“Yanılmışım” demeden “Yanılmışım” demek
Türk Cumhurbaşkanının Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyareti ikili ilişkiler açısından bir dönüm noktası oluşturuyor. Diğer bir dönüm noktası da beklemede: Mart ayının ikinci haftasında İsrail Cumhurbaşkanı Herzog da Türkiye’yi ziyaret edecek. Son haftalarda Körfez ülkeleri ile Türkiye arasında yoğun bir diplomasi trafiği yaşanıyor ve bu trafiğin devam etmesi bekleniyor. Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri ilerletmek istediği biliniyorsa da o cephede gelişmeler yavaş ilerlemekte. Mısır, Türkiye ile ilişkilerinin Arap Baharı öncesi dönemdeki seviyeye ulaşması konusunda mütereddit davranıyor.
Bu noktada neler oluyor diye sorulması yadırganmamalıdır. Arap Baharı patladığında, Türkiye değişim isteyen güçlerden birinin, Müslüman Kardeşlerin, yanında yer almak konusunda kesin kararlılık sergiledi. Protesto hareketlerinin başlaması başlangıçta Batı dünyasında demokrasi talebi olarak değerlendirilerek memnuniyetle karşılanmışken, kısa sürede, çoğu uzun süreli demokrasi deneyimden yoksun bu ülkelere demokrasi getirmenin en güvenilir aracının Müslüman Kardeşler olup olmadığı konusunda şüpheler belirdi.
Bu şüpheler iki ayrı kaynaktan geliyordu. İç siyaset alanına bakıldığında, siyasi değişim yaşayan ülkelerde, kısa zamanda, Müslüman Kardeşlerin ülkelerinde çoğulcu bir siyasi sistem inşa etmekten ziyade toplumu kendi dünya görüşlerine göre şekillendirerek yönetmek istedikleri ortaya çıktı. Böylece iktidarın bir otoriter sistemden bir diğerine geçmesini ve topluma tekil bir dizi dini değer aşılanmasını arzulamayan kesimleri kendilerinden uzaklaştırmış oldular. Uluslararası alana geçildiğinde ise Müslüman Kardeşler istikrarı tehdit eden bir güç olarak algılanmaya başladı. Batı karşıtı yaklaşımları, aslında demokrasi yönünde değişimi destekleyecek olan Batı ülkeleri arasında huzursuzluk yarattı. Fakat bundan daha da önemlisi, değişim rüzgarlarının ilerlemesine müsaade edilmesi halinde, bu rüzgarların kendilerini de sarsacağından endişe eden bölgedeki geleneksel rejimlerin tepkisiydi.
Türkiye, hem Batılı dostları ve müttefiklerinden farklı olarak, hem de son yıllarda iyi ilişkiler geliştirdiği Orta Doğu ülkelerinden ayrılarak, Müslüman Kardeşlerin yanında yer almayı tercih etti. Aralarında bu yazarın da yer aldığı çok sayıda gözlemci, bu tercihi Türk dış politikasının Arap dünyasında meydana gelen değişiklikler karşısında dini çizgiler esas alınarak yeniden tasarlanması şeklinde yorumladı. Türk dış siyasetini belirleyen kadrolar, başta Mısır ve Suriye olmak üzere Müslüman Kardeşlerin iktidara geleceğini ve bölgede Türkiye’nin önderliğinde Sünniliğin egemen olduğu devletlerden oluşan bir blok kurulabileceğine karar verdiler. Arap hükümetleri ve halklarının Türkiye’nin liderliğini benimseyip benimsemeyecekleri konusunu bir yana bırakalım, fakat Türkiye’nin özlemlerinin gerçekleşmesine bir yandan Mısır’da Sisi’nin askeri bir darbe ile iktidara el koyması, diğer yandan Suriye’de halen de devam etmekte olan iç savaşın başlaması set çekti. Sisi hem ABD’nin hem de Körfez’deki geleneksel Arap rejimlerinin bir numaralı müttefiki oldu. Buna karşılık Suriye, Türkiye’yi kaynaklarını güvenliğine ve milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmaya tahsis etmeye zorlayan, geleceği belirsiz bir dipsiz kuyuya dönüştü. Türkiye’nin Katar hariç geleneksel Arap rejimleriyle iyi ilişkileri sona erdi. Aynı dönemde, Filistin’deki radikal unsurları desteklemenin Arap kamuoylarında Türkiye’nin popülerliğini arttıracağı düşünüldüğünden, İsrail ile ilişkilerin giderek bozulmasının kapısı açıldı.
Bu siyaset bütünüyle başarısızlığa uğramış görünüyor. Müslüman Kardeşler artık Arap toplumlarının geleceğinde söz sahibi olmaktan uzak önemsiz bir güce indirgenmiş durumda. Türkiye Mısır ve Körfez Ülkeleri ile ticaretinde ağır kayıplara uğramış bulunuyor. Daha da önemlisi, Arap Baharı öncesinde Türkiye gerçek bir bölge lideri olarak algılanırken, artık bölgesinde yalnızlaşmış, diğerleri tarafından baş etmek mecburiyetinde oldukları bir sorun olarak algılanmaya başlanmıştır. Türkiye’nin eski dostları bir araya gelerek Türkiye’nin bölgedeki özlemlerini engellemeye çalışmaktadırlar. İsrail Arap ülkeleri ile barışmıştır. Türk hükümeti ise, ülke ekonomisinin büyük güçlüklerle karşılaşması muvacehesinde eski dostlar ve müttefiklerle yeniden bağlar kurmaya karar vermiştir.
Türkiye’nin ortak çıkarlar için işbirliği yapılabilecek dost bir ülke olarak bölgeye dönüşünün memnuniyetle karşılanacağından kuşku duyulmamalıdır. Sorun, Türkiye’nin son yıllarda cereyan eden olaylarda, haklı veya haksız olarak, hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Hükümetler ilişkileri düzeltmeye çalışırken, kamuoylarında Türkiye’ye ne kadar güvenilebileceği, Türklerle ortak iş yapmanın ne kadar makul olduğu konusunda eleştirel sesler yükselmektedir. Hükümetler ilişkilerin gelişmesinin çıkarlarına hizmet ettiğini düşündükleri sürece, bunların iyileşmesine itiraz etmeyeceklerdir. Türkiye ise, davranışlarıyla “Yanılmışım” demeden yanılmışım demeye çalışmaktadır.