Yapay zekâ köylülüğü
Yapay zekâ ile ilgili tartışmalar ile ilgili tartışmalar bana köylülükten kurtulamadığımızı düşündürüyor. Şehir ölçeğine ulaşmayı pozitif görüyorum ama kasaba düzeyinde kalıp anomali içinde sorun üretme ihtimali çok sıkıntılı. Bunu aşmak için doğru soruları sormalıyız.
Yapay zekâ ile ilgili tartışmalar bana köylülükten kurtulamadığımızı düşündürüyor. Ne her şeyin standartlara dayandığı şehir kadar büyük ne herkesin birbirini tanımlamasına dayanan naif ilişkilerin hüküm sürdüğü köy kadar küçük olan köy gibi olan kasaba koşullarına oturma ihtimali ise beni korkutuyor.
Bu korkumun geçerli nedenleri var. Yapay zekâ konusundaki tartışmalar insan düzeyini aşabilmiş değil. Önce yapay zekânın verilerimize erişmesinden korktuk; sonra bias yani herkese eşit davranmama tartışmaları başladı ve şimdi de yapay zekâyı eğitmek için kullanılan enerjinin dünya için yarattığı riski konuşuyoruz. Bir konuyla ilgili tehditleri ve riskleri bu kadar derinlemesine ele almak ağırlıkla mühendislere yüklenen bir yaklaşım olsa da aslında bu köylülüktür. Bu yaklaşım şehirlere “ağabey boşver ya şimdi kim uğraşacak; zaten oradan bir şey çıkmaz” ifadesinde anlamını bulan bir şekilde taşınmış durumda. İşin mizahı ise, “Boş ver Mustafa Kemal ya, ne uğraşıyorsun ülkeyi kurtaracağım diye” şeklinde yapılmıştı.
3 Mayıs Cuma sabahı, uzun süreden beri ilk olarak sabahın altısında kalkıp 8:30’da kahvaltıda yapay zekâ üzerine hasbıhal etmek amacıyla Halil Aksu ile buluşmak üzere Galata’ya gittim. Bizim mahalleden onun mahalleye yaptığım yolculuk sırasında Bluetooth kulaklıklarımı takıp müzik dinledim.
Bu arada YouTube karşıma Fatih Altaylı ile Ayşegül İldeniz’in söyleşisinin bir bölümünü Reels videosu olarak karşıma çıkardı. Bölüm, Altaylı’nın yapay zekâyı eğitmek için gereken işlemci gücünün tükettiği elektriğin dünyamızı felakete sürüklediği ile ilgili yorumunu ve İldeniz’in silikon bazlı teknolojilerle ilgili böyle bir sorunun olduğuna ilişkin giriş cümlesini kapsıyordu. Reels videosu, videoyu izlemeye başlamak için muazzam bir motivasyon yaratıyordu ama yapmadım.
Bunun nedenini Cahit Arf DNA’sı ile açıklayabilirim. İTÜ’nün ordinasryüs profesör hocası ile ilgili şöyle bir anekdot anlatılmıştı: Bir akademisyen bir konuyu anlatmak için tahtaya kalkıyor ve daha giriş cümlesinde Arf onu “Sen anlamamışsın, ben anlatayım” diye yerine oturtuyor.
İTÜ’nün bana kazandırdığı bu DNA nedeniyle videoyu izlemedim. Genç olsam ve önümde sınırsız zaman olduğunu düşünsem izlerdim ama bana başlangıç noktası yanlış göründü ve o topa girmedim. Ama “Arayı çok açtık, görüşmeyeli nasılsın?” faslının ardından Aksu’ya bu videodan bahsederek sohbete girdim. Aksu, “Beş megabaytlık bir ekle birlikte 50 kişiye gönderilen bir e-postanın gönderilmesi için ne kadar enerji harcandığını biliyor musun?” diye sordu. Daha birçok şey konuştuk ama en çarpıcı olan bölüm bu başlangıç noktamızdı.
