Yarını tasarlamak günü kurtarmaktan daha önemli
Ekonomi ile ilgilenenler, oyuncuların/ karar birimlerinin davranışlarında bugünkü verilerden çok geleceğe dönük beklentilerin etkili olduğunu bilir. Tüketim, tasarruf, yatırım gibi temel kararlarda da, harcama yeri, harcama ve ölçü aracı/ yeri ya da vade gibi ikincil kararlarda da her zaman gelecekte fiyatların, gelirlerin, faizlerin, kredi imkanlarının ne olacağına ilişkin bekleyişler dikkate alınır. Üstelik bu sadece iç piyasa oyuncuları için değil, küresel liberal ekonomide dış piyasa oyuncuları için de geçerlidir. Ancak bizim politika yapıcılarımız, geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca ve yumurta kapıya dayanmadıkça, bu basit gerçeği genellikle görmezden gelmişlerdir. İkide bir değindiğimiz “kısa vade tutsaklığı”mızın önemli bir nedeni de budur. Bu açıdan ekonomi yönetiminin çokça yaptığı gibi güncel verilere odaklanma yerine bekleyişleri nasıl düzelteceğine dair bir yol haritası tasarımına odaklanması gerekir. Ne var ki böyle bir tasarım, algıyı değiştirmeye yönelik psikolojik mühendislikler ile değil, eninde sonunda beklentilere olumsuz yönde şekil vermekte olan kırılganlıkları azaltma hedefine yoğunlaşmazsa işe yaramaz.
Kötüleşen beklentiler ve erken Moody’s kararı
Ülkede uzun süredir neredeyse bütün gelişmeler ve karar birimlerinin tercihleri, beklentilerin kötüleştiğini gösteriyor. Belirtilerin en önemlilerinden biri ekonomik yavaşlamanın yol açtığı geçici cari fazlaya ve kamu yönetimince alınan caydırıcı tedbirlere rağmen dolarizasyonun ve döviz mevduatının artması, bir diğeri de düşük faizli kredilerle verilen onca desteğe rağmen yatırımlarda bir hareketlenme olmaması, aksine net sermaye çıkışının oluşması. Bu açıdan Moody’s tarafından açıklanan son not düşürme kararı ve böylece yeni konumlandığımız B2 düzeyinde Mısır, Nijerya, Uganda, Kamboçya, Kenya ve Etiyopya gibi eşlendirilmeye pek alışkın olmadığımız ülkelerle birlikte sınıflanmak, bazılarımızı kızdırsa ve şaşırtsa da, sürpriz değil. İlginç olan, kurumun bu kararını kriz ihtimalinin yükselmesinden dolayı erkene aldığını vurgulaması. Moody’s aynı zamanda negatif görünümü devam ettiriyor ve bunu kamu maliyesi ile ilgili göstergelerin önümüzdeki yıllarda öngörülenden daha hızlı bozulabileceği ve kurumların gerekli tepkiyi gösterememe riskinin bir ödemeler dengesi krizine yol açma ihtimali ile açıklıyor. Bu arada, alışılandan farklı olarak, iki noktanın altını çiziyor: Bir yandan Türkiye’nin yeni yönetim sisteminde kurumsal istikrarın ve mevzuatın öngörülebilirliğinin azaldığını belirtiyor, diğer yandan ABD ve AB ile Doğu Akdeniz vb. jeopolitik gerginliklerin de olumsuz etki yapabileceğini vurguluyor.
Not indirme kararının dayandırıldığı nedenlere baktığımızda ilk sırada “dış borç ve geri ödeme kapasitesi ile ilgili kırılganlıkların bir krize yol açma ihtimali” zikrediliyor. İkinci neden “artan risklere kurumların etkin tepki vermekte yetersiz ya da isteksiz görünmesi”, üçüncü neden
“uzun yıllardan beri güçlü bir çıpa olan mali disiplinin zayıflaması” şeklinde açıklanmış. Altın hariç brüt döviz rezervlerinin, Katar ile yapılan 15 milyar dolarlık swap anlaşmasına rağmen, yıl başından bu yana %40’dan fazla azalarak indiği 45 milyar dolarlık düzeyin de yaklaşan dış borç ödemeleri ile kıyaslandığında aşırı düşük olduğu, bankalara ait karşılıklar düşüldüğünde net rezervlerin de sıfıra yaklaşacağı vurgulanıyor. Ayrıca swap pozisyonlarının çok büyüdüğü ve net swap açığının 50 milyar dolara ulaştığına, bunların yenilenmemesi halinde rezervlerde açık oluşacağına da işaret ediliyor. Geçmişte döviz krizlerini önleyen ve tampon görevi yapan kur esnekliğinin de bu dönemde baskı altında tutulduğu, bunun da kriz ihtimalini güçlendirdiği belirtiliyor. Öte yandan yüksek döviz kurunun da ihraç ürünlerindeki yüksek ithal girdi nedeniyle rekabetçi etki yapmadığı, pandemi nedeniyle aksayan ve 2021’de de ancak kısmen toparlanabilecek olan turizm gelirleri düşünüldüğünde ödemeler dengesinin önümüzdeki dönemde büyük baskı altında olacağı sonucuna varılıyor. Enflasyonun yüksekliğine rağmen para politikasının hala gevşek tutulmasının ve mevduatta artan dolarizasyonun da kurdaki yukarı yönlü eğilimi destekleyeceğine dikkat çekiliyor. Düşük büyüme ve virüs etkisi ile bu yıl bütçe açığının da, bir defalık gelirleri dışarıda bırakan tanımla, GSMH’nın %7.5’ine yükseleceği öngörülüyor. Kamu borcunun sürekli artış trendinde olmasının bütçe dengesini giderek kötüleştireceği de not ediliyor.
Yıl sonunda düşük küçülme başarı olur
Şu sıralarda döviz kurunun nereye gideceği kadar merak edilen diğer bir konu büyümenin yıl sonunda nasıl gerçekleşeceği. Pandemi’nin ilk üç ayını, yani ikinci çeyreği beklenenden oldukça hafif bir küçülme ile tamamlamış görünüyoruz; %20’nin biraz altında veya biraz üstünde bir oran beklerken %9.9 ile en kötü dönemi atlatmak, yılın tümü için sıfırın üstünde bir büyüme umudunu da canlandırdı. Ancak hizmetlerin %25, sanayinin %16.5 gerilediği ikinci çeyreğin bütün ekonomi için çok daha az küçülmesi, diğer sektörlerdeki küçülmenin çok düşük kalmasıyla birlikte, TÜİK’in de açıkladığı gibi, çalışanlara ve işverenlere yapılan subvansiyonların sosyal güvenlik ödemeleri ile birlikte dikkate alınmasından kaynaklandı. İlk altı ay sonunda yıllık kişi başına gelir 9.000 doların altına inerken, ortalama döviz kuru da 6.50’yi aşmıştı; bu iki göstergenin ikinci altı ayda daha kötüye gideceği şimdiden belli. Üstelik korona etkisinin de ortadan kalkmayacağı kesin gibi.
Bu durumda yılın sonunu nasıl getireceğiz? İlk çeyrekteki büyümeyle birlikte ilk altı ay bileşik sonucu %3.1 daralma oldu. Yılı ufak da olsa bir büyüme ile kapatabilmek için ikinci yarıda %4’ün üstünde büyümemiz lazım. Hem ekonomide genişlemeci politikanın sınırlarına gelindiği yolundaki işaretler, hem de pandeminin sona ermek bir yana yeniden şiddetlenmesi, bunun mümkün olmayacağını hatırlatıyor. Kaldı ki geçen yılın son çeyreğindeki yüksek büyüme nedeniyle baz etkisi de tersine işleyecek. Muhtemel bir küçülmeyi düşük tutmayı da başarı saymak zorundayız. Bu dahi, yönetimin dümeni doğru yöne ve kararlılıkla çevirmesine bağlı. Geçici çözümlere ve sihirli formüllere bel bağlamaktan, hele dünyayı yeniden keşfetmekten vazgeçip iç ve dış piyasalarda güveni inşa etmek dışında çıkar yol yok.