Yabancı bu koşullarda koşa koşa gelmeli mi, niye gelsin ki mi?
Bir kere öncelikle şunu söyleyelim. Gelmesinden söz ettiğimiz yabancı, doğrudan yatırım yapacak yatırımcı değil. Kastettiğimiz portföy yatırımı yapacak olanlar.
Zaten doğrudan yatırım apayrı bir konu, bu yatırımlar öyle kısa vadeli gelişmelerden; faizden, enflasyondan ya da kur değişiminden o kadar da etkilenmez. Doğrudan yatırım yapacak olan büyük fotoğrafa bakar. Gideceği ülkede hukukun üstünlüğü var mı, yasalar herkese eşit ve adil uygulanıyor mu; ekonomik yönden bir çekicilik söz konusu mu, o ülkenin pazarı yeterli mi veya o ülke ekonomik anlamda üs olacak konumda mı; doğrudan yatırım bunları gözetir.
Türkiye son yıllarda varlık satışı dışında gerçek anlamda doğrudan yatırım çekemiyor. Yatırım yapmaya niyetlenip vazgeçenler de var. Şimdi daha da kötüsü mevcut yatırımlardan Türkiye’yi terk edenlere de rastlanıyor. Hem zaten varlık satışı dışında doğrudan yatırım bekleyen de yok, buna ekonomi yönetimi de dahil.
Jack “Acele edelim”, George “Bekleyeceğiz”
Dönelim portföy yatırımlarına ve iç borçlanma senetlerine yatırım yapmak için zamanın uygun olup olmadığına... Tabii ki bu değerlendirme yabancı yatırımcılar açısından...
Yabancı yatırımcılar arasında iki görüşün çekişiyor olması pekala mümkün. Türkiye’de iç borçlanma senetlerine yatırım yapma niyetinde olan yabancı fonların yöneticileri arasında zamanlama konusunda hararetli tartışmalar yaşanıyor olabilir.
Gelin bu tartışmalardan birine kulak verelim...
Türkiye’yi henüz yeterince tanımayan, deneyimsiz fon yöneticisi Jack acele etmekte ısrarcıdır:
“Bakın Türkiye’de borçlanma senetlerinin faizi yüzde 40’a dayandı. Türkiye’deki gösterge tahvilin faizi yüzde 37-38 dolayında, Hazine de kasımdaki en son veriye göre yüzde 37 faizle borçlandı. Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 42.5, faiz artık çıksa çıksa yüzde 45’e çıkar. Yüzde 40-45 arası bir getiri çok çok iyi. Elimizdeki doların maliyeti ya da vazgeçtiğimiz faiz kaç, yüzde 5. Yüzde 45’ten yüzde 5’i düşsek bile elimize iyi bir kazanç kalır. Böyle bir kazancı dünyada kaç ülkede buluruz. O yüzden elimizi çabuk tutup Türkiye’den iç borçlanma kağıdı alalım.”
Türkiye’yi çok yakından tanıyan, geçmişte olan biteni iyi bilen George olmaz anlamında başını sallayarak “Acele etmeye gerek yok” der:
“Söylediğin oranların büyük kısmı doğru. Evet Türkiye şu an görünürde çok iyi faiz veriyor. Şimdi gitsek yüzde 40 faizle kağıt alabiliriz. Ama gözden kaçırdığın bir gerçek var Jack. Bu faizi getiri olarak cebimize koyabilmemiz, Türk parasının çok fazla değer yitirmemesine bağlı. Sen sanıyorsun ki Türk parasının değeri şimdiki düzeyde kalacak. Bunu hesaba katmıyorsun. Şimdi biz diyelim dolar 30 lirayken Türkiye’ye gidip yatırım yaptık ve yüzde 40 faizli kağıdı aldık. Türkiye’nin 2024 resmi enflasyon tahmini yüzde 36, doların da normalde bu oran kadar artması beklenir. Yani şimdi 30 lira olan doların 2024 sonunda 40-41 lira olması gerekir. Bu gerçekleştiğinde bize kar kalır mı, hayır. Şimdi 1 milyon dolar götürüp 30 milyon lira alsak ve bunu yüzde 40 faizle iç borçlanma kağıdına bağlasak bir yıl sonra elimize 42 milyon geçer. Dolar kaç, 40-41, peki kar nerede? Doların yüzde 5 dolayındaki maliyetini saymıyorum bile. Ayrıca ya dolar daha fazla artarsa ne olacak, o zaman Türkiye’den çıkışta cebimizde şimdi götürdüğümüz 1 milyon dolar bile olmaz, daha az parayla döneriz. Onun için bekleyeceğiz.”