Neden? Çünkü enerji ile ilgili önemli nokta, enerji kullanma kapasitesinin kullandıkça artırılmasıdır. Enerji, sindirim sistemindeki süreçlerle elde edilir ama hücrelerde yakılarak vücudun belirli işlevleri yerine getirmesi sağlanır. Bu işlevlere odaklanmak yerine enerji dengesine odaklanmak bizi çevre dostu gibi gösterse de aslında hedeflerimizden ve doğrulardan uzaklaşma noktasına götürür. Önemli olan vücudun sağlıklı işlemesi ve güçlenmesini sağlayacak şekilde enerjiyi doğru kullanmaktır ve bu benim açımdan mutlak olarak yapay zekâda liderlik yapmak için bütün enerjinin kullanılmasını gerektiriyor.
İşi biraz dramatik bir anlatıma dökersem, Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları sırasında savaşı kazanmak yerine ebediyen savaşı sürdürebilecek şekilde optimum asker kullanımına odaklandığını düşünürsek, bugünkü cumhuriyetimizin asla var olmayacağını kolayca anlayabiliriz. Ancak kendisinin “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir” şeklindeki emri olayların akışını değiştirmiş ve 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasını sağlamıştır. Buradaki kilit vurgu zaman üzerindedir; buna değineyim.
Doğru kararlar ve zaman kazanma
Orada verdiğimiz kaybı, şehit olan askerlerin ve subayların kalan ortalama ömürleri, yetenekleri ve bu ikisi ile kalan ömürlerinde yaratabilecekleri fayda üzerinden hesaplarsanız, kaybın ne kadar daha trajik olduğunu görürsünüz. Ancak mesele bu değil, Alman komuta kademesinin İttifak güçlerini Çanakkale’de oyalayarak Almanya’nın elini güçlendirme çabası ile Mustafa Kemal’in savaşı kazanarak başka sonuçlara ilerleme çabası arasındaki farktır.
Bu tür kaynak lokasyonları ya da tahsisleri yapılırken aldığınız kararların doğru olması mutlak bir zorunluluktur. Bu, maliyetten daha önemli bir konudur ve insanların başarıya ulaşmak için yapabilecekleri fedakârlıklar ile bunu isteme ve yönetme konusunda istekli ve yeterli olanların doğru kararları ile birleştiğinde ne kadar muazzam başarılar getiriyor olsa da, yanlış kararlar sonucunda aynı derecede büyük hezimetlere yol açar. Burada komuta kademesi açısından sağlıklı bir yatırım dönüşü (ROI) hesabı yapmak zorunlu ya da faydalıdır.
Enerjinin harcanmasından sakınılması, iş insanlarının özel jetleri ile bir yerden bir yere gitmesine kadar her boyutta getirilen eleştiriler ile özellikle gençler arasında çok popüler bir konu. Ancak bu tartışmanın yürütüldüğü akıllı telefonlarda yapılan sosyal medya paylaşımlarının ve telefonların şarj edilmesinin, veri merkezlerinde tutulan videoların ve diğer içeriğin getirdiği enerji yükünü düşünmeden bir kitlenin bu hesabı yapmasını beklemiyorum. Dolayısıyla medya ile stratejik düşünmenin birbirinden sert bir biçimde ayrılması gereken bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Buradan devam edeyim: Aksu ile Kuledibi’ndeki Güney’de buluştuk. Daha önce defalarca oradan geçmeme karşın dikkat etmediğim Güney, 1964’e dayanan bir kuruluş. Kuledibi’ndeki kahvede defalarca oturmama karşın benden dört yaş büyük olan bu marka dikkatimi çekmemiş. Mahalleli olarak buraları bilen Aksu’dan bu konuda bilgi alıp aydınlanıyorum. Bölgenin turistikleşmesine bağlı olarak fiyatların yükseldiğini ve geleneksel halinden uzaklaştığını anlamak için masalarda kahvaltı edenlere bakmak yeterli. Yandaki bakkal/büfe, kruvasancı olmuş; güzel görünüyor ama deneyimlemedim. Aksu, mahallede tek bakkalları kaldığını ve onun ayakta kalması için mahallelinin alışveriş tercihleri ile destek olmaya çalıştığını anlatıyor. Yapay zekâ üzerine konuştuklarımız bir yana, Aksu’nun zekâsını ve verilerini kullanarak mahalle konusunda sağlam bir anlayış ya da içgörü elde ediyorum. Bu da yapay zekâ konusunda anlatmak istediğim asıl konu.
