Yapay zekâ yatırımları yavaşlatır mı?

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Hızlı bir teknolojik dönüşüm sürecinin içinde olduğumuz konusunda genel bir mutabakat var sanırım. Tartışmanın odağında yapay zekâ teknolojileri var ama çok daha geniş bir teknolojik değişim süreci bu aslında.

Şimdi böyle bir ortamda geleceğe yönelik değerlendirme yapabilmek, şirketler açısından bakıldığında yatırımları yönlendirebilmek giderek daha çok zorlaşıyor. Bugün isterseniz biraz bu meseleyi birlikte düşünelim. Başlıkta “yapay zekâ teknolojileri yatırımları yavaşlatır mı?” dedim ama bunu “elektrikli vasıta teknolojileri bugün otomobil talebini nasıl etkiler?” ya da “yapay zeka teknolojileri ile ilgili bekleyişler inovasyon sürecini bekletir mi?” diye de çeşitlendirebilmek mümkün. Hızlı bir değişim sürecinin içinde gelecek giderek belirsiz hale gelirken adım atmak mı daha iyidir yoksa beklemek mi? Siz hiç böyle bir “bekleme hesabı” (wait calculation) yaptınız mı? Peki, bu yeni süreçte kamunun rolü nedir? Doğrusu ben her ülkede teknolojik değişimin kamu tarafında güçlü şampiyonlara ve gerçekçi stratejilere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Neredeyiz? Gelin bugün beraber bakalım.

O tank bir otonom vasıta olsaydı, o gün orada ne yapardı?

Gelin önce yapay zekâ teknolojilerini bir çerçeveye yerleştirerek başlayalım. Avrupa Birliği’nin ikiz dönüşüm süreci hızlı teknolojik değişimin unsurlarını tanımlıyor: Dijitalizasyon ve yeşil dönüşüm. Yapay zekâ teknolojilerine dijitalleşmenin bir alt başlığı olarak bakmak mümkün. Dünyada işlenmesi gereken veri miktarı, dijitalleşme ile artıyor. İşlenmesi gereken veri miktarındaki artış ise dijitalleşme sürecini daha da hızlandırıyor. İnternet kullanıcılarının sayısı 5,3 milyar artık, dünya nüfusunun yüzde 66’sı. Artan veri miktarı hem donanım hem de yazılım aşamasında yenilikleri tetikliyor. Hem çip teknolojisi süratle daha küçük ve daha çok işlem yapabilir hale geliyor hem de kuantum hesaplama (computing) ile işlem yapma hızı da artacak. Bu nedir? Daha çok veri daha çabuk işlenebilecek. Artan veri hacmi artan işlem kapasitesi ile elden geçirilebilecek. Peki, nasıl?


Artan veri hacmi ile birlikte ikinci olarak ise yazılım alanında yapay zeka algoritmaları bize yeni bir yol açacak. Artan işlem hacmini bundan böyle makineler kendi kendilerine işleyecekler. Üstelik bin bir türlü işi üstlenerek. Yalnızca dün olanları değil, bugün bireyin güçlenmesi ile ihtiyaç duyulan yenilerini de.

Böylece kendilerine verilen hedefe doğru ilerlerken içinde bulundukları ortamı değerlendirebilen, o ortamın getirdiği kısıtları da dikkate alarak hedefe doğru ilerleyen otonom bir dizi araç ortaya çıkacak. Uçanından denizde gidenine, silahlısından silahsızına bir dizi yeni mekanizma.

Böyle deyince benim aklıma bugünlerde ilk önce 1989 yılında Çin’in başkenti Pekin’deki Tiananmen Meydanı’ndaki o fotoğraf karesi ya da video çekimi geliyor. Hani tek sıra halinde birkaç tank meydanda ilerlerken sıranın en başındaki tankın önüne biri çıkıyor ve tankın yolunu kesiyordu.

Hatırlayın, tank önce sağdan sonra soldan geçmeye çalışarak önüne çıkan engeli aşmayı deniyordu. Tankın önündeki genç her seferinde tankın önüne geçince tank en sonunda duruveriyordu. Şimdi bu tankın önünü kesen genç, Tank Adam, çok ünlü olmuştu bundan 35 yıl önce. Halbuki tankın durmasının nedeni, tankın sürücüsünün en sonunda pes edip tankın kontağını kapatmasıydı. Hani bir kahraman arayacaksak o kahraman tankın dışında değil ama içindeydi asıl.

Şimdi bu durumda, bu yeni çağda soru şudur: O tank, bir insan-sürücü subay tarafından kullanılmıyor olsaydı, şimdilerde her yerde üzerinde çalışıldığı gibi yapay zekaya dayalı otonom bir vasıta olsaydı. Kendi kendine karar verip rota çizen, hedefe kilitlenen yapay zekaya dayalı bir otonom vasıta olsaydı ne olurdu? O tank o gün orada durur muydu?

