Yazıyoruz, çiziyoruz da…
Yazılarımda uzun zamandır, ısrarla “Güven” konusunun her platformda olduğu kadar, belki de daha fazlasıyla ekonomide önemli olduğunu vurguluyorum. Bu vurgulamaya usanmadan devam edeceğim, çünkü güven; şart.
Günlük ekonomi yorumlarında, yazılarda, diğer iletişim birimlerinde; saygın iktisatçılar, okul ağabeylerim, değerli hocalarım, akademisyenler, arkadaşlarım, meslektaşlarım ve naçizane ben, neredeyse her gün ekonomiye ilişkin son derece değerli bilgiler veriyor, görüşler bildiriyor, genelde uyarıları en net biçimlerde yapıyoruz.
İktisat eğitimi almamış olmakla beraber ekonomiye ilgi duyan, ekonomi yazılarını ve kitaplarını okuyan herkes, son yıllarda gerçekten birer makro ekonomi okur-yazarı oldular. Bundan tabii ki hiç şikâyetim yok, hatta bu ilgiye, iktisatçılar olarak keşke daha önceki yıllarda mazhar olsaydık diye de düşündüğüm oluyor.
Son birkaç aydır bu konuları artık heyecanla takip etmediğimi, TCMB PPK PF oranı ilanını eskisi kadar heyecan ve merakla beklemiyorum. Tabii ki takip ediyorum, ama merak ve o eski ilgiyle değil.
Artık enflasyon oranı, TÜFE, ÜFE ve diğer güncel, yaşamın tam da içinde olan ekonomi konularının ülkemizdeki gelişmeleri bende o eski heyecanı yaratamıyor. Benzer şekilde yeni icat edilen KKMH gibi uygulamalar da bir beklenti yaratmadığı gibi, bunların ekonomiye verdikleri zararları da hesaplamak daha da karamsarlık oluşturuyor.
Tek taraflı hazırlanmış yeni bir ekonomi planı da beklemiyorum.
Evet, enflasyon da var, işsizlik de. TÜFE ile ÜFE arası makas halâ açık, emisyon hacmi de yüksek. CDS bugünlerde 700’lerde, 5 yıllık CDS de 677’lerde… Buna karşılık her ülkeyle SWAP anlaşması yapılmaya çalışılsa da başta CDS olmak üzere buna pek olanak tanınmıyor. IMF ile görüşülüyor mu, bilemiyorum… Yapısal reform yapmaktan tek anlaşılanın kabinede bazı bakanların değiştirilmesi olarak anlaşılmaması gerektiğine inanıyorum, ama öyle de olmuyor…
Yüksek kur, düşük faiz politikası enflasyonun artmasına engel olamıyor, çünkü böyle bir etkileşim iktisat disiplini içinde kabul görmüş bir ilişki değil. Yok böyle bir şey…
Bu; esasen karamsarlık da değil, umutsuzluk da değil…
Bir nevi, bir tükenmişlik sendromu diyebilir miyiz?
Ekonomide böyle bir tanımlama da yok. Ama bakıyorsunuz resmi kurumlarımızda da bu geçerli olmuş.
Hem de epeydir…
TCMB yıllık enflasyon oranı hedefi %5…
Bugün itibariyle gerçekleşen aylık bazda enflasyon oranının yıllık tahmini oranı %61…
Henüz TCMB bu hedefi bile revize etmemiş…
Devletin resmî kurumları ile diğer özel çalışma birimlerinin arasında enflasyon oranı konusunda bir yakınlaşma olmadığı gibi, giderek açılan bir farklılık da var.
Oysa ülke aynı ülke, ekonomi aynı ekonomi…
Neredeyse birçok yazımda akademisyenlerden, arkadaşlarımdan, hocalarımın kurduğu ENAG çalışma ekibinin çok geniş kapsamlı ve çoklu bir sepet üzerinden enflasyon hesabı yaptıklarını, politika etkisine girmeden bu çalışmalarını paylaştıklarını biliyorum. Bu nedenle de çalışmalarımda ENAG verilerini takip ediyorum.
TÜİK enflasyon oranı, daha sonra ENAG enflasyon oranı…
Tamam da…
Bir de hepimizin birer birey olarak, hayatın tam içinde yaşamakta olduğumuz enflasyon oranı varken, artık enflasyon üzerine an itibariyle daha fazla yazmanın ve tartışmanın gerekliliğine inanamıyorum.
Benzer şekilde hiperenflasyona giriyoruz gibi başlıklar da ilgi çekici gelmiyor. Kaç ay önce yazdım; evet hiperenflasyona doğru hızla gidiyorduk, artık bilimsel anlamda da tam olarak hiperenflasyon içinde bulunmaktayız. Aylık bazda TÜFE %50 + oldu…
Ekonomiye ilişkin, özellikle güncellik niteliği ağır olan yazılarımı hazırlarken; yerli ve yabancı kaynakları okuyorum, notlar alıyorum, izliyorum. Bizim kaynaklara bakınca daha halâ konunun özüne ulaşamadığımızı görmek beni gerçekten endişelendiriyor.
Konu; asgari ücrete yapılan zam oranı, yoksulluk sınırı, sefalet grafiği olmanın ötesinde…
Bayram ikramiyesi ne olmalı sorusunu da geçti toplumun bazı kesimleri; emekliler gibi…
Fiyat denetimi, sabit fiyat uygulaması değil de para politikası yapmanın zamanı…
Bu endişelerimi paylaşarak insanlara karamsarlık vermek, umutsuzluk yaratmak istemiyorum ama endişelerim var…
Bu endişelerin demokrasi içinde, ekonomi kurallarının gerekli gördüğü biçimde giderilmesi, güven unsurunun yeniden oluşturulması ile çözümlenebileceğini de biliyorum.
Ama artık ülkemizde iktidarı ile, muhalefeti ile en azından teknik kadrolarının çözüm için bir araya gelmeleri, birbirlerini dinlemelerini, karşılıklı olarak konuşma yöntemiyle birbirlerini ikna etmelerini, çözüm önerilerini kamuoyuyla paylaşmalarını ve partiler arası görüş farkı gözetmeden, yararlı olanı kamu yararına uygulamalarını bekliyorum…
Esasen bunu; seçenler, seçilenlerden bekliyorlar…
Konu sen haklısın / ben haklıyım ya da o haklı sınırlarının çoktan dışına taştı…
Konu ortak…
Konu ülke Ekonomisi…
Konu ülke iflasının (Ekonomik) önlenmesi…
Konu insanlarımızın mutluluğu…
Ve zaman…
Hızla, hem de büyük bir hızla akıyor…
“En iyi günümüz bugün” demek gibi veciz sözler, doğru da olsalar artık pek anlamlı gelmiyor bana… Diyorum ya; Heyecan vermiyor, beklenti de yaratamıyor…
Çözüm zamanı, ortak aklın getireceği çözümlerin demokrasi içinde, iktisat disiplininin öğretisi içinde uygulamanın zamanı…
Yazdıklarım, romantik bir yaklaşım olarak algılanmamalı, yaşamsal bir gereklilik olarak anlaşılmalı…