Şu andaki arama motoru gibi araçlarla bunları elde etmeye kalksanız, reklam ve kişilerin ürettiği içerikten (user-generated content) kendinizi kurtarıp sonuca ulaşma şansınız oldukça düşük. Ama Aksu gibi bir mahallelinin veri tabanı ile şansınızı son derece yüksek kılma şansınız bulunuyor. Ne için? Kendi deneyiminizin kalitesini artırmak için.
Yapay zekâ ve özellikle müstahsil yapay zekâ (generative AI) ile elde edebileceğiniz başarı da bundan fazlası değil. Aksu, “Yapay zekâ gelecekte insanların iklim değişikliği ve salgın hastalık gibi problemleri karşısında doğru yanıtları elde etmesini sağlayacak. Hatta bu yıl içinde bunları sağlamaya başlayacağını görüyoruz. Bahsettiğimiz konularla bağlarsam, yapay zekânın yanıtlayacağı sorunlar arasında enerjideki yeterlilik ve sürdürülebilirliğin de yer aldığını söyleyebilirim” diyor.
Bazı sorunlar çözülecek, bazıları değişecek
Sanırım sorun bulunamayacak tek konu, yabancılardan kazandığı para ile dönmeye çalışan bu tür turistikleşmiş bölgelerde kiraların yükselmesinin esnaf ve zanaatkârların dükkanlarının tarihe karışması. Bizim mahallede daha önce beş-altı tesisatçı varken şu anda bildiğim tek dükkân kaldı. Oradaki ustaya da cep telefonundan ulaşıp çağırıyoruz. Musluk bozulsa suyu ana vanadan kapatmak zorunda kalacağız. Ancak bu da, kestirimsel bakım (predictive maintenance) alanını yapay zekâ ile işin içine katmak için bir zemin yaratıyor; bunu gelişmiş otomasyon ve bakım başlığı altında mı, yoksa yapay zekâ uygulaması olarak mı değerlendireceğimize henüz karar verememiş olsak da…
Aslında buna teknoloji tarafında ne ad koyacağımıza karar vermemize de gerek yok. İş dünyası, bunu çoktan kavramış durumda. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği himayesinde ve Kayseri Ticaret Odası ev sahipliğinde düzenlenen Akıllı KOBİ Kayseri Dijital Dönüşüm Konferansı’nda Kayseri Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Büyüksimitci’nin sarf ettiği sözleri bunu kanıtlıyor. Büyüksimitci’nin “Artık KOBİ'lerimizin birbirleriyle rekabet etmeleri kadar, verimli olmaları, birbirlerine tamamlayıcı olmaları ve birlikte çalışarak ölçek ekonomisine geçebilmeleri de son derece önemli. Bunun yolu ise dijitalleşmeden geçiyor. Teknoloji sayesinde iş bölümünü eskisinden çok daha verimli bir halde gerçekleştirebiliyoruz. Yine teknoloji sayesinde bu iş bölümünü izleyip, takip edebiliyoruz. Yapay zeka sayesinde aksaklıkları insana ihtiyaç duymadan tespit edebiliyor, daha problemler ortaya çıkmadan önleyebiliyoruz. Önümüzdeki dönemde ise dijitalleşmeye ayak uyduramayan KOBİ'lerin faaliyetlerine devam etmesi imkansız hale gelecek. Dijitalleşmek artık bir ihtiyaçtan öte bir zorunluluk haline gelmiştir” şeklindeki sözleri, riskler ve fırsatlara eşit mesafeden işaret ediyor.
Bizim Aksu ile konuştuğumuz konular, Türkiye’nin dijital olgunluğunu artırmayı ve uluslararası alanda daha güçlü bir oyuncu haline gelmesini sağlayacak biraz daha stratejik konular. Enabız gibi bir uygulamayı hayata geçiren Türkiye’de biyoteknoloji ile kişiye özel ilaç geliştirme gibi başlıklardan söz ediyorum. Veri ile sektörel teknolojiyi birleştirmenin ve yapay zekâyı bu denkleme katmanın önemini ele almaya devam edeceğim. Tıp alanındaki bu örneği verirken Netflix’te gösterime giren Ölümlü Dünya 2’de örgüte girmek için aşı olmadan “iki BioNTech yaptırdım” diye karnesine işleten karakterin verisinin de veri tabanımızda bulunması gerektiğini not düşerek şimdilik bitireyim.