İşte burada rivayet muhtelif doğrusu. Tam da bu noktada, yapay zeka yoksa insanlığın felaketi mi olur tartışması başlıyor. Mesela yapay zeka destekli otonom tank, önüne çıkan engelin zaten bertaraf edilmesi gereken bir “terörist” olduğunu yüz tanıma teknolojisi ile tespit edip yoluna mı devam ederdi. Yoksa otonom vasıta Asimov’un bir numaralı robot yasası uyarınca, bir insana zarar vermemek için yolunu mu değiştirirdi? Bilmiyoruz.

Bildiğimiz nokta yalnızca şu: Makineler aynı çocuklar gibi öğreniyor. Nasıl çocukların öğrenirken bir ebeveyne ihtiyaçları oluyorsa, makinelerin de benzer bir ebeveyne, yol göstericiye ihtiyaçları oluyor. Burada mesele şu: Makinelere kim ebeveynlik yaparsa daha iyi olur? Davos 2024’te yapay zeka tartışmalarında gündeme gelen hususu böyle ifade edersem yanlış olmaz sanırım.

Yapay zeka teknolojilerindeki gelişmenin hızı, bir yılda, 2060 hedefini 2047’ye getirdi

“Yapay zeka işimi elimden alır mı?” sorusu da aslında bu ebeveynlik tartışması ile yakından alakalı. Japonya gibi hızla yaşlanan bir toplumda, ortaya çıkan işgücü açığını en iyi yapay zeka teknolojileri ve otonom makineler vasıtasıyla çözmek mümkün olabilir. Nitekim o coğrafyada otonom makinelerle ilgi araştırma geliştirme faaliyetinin insan emeğinin yeri alacak çözümler olmasını anlaşılır bulmak mümkün. Ama açıktır ki aynı çözüm yolu Türkiye için ya da mesela Etiyopya için geçerli değildir. Buralarda gençlere iş bulmak hala öncelikli bir mesele…

“Yapay zekâ işimi elimden alır mı?” meselesinde akılda tutmamız gereken tespit sanırım şöyle: “Eğer bilim herhangi bir engelleme olmadan yoluna devam ederse hiçbir yardıma ihtiyaç duymaksızın kendi kendine faaliyet gösteren otonom makinelerin insanların yaptığı her işi insanlardan daha iyi yapması olasılığı 2027’de yüzde 10, 2047’de ise yüzde 50’dir.” Yüksek bir olasılık doğrusu. Bu öngörü, alanda çalışan, yayın yapan 2778 araştırmacının yaptıkları çalışmalardan katıldıkları konferanslarda yaptıkları sunumlardan derlenmiş. Hadiseyi bilenlerin tahmini bir nevi.

Buna göre, daha bir yıl önce yapılan benzer bir öngörüde o tespitteki yüzde 50 ihtimal hedefine ancak 2060 yılında ulaşılabiliyormuş. Ne demek? Bir yıl içinde, otonom makinelerin insanların yaptıkları her işi insanlardan daha iyi yapması olasılığının yüzde 50 olduğunu düşünenlerin hedef yılı 2060’tan 2047’ye gelmiş. Son bir yılda aynı hedefe artık 13 yıl daha erken ulaşma ihtimali kabul görür olmuş. Yapay zeka alanında tarih hızlandı dedikleri işte bu esasen.

Peki, yapay zekâ yatırımı yavaşlatır mı?

Nedir? Teknolojik değişim daha bir yıl önce umulandan daha hızlı ilerliyor demek bu. Teknolojik değişim umulandan daha hızlı ilerliyor ise yapay zekâ teknolojileri açısından, şirket yatırımlarına, makro bir değişken olarak yatırımlara nasıl bakmak gerekir? Bazı stratejik kararları, büyük yatırımları yapmadan önce beklemek mi gerekir? Peki, beklemeye karar vermeyi düşünenler nasıl bir bekleme hesabı yapmalılar? Bundan sonraki rakamlar için Bard’ın yalancısıyım, onu da not edeyim. İşte size yenidünya.

Bekleme hesabı ile ilgili analizlerin en eski örneği herhalde yıldızlar arası seyahat. Buradaki kadim örnek ise Barnard Yıldızı seyahati. Barnard Yıldızı yaklaşık altı ışık yılı uzakta dünyadan. Bu yaklaşık 10 trilyon kilometre demek. Karşılaştırma için söyleyeyim, dünyanın çevresinde seyahat 40 bin kilometre, dünyadan aya seyahat 384 bin kilometre ediyor. Barnard Yıldızı ise 10 trilyon kilometre. Çok uzak işte.

