Yazı insanı: 60 yıl + 1 gün sonra

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ



Bugün, içinde var olduğum toplumum ve insanlık için yaratmak istediğim sonuca ulaştıracak yol olarak seçtiğim “yazı insanlığı” serüvenimin 60 yıl + 1’inci günü.

Büyük usta Çetin Altan “yazar” ve “yazı insanı” ayrımı yapardı: “Yazar, yazdıklarına yazı tadı veren, edebi yazı çeşitlerinden birinde ya da birkaçında ilerleyendi. Yazı insanı, bildiklerini yazarak paylaşan.”

Öğrendiklerimi, bildiklerimi, doğrularımı, yanlışlarımı, yaşam içinde ne varsa hepsini “yazıyla anlatma” yolunu seçmemi nelerin etkilediğini kendime sorarım: Seçimimi, kimi zaman doğup büyüdüğüm köyün yoksulluğuna olan tepkiyle açıklarım. Babamın okumakla yoksulluktan kurtuluşu özleştiren vazgeçilmez idealinin etkisi olduğunu düşürüm. İkinci Dünya Savaşı ve bitişine denk gelen çocukluk ve gençlik yıllarımızda oluşan zamanın ruhunun seçim yapmamı etkilediği değerlendirmesini yaparım.

Yerelde, ülke ölçeğinde, küresel düzlemde iç ve dış koşulların ürettiği “zamanın ruhu baskın bir dil oluşturduğunda”, bireysel arayışımıza uygun düşen “anlatma yolunu” zihninizde meşrulaştırarak yola koyuluruz.

Yaşamımıza anlam katacağını düşündüğümüz yolu keşfedince, içsel sezimizin dürtüsüyle, dıştan gelen seslerin özendirmesiyle doğru yolda olduğumuza kendimizi ikna ederiz ve yolculuğumuz başlar.

Vazgeçilmez idealimiz ve yaratmak istediğimiz sonuçların biçimlendirdiği vizyonumuzu tek başına hayata taşıyamayacağımızı fark ettiğimizde, kendimize yakın bulduklarımızın kervanına katılır; ittifaklar oluşturur, yaratmak istediğimiz sonuca bizi götüreceğine kendimizi ikna ettiğimiz “ortak dili” benimseriz.

Ortak dili benimsemenin bir adım ötesinde, düşüncelerin, toplumların ve insanlığın evrimini birlikte yaşar, birlikte ilerleyebilir ya da gerileyebiliriz. Birlikte olduğumuz toplulukta paylaşmayı öğrenir; rekabeti deneyimler, önyargılarımızı kırar ve değişimin gerekliliğini de kavrayabiliriz.

İlkyazının çağrısı

Yazı insanlığı yolculuğum, Tokat’ ta Fethi Günesen’in çıkardığı SABAH POSTASI gazetesinde 6 Mart 1964’de başladı: İlkyazım, “Köyün Uyanması” başlığını taşıyordu.

Kupürünü paylaştığım ilkyazının bir paragrafına geri dönelim; 60 yıl+1 gün önce daha 21 yaşını yeni doldurmuş öğretmen adayının, bir köy çocuğunun söylediklerine kulak verelim:

“Bugün kullanılan metot da şudur: Gerçekleri gün ışığına seren, toplumu uyarmaya çalışan her aydına çamur atmak. O’ nu toplumdan uzaklaştırmak, birtakım kutsal kavramların ardına gizlenip, hırsızlığa devam etmek. İşte bu düşüncenin zamanla aklını başına toplamasını bilemediğimiz için bugün acısını çekiyoruz.”

İlk yazıdan bugüne, aynı dili kullanan kaç yazı yazdığımı bilemiyorum. Koca bir ömür verdiğim yazı insanlığının yaratmak istediği sonuca ulaşıp ulaşamadığına ayna tuttuğumda, zamanın ruhunu iyi okuyamadığımız ve değişmeler karşısında gerekli uyumu gösteremediğimiz değerlendirmesine ulaşıyorum. Değerlendirmelerim beni toplum olarak “yeni bir dil seçmeliyiz” ihtiyacına götürüyor.

Yeni bir dil seçmeliyiz

Mevlana’yı alıcı bir ruhla dinleyelim : “ Her gün bir yere gitmek ne güzel/ Her gün bir yere konmak ne iyi/ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş/ Dünle beraber gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”.

Seçeceğimiz dil, geleceğimizi güven altına almanın ya da alamamamın tercihidir.

