Yemde dışa bağımlılık tuzağı 60 yıldır sürüyor
Et, süt, yumurta üreticilerinin en önemli sorunu, yem fiyatlarındaki yüksek artışlar. Hayvancılıkta üretim maliyetinin yüzde 50-60’ını oluşturan yem fiyatları neden kontrol edilemiyor?
Türkiye karma yemde kullandığı hammaddeler bakımından yüzde 50’nin üzerinde dışa bağımlı. Ürettiği tarım ürünleri hem gıdaya hem hayvan yemine yetmiyor. Üretimi artırmak yerine ithalat yapılıyor. Hem de öyle az buz bir ithalat değil.
Türkiye Yem Sanayicileri Birliği’nin verilerine göre, 2019 yılında 13 milyon 123 bin ton yem hammaddesi ithalatı yapan Türkiye, bunun için 4 milyar 818 milyon 598 bin dolar ödedi. Türkiye’nin toplam tarım ürünleri ithalatının yaklaşık üçte birini oluşturuyor.
İthalat rakamlarını verince hemen birileri çıkıp “ithal ediyoruz ama bunu işleyip ihraç ediyoruz” diyor. Yazdığımız her yazıda, yaptığımız her konuşmada ithalat verileri ile birlikte ihracat verilerini de veriyoruz. Keşke Tarım ve Orman bakanlığı, hükümet yetkilileri dahil herkes aynı hassasiyeti gösterse. Onlar genellikle ihracat verilerini verir, ithalatı görmezden geliri. 2019 yılında Türkiye’nin yem hammaddeleri ihracatı 1 milyon 523 bin ton oldu. Elde edilen döviz ise 989 milyon 54 bin dolar.
Buğday, arpa, mısır, pamuk ve pancarın önemi
Sadece, genetiği değiştirilmiş (GDO) soya ithalatına ödediğimiz döviz yaptığımız toplam yem hammaddesi ihracatından daha fazla.
Yem üretimini artırmak sadece, yonca, fiğ, korunga gibi kaba yemlerin üretimi anlaşılıyor. Bu ürünlerin ekim alanlarında az da olsa artış var.
Fakat, yılda 25 milyon tona yakın üretime ulaşan karma yem hammaddelerinin temini için hububat, bakliyat, yağlı tohumlar üretiminizi artırmanız gerekiyor. Bunun için, hububat, bakliyat ve yağlı tohumlar politikasını belirlerken ve uygularken çok yönlü düşünmemiz gerekiyor. Buğdayı sadece un ve makarna olarak görmemeliyiz, Mısırı sadece gıda ve bitkisel yağ sanayi için üretmemeliyiz. Pamuğu sadece tekstil için değil hayvancılığı da düşünerek üretmek zorundayız. Aynı şey şeker pancarı için de geçerli.
Türkiye, 2019 yılında yem için 459 bin ton arpa, 3 milyon 600 bin ton mısır ithalatı olmak üzere 4 milyon ton ithalat yaptı. Bunun için ödenen döviz 777 milyon 261 bin dolar.
Sadece mısır ithalatı yapmıyoruz mısırın türevleri de ithal ediliyor. Mısır kepeği, kavuz ve diğer kalıntıları, mısır gluteni ve mısır özü küspesi, mısır nişastası ve diğer imalat artıkları, mısır grizi. Mısır kepeği ve türevleri ithalatı toplam 300 bin tonu buluyor ve bunun için ödenen döviz de 60 milyon dolar civarında.
Soya yemeyen hayvan et, süt, yumurta vermez algısı var
Yağlı tohumları bitkisel yağ sektöründe, yem sanayinde ve gıdada kullanıyoruz. Üretim yetersiz olduğu için en fazla dövizi de bu ürünlere ödüyoruz.
Türkiye, soya ihtiyacının yaklaşık yüzde 95’ini ithalatla karşılıyor. Bu nedenle çok can yakıcı bir fatura ödeniyor. 2019 yılında 2 milyon 636 bin 796 ton soya fasulyesi ithalatı yapıldı. Değeri 988 milyon 83 bin dolar. Ayrıca 729 bin 807 ton soya küspesi ithalatı için 270 milyon 625 bin dolar ödendi. Bu yılın ilk 7 aylık döneminde yapılan soya ithalatı 1 milyon 986 bin ton ve ödenen döviz de 738 milyon dolar.