Şimdi Barnard yıldızına seyahat etmeye karar verirseniz bu yolculuk Voyager 1 teknolojisi ile 118 bin yıl sürüyor. İnsan ömründen kat kat fazla. Diyelim teknolojimiz sıçradı ve ilerledi; ışık hızı ile giden bir uzay aracı yaptık. Bu durumda bile yolculuk altı yıl sürüyor. Tevekkeli değil, yıldızlar arası seyahatin yaygın olduğu bilim kurgu kitaplarında, mürettebat hep dondurulup bir nevi kış uykusuna yatırılıyor artık.

Şimdi böyle bir durumda, yıldızlar arası seyahati hemen başlatır mısınız, yoksa teknolojinin ilerlemesi için bekler misiniz? Çünkü açık ki, teknoloji sıçrayacaksa dünyadan en son çıkan uzay gemisi yola yüz bin küsur yıl önce yola çıkan gemileri geçecek.Kadim soru işte bu: Bu şartlarda uzay yolculuğuna yatırım yapar mısınız? Sorun ne? Mesela, siz 119 bin 500 yıl ilerlemişken sizden çok sonra yola çıkan bir aracın sizi geçecek olması ihtimali elbette.

Şimdi yıldızlar arası seyahat işini unutun. Şöyle bakalım: Hızlı teknolojik dönüşüm çağında, yeni gelen teknoloji hepimize pek yakında nal toplatabilecekse ne yapmak gerekir? Elektrikli vasıtayı şimdi mi almak iyi yoksa bir yıl sonra mı? Bakın aynı soru işte.

Daha önce ne fırsatlar kaçırdık

Şimdi isterseniz bu gözle bir de aşağıdaki grafiğe bir bakın. Grafik, Türkiye’nin elektronik sanayindeki rekabet gücünün yıllar itibariyle nasıl gerilediğini gösteriyor. Nedir? Dünyanın diğer ülkelerinin elektronik sanayii ihracatı ile kıyaslandığında Türkiye rekabet gücünü kaybediyor, geriliyor. Hâlbuki bundan yaklaşık 15 yıl önce tüplü televizyon çağında Avrupa’da satılan her iki televizyondan biri Türk malıydı. Avrupa Birliği ile yaptığımız Gümrük Birliği düzenlemesi de Türk mallarını Çin rekabetine karşı koruyordu. Biz bu sayede kazanç elde ediyorduk. Sonra ne oldu? Televizyon teknolojisi değişti. Tüplü televizyon bitti. Önce panel/plazma televizyon geldi. Sonra OLED teknolojisi. Şekil 1 - Türkiye elektronik sektörü uluslararası rekabet gücü, 1995-2020

* Hesaplamalar beş yıllık ihracat ortalaması alınarak yapılmıştır.

Türkiye gereken yatırımı zamanında yapamadı ya da yapmadı. Şirketlerimiz Ankara’dan destek istemeye gittiklerinde destek yerine nasihat aldılar. Sonuçta ne oldu? Türkiye elektronik sektöründe gereken dönüşümü gerçekleştiremedi. Şirketlerimiz dünde kaldı. Türkiye’nin elektronik alanında uluslararası rekabet gücü geriledi. Neden? Ankara değişenin farkında değildi. Ne yapması gerektiğine ilişkin bir stratejisi de yoktu. Sonra olan oldu. Zorlu da gayrimenkul işine girdi.

Konuşmaktan yapmaya geçmek için ne lazım?

Peki, bize şimdi ne lazım geçmişin hatasını bu yeni teknolojik değişim sürecinde yapmamak için? Not edeyim, dün tek sektördü bugün hepsi. Önce memlekette yeşil ve dijital dönüşüme bir şampiyon lazım. Var mı? Yok. Diyelim artık işini tamamlayan YOİKK’i bu işin şampiyonu yaptık. Sonra YOİKK’e bir ikiz dönüşüm stratejisi lazım. Strateji hazır var mı? Var.

Nerede? AB ile Gümrük Birliği sürecinin modernizasyonunda. Demek ki, AB’nin Türkiye’nin stratejik önceliği olduğu konusunda konuşmaktan yapmaya geçmemiz lazım. Yapılabilir mi? Evet. İsveç’in NATO üyeliği, Kıbrıs’a BM'nin yeni özel temsilci atamasına yeşil ışık vs.

İşte size 2024 için bir minimum program. Daha işin merkez bankası ve TÜİK bağımsızlığı ile Enerji Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması konuları var. Avrupa’da adil geçiş stratejisi için önceliklerden biri enerji bakanlığının yeniden yapılandırılması. Bizde de lazım mı? Çok lazım. Not edeyim, bunlar olmaz ve bir somut stratejiye dayalı teşvik sistemi şekillenmezse teknolojik değişim sürecinin getireceği bekleme hesabı yatırımları yavaşlatır Türkiye’de.

Aklınızda bulunsun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ve o sırada dünyada… 29 Temmuz 2024