Yataktan düşüldüğü an mı?
Son bir aydır finans medyasının bir numaralı konusu ABD getirilerinde yaşanan yükselişler. ABD’nin yılı yüzde 2.5 daralarak kapattığı (negatif büyüme veya eksi büyüme ne demek???) 2020 yılında ABD 10 yıllıkları ağırlıklı yüzde 0.60 – 0.90 aralığında seyretti. 2021 için ABD büyüme beklentileri yüzde 4.5 ile yüzde 6.0 arası değişirken Çin için de yüzde 8 ile yüzde 10 rakamlarını telaffuz ediyoruz. Böyle bir ortamda doğal olarak getirilerin 2020 seviyesinde kalması beklenemez. Ve elbette başka dinamiklerin de devreye girdiğini görüyoruz. Yatırımcıların kısa vadeli tahvilleri roll ederek değil doğrudan uzun vadeli tahvil tercih etmesini sağlayan vade primi geride bıraktığımız yıllarda eksi seviyelerde seyrediyordu. Son bir ay içinden ise eksiden artık yüzde 0.30’a çıktığını gördük. Dahası büyüme beklentilerine paralel olarak enflasyon beklentileri de artıyor. Ancak maalesef tüketim bazlı bir enflasyon riskinden ziyade, ki tüketici fiyat endeksleri çok hızlı bir şekilde yüzde 2 seviyesine ve hatta üzerine çıkacak ama kalabilecek mi belli değil, maliyet enflasyonu riski ile karşı karşıyayız. Enflasyon görüntüsünde yaşanan bozulma ve ekonomik toparlanma Fed’e yönelik faiz artışı beklentilerinde de değişikliğe neden oluyor. 2023’ün 2. yarısına ağırlık veren piyasa şimdi 2022’nin ikinci yarısını düşünmeye başladı. Doğal olarak tüm bu dinamikler ABD 10 yıllıklarını yükseltiyor. Ancak sorun nominal getirilerde yükseliş değil reel getirilerde de yükseliş yaşanması. Peki piyasaların bu yaşananlara tepkisi ne oldu ve neden?
ABD 10 yıllık getiriler tüm değerleme modelleri ve piyasalar açısından baz faizdir ve bir hisse senedi değerlemesi yaparken yüzde 1, yüzde 1.5 veya yüzde 3.0 seviyesini baz almak ciddi anlamda fark yaratabilir. Hisselerin kendisini daha yüksek bir tahvil getirisine ayarladığını görüyoruz. Ancak dikkat ederseniz ekonomik büyüme kaynaklı bir getiri yükselişinden bahsediyoruz. Dolayısı ile yükseliş daha zamana yayılmış hale dönerse hisse senedi piyasalarını fazla rahatsız edeceğini düşünmüyorum. Cari satışlar sağlıklı bir düzeltme gibi görünüyor. Zaten ABD endeksleri sene başından bu yana eksiye bile geçmiş değiller henüz.
Ancak asıl şok “Fed para basıyor” analizleri ile 3000 -5000 dolar fiyatlar biçilen altında yaşandı. Bu yazı yazıldığı sırada altın 1712 dolardan, yani Covid krizi öncesi, yani Fed’in bilançosunu 3 trilyon dolar büyütmeden önceki seviyesinden geçiyor. Varlık alımları ve reel faizler arasındaki ilişkiyi göz ardı ederek bir slogan üzerinden yatırım yapmak bazı yatırımcılar açısından ciddi anlamda pahalıya mal oldu. Ben reel faiz yükselişinin korkulduğu kadar sert olmayacağını düşündüğümden altında 2011 zirvesi sonrası gördüğümüz tarzda büyük bir düşüş beklemiyorum. Ancak “para basılıyor” söylemleri ile alanlar devreden çıkmadan alım yapmak için de acele etmek istemiyorum. Gelişmekte olan piyasalara da ilk aşamada etkinin negatif olduğunu gördük. Doğal olarak tahvil getirilerini etkileyen ana dinamiklerden olan ABD getirilerinin yükselmesi gelişmekte olan bir ülkede şayet enflasyon ve risk düşmüyorsa borçlanma maliyetlerinin yükselmesi anlamına gelir.
Ancak yukarıda da belirttiğim gibi bu yükselişin temelinde ekonomik toparlanma var. Şayet bu toparlanma ABD ile sınırlı kalmazsa, ki maalesef bu ayrışma riski var, gelişmekte olan ülkeler ilk başta sıkıntı çektikten sonra ciddi bir para girişi görebilir. Fed para bastığı için değil daha yüksek büyüme ve getiri vaat ettikleri için. Ancak bunun yolu da hızlı ve etkili bir aşılama performansından geçiyor. Kısacası henüz yataktan düşmüş değiliz, uykudan biraz hoyratça uyandırıldık ve bir süre daha bu nahoş durum devam edecektir. Ancak boğanın hala koşacak mesafesi var.