Türkiye’de öyle bir yapı kurulmuş ki, soya olmadan hayvanlar beslenemez. Soya tüketmeyen hayvandan et, süt, yumurta alınamaz algısı var. Bu algı yeni değil. Amerika Birleşik Devletleri en çok ürettiği ürünlerden biri olan soyayı dünyaya pazarlamak için Soya Üreticileri Birliği aracılığıyla çalışmalar başlattı. 1950’li yılların sonunda Türkiye’de soya tüketimini artırmak için birçok yayın yapıldı. Türkiye, Amerika>dan hayvan ithal eden ve o hayvanları da soya ile besleyen bir ülke konumuna getirildi.
Avustralya bu tuzaktan nasıl kurtuldu?
Bundan iki yıl önce Avustralya’da ziyaret ettiğimiz Ellinbank Ulusal Süt Araştırma Merkezi’nde Araştırma Direktörü Dr. Joe Jacobs, Amerika’nın bu tuzağını şu sözlerle anlatmıştı: “Hayvancılıkta özellikle son 15 yıldan bu yana genetik seleksiyonumuzu kendimiz yapıyoruz. Öncesinde genetik materyali, damızlıkları ithal ediyorduk. Birçok ülke gibi Amerikan genetiğini kullanma tuzağına düşmüştük. Amerikan genetiğinin en önemli özelliği yüksek üretim, düşük protein, düşük yağ, düşük kalite demek. Bu bir tuzak. Yağ ve proteine göre süt parası ödenince bu işlemedi. Ayrıca ciddi bir nakliye maliyeti getiriyordu. Amerikan sistemi ile verim düştü. Ayrıca meraya dayalı değil, yeme dayalı bir sistemdi. Yani size hayvanı satıyorlar, yemini satıyorlar ve bir bağımlılık oluşuyor. Biz bundan vazgeçerek kendi genetik kaynağımızı oluşturduk. Ülke koşullarına uygun, mera hayvancılığına dayalı bir yapı bu.”
Türkiye, bu tuzaktan 60 yıldır kurtulamadı. Hayvanı ithal ediyoruz, yedireceğimiz yemi de ithal ediyoruz. Üretici yemin pahalı, et, süt ve yumurtanın ucuz olmasından yakınıyor. Devletin milyar dolarları dışarıya akıtılıyor.
Kepeğe 277 milyon dolar
Tek başına soya veya mısır değil, diğer ürünlerde de dışa bağımlılık var. 2019 yılında Türkiye’nin toplam kepek ithalatı 1 milyon 605 bin 895 ton. Kepeğe ödenen döviz 277 milyon 630 bin dolar.
Ayçiçeği üretimimiz yetersiz olduğu için ayçiçeği ithal ediyoruz. Eskiden ayçiçeğini çekirdek olarak ithal ediyorduk. Çekirdeği kırıp yağ elde ederken posasından küspe elde ederdik. Şimdi satıcı ülkeler uyandı. Çekirdek olarak ihraç etmek yerine, çekirdeği kırıp ham yağı ayrı, küspeyi ayrı satmaya başladılar. Türkiye’nin 2019 yılında ayçiçeği ve türevlerine ödediği döviz 1 milyar doların üzerinde. Yem için ithal edilen ayçiçeği tohum küspesi 1 milyon 79 bin ton. Ödenen döviz 242 milyon 828 bin dolar.
Özetle, Türkiye tarım politikalarını oluştururken öncelikle kendi üretebileceği ürünleri maksimum seviyede üretmesi ve bu ürünlerden çok yönlü olarak yararlanmayı hedeflemeli. İthalat kolaycılığından kaçınmalı. Tuzaklara düşmemeli. Bugüne kadar düştüğü tuzaklardan da bir an önce kurtulmalı.