Tarihçi Bernard Lewis, “İslam’ın Sosyal Dili” adlı eserinde, Arapça konuşan toplumlarda dil konusuna verilen önemi anlatır. Ünlü tarihçiye göre, Arapça çok zengin bir dildir. Arapça konuşanlar duygu ve düşüncelerini açıklarken, söylediklerinin gerçeği yansıttığından hiç kuşku duymazlar; retorik gerçeğin yerini alır. Kim daha çarpıcı, şiirsel ve dramatik biçimde konuşursa kitleleri ikna ederse o başarmış sayılır.

Bizim toplumumuzda dil konusuna nasıl baktığını İlber Ortaylı’nın yorumundan izleyelim: Biz dile kriko gözüyle bakıyoruz. İşimizi çözecek, para kazandıracak araç gibi görüyoruz. Dil başka kültürlerin kavranmasının ve içselleştirilmesinin temel aracıdır. Başka kültürleri kavrayacak dilleri bilmeyen kültürleri de kavrayamaz, özümseyemez ve içselleştiremez. Kültürler içselleştirilmediği zaman tek seslik, tek tip düşünce peşinde olan kasaba kültürü hâkim olur; gelişmenin ve ilerlemeyi engeller; vasatlığı yaygınlaştırır.

Bugün dünyanın her yerindeki insanları derinden etkileyen, kaygılarını ve korkularını çığ gibi büyüten bilinmezlikler ortamında her zamankinden daha çok kendimizi bilmeye, kendimizle başa çıkmaya, içimize yolculuk yapmaya, iç sesimizi dinlemeye, büyük güç içeride yaratılır ilkesini yaşama taşımaya ve birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var.

Mesafeleri ayarlamalıyız

Kendimize biçtiğimiz değerlerden oluşan “kimliğimiz” ya da “benlik duygumuz” mesafe ayarlarımızı belirler: Bugün ile gelecek arasındaki “zamansal mesafeleri”, buralarla uzaklar arasındaki “mekânsal mesafeleri”, yakınımızda ve uzaklardaki başka insanlarla ilişkilerimizi belirleyen “sosyal mesafeleri”, düşlediğimiz ve düşündüklerimiz ile yapabildiklerimiz arasındaki “deneysel mesafeleri” daha da önemlisi kendi iç sesimizle dış ses arasındaki dengelerin etkilediği “psikolojik mesafeleri” ayarlamamızı sağlayan dilimiz, yaşam biçimlerimiz ve yaşam tarzlarımızı da belirliyor.

Aşırı ve noksan değerlendirmenin “olumsuzluk” üreten tuzaklarını düşmemek için kendimizi ve başkalarını uyarmak için 60 yıldır yazıyoruz. Yazmanın içimizi kazmak olduğunu biliyor; içimizi kazmadan benliğimizin üretken ve verimli olamayacağına inanıyoruz.

Yazı insanlığı için harcadığımız 60 yılda belgelediğimiz düşüncelerin büyük bir bölümünün altına bugün de imza atabileceğimizi düşünüyoruz. Düşündüklerimiz bir yanıyla sevincimizi artırırken, öte yanıyla da korkularımı büyütüyor. Benliğimizin temeli olan iç tutarlılık ne nedenli gurur vericiyse, 60 yıl önce yazılanların altına imza atacak bir ortam ve iklimin geçerliliği de o denli sorgulamaya açıktır. Sürmekte olan ortam ve iklim değişim, dönüşüm ve uyum göstermenin kanıtı olabilir; kaygı ve korulara da kaynaklık eder. Kaygı ve korkularımız azaltmak için tek tek bireysel tutarlılıklarımızın yeterli olmadığını, kolektif akıl, kolektif çare üretme konusunda önümüzde uzun bir yol olduğunu biliyoruz.

Yazı insanlığı tercihini yaparak yola koyulduğumuz 60 yıl + 1 gün önce paylaştığımız iletişim ve etkileşim metodu bugün de geçerliliğini koruyor. Önce kendimize, sonra da birbirimize sormalıyız: Ne yapmalı?

Sorunun yanıtı çok açık: Yolculuğumuza kararlılıkla devam etmeliyiz. Kendimize yatırım yapmak için gerekli emek ve zamanı ayırmalıyız. Özverilerimizi eksik etmemeli, vizyonlarımızı yenilemeli, adanmışlığımızı derinleştirmeliyiz. İçsel motivasyonlarımızın beslediği; içten dışa doğru çözen ve yeniden ören anlayışımızı, bizden bir adım önde olanları aşma kararlılığımızı, paylaşmayı pekiştirmeliyiz. Statükonun, tabuların, gelenek taassubunun kırılmasına, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insanımızın yaşamını kolaylaştırıcı gelişmelerin desteklenmesine karınca kararınca katkı yaparak ilerlemeliyiz.

Aklımızın “çare üretmek” için var olduğunu asla unutmamalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar