsın kişisel psikolojisi ve siyasetin yapıldığı kurumsal ortamın kötüleşmesi bir yana, ben tarihi bir gerçeğin tekerrür edebileceğinden korkuyorum: Gücü ve uluslararası konumu gerilemeye başlayan devletler, kolaylıkla irrasyonel davranışlara yönelebiliyorlar. Beni düşündüren Donald Trump veya onun benzerleri değil, fakat Trump gibi birisini dünyanın en güçlü devletinin başına getirebilen Amerika’nın gerileme süreci. Bu türden bir irrasyonelliğin özellikle nükleer silahlara sahip bir ülkeye egemen olması, gerçekten de dünyanın başını belaya sokabilir.