George doğru söylüyordu Jack ikna olmuştu ama yine de kafasını kurcalayan bir soru vardı:
“İyi de ortada böylesine yüksek bir faiz var ve biz bundan yararlanamayacak mıyız?”
“Tabii ki yararlanmak için fırsat kollayacağız” diyerek devam etti George:
“Bir kere şunu biliyoruz ki Türkiye bizim ve bizim gibi fonların iç borçlanma kağıdı almasını çok istiyor. Dövize ihtiyaçları var. Zaten faizi hem enflasyonu yavaşlatmak, hem de fon çekebilmek için artırdılar. Şimdi biraz gözleyeceğiz. Bir kere bu faiz alım yapmak için iyi. Bundan sonrası için önemli olan Türk parasının ne kadar değer yitirdiğini gözlemek, o eğilime bakmak. Türkiye’ye girişler arttıkça Türk parasındaki değer kaybı yavaşlayabilir ve önümüzdeki dönemde doların Türk parasına karşı artışı enflasyonun çok altında kalabilir. Zaten şimdi de bu yaşanıyor ama bu durum belirgin bir eğilime dönüştüğünde Türkiye’den yavaş yavaş daha fazla kağıt alacağız. Beklentimiz, elde edeceğimiz faizin çok altında bir kur artışı yaşanması olacak. Düşünsene 1 milyon dolar karşılığı 30 milyon liramız bir yıl sonra 42 milyon lira olmuş ama dolar Türk parasına karşı örneğin yüzde 20 artmış ve dolar kuru ancak 36 lira dolayına gelmiş, 42 milyonu 36 liradan dolara çevirdiğimizde dolar bazında yüzde 17’ye yakın para kazanırız. Bundan buradaki yüzde 5 maliyeti düşsek bile dolar bazında net yüzde 11 kadar bir kazanç elde ederiz.”
Jack durumu daha iyi kavramıştı. “Şu durumda doların Türk parasına göre artışının elde edeceğimiz faizden düşük kalmasını, en azından bu eğilimin oluşmasını bekleyeceğiz, tamam ama ya tersi olur ve kur daha hızlı artarsa ne olacak?”
“Zaten kaygımız da bu” diye karşılık verdi George. “Söyledim zaten, böyle bir risk de var. Türkiye’de işler pek ekonomik gerçeklerle yürümez, siyasetçiler bir karar alıyor, her şey altüst oluyor. O yüzden hep temkinli olacağız. Sen de zamanla öğreneceksin bunu.”
Koşa koşa mı, niye mi?
Bu senaryoya yakın konuşmalar, değerlendirmeler mutlaka yapılıyordur. Çünkü milyon dolarlar söz konusu. Yabancı buraya gelip iç borçlanma senetlerini bize iyilik olsun diye almıyor, almayacak da. Tabii ki para kazanmak isteyecekler, onun için de en uygun zamanı ve koşulları gözetecekler.
Yoğun bir yabancı girişi işimize gelecek, nefes almamızı sağlayacaktır. Döviz girdikçe, döviz arzı arttıkça kur daha ılımlı seyredecek; bunu bekleyen George ve aynı düşüncedekiler daha çok döviz getirecek ve bir bahar yaşacağız.
Ne zamana kadar mı?
Bu soruya ancak siyasetçilerimiz yanıt